Güncelleme Tarihi:
SİYASİ KAVGALARLA DEĞİLSİSTEMİN DEĞİŞMESİYLE İLGİLİYİM
Siz artık muhalif misiniz?
Ben Türkiye’de siyasi iktidar tepişmelerinin içinde değilim, ama 12 Eylül rejimine muhalifim. Rejim muhalifiyim ben.
12 Eylül rejimi devam mı ediyor?
Aynen devam ediyor. ‘Taraf’ meselesinin benimle bu kadar irtibatlandırılmasının nedeni de bu. Türkiye’de şimdi iki yıllık bir siyasi tepişme süreci yaşayacağız ve bunun şartları çok serttir, acımasızdır. Siyasi iktidar kavgalarına müdahil olduğunuz vakit, avcı olayım derken av olursunuz. Bunu ayırmak lazım. Ben bugün siyasi kavgalarla değil, siyasi sistemin değişimiyle ilgili bir kişiyim. Parti tutmak, adam tutmak, bu sığ sularda yüzmekten ziyade, olduğu gibi duran 12 Eylül rejiminin muhalifiyim. Türkiye’de 12 Eylül rejimi yürürlükte. 12 Eylül rejimini değiştirmeyen bir siyasi anlayışla da ister istemez karşı karşıya geliyorsunuz.
YENİ DÖNEME İNANMIYORUM HİÇBİR ŞEY YAPILMADI
Ne zamana kadar iktidarın bu rejimi değiştirmeye yönelik samimi bir çabası vardı?
İlk 3-4 yıl içindeki AB reformları çok önemlidir. İkinci süreçte de Ergenekon, Balyoz vs. askeri vesayete yönelik adımlar atıldı. Ama daha sonra ‘Biz artık tek başımıza güç olduk’ dendiği noktada hem askeri vesayetin ortadan kaldırılması, hem de Türkiye’nin AB standartlarında demokratikleştirilmesine yönelik çaba durdu. Referandumdan sonra hiçbir şey yapılmadı. Yeni döneme inanmıyorum. Vesayet Türkiye’de el değiştirdi. Ama vesayet ortadan kaldırılıp gerçek demokrasi olmadan, cami-kışla kavgasından çıkmadan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin gerçek bir demokrasiye dönüşmesi sağlanmadan nihai istikrarın sağlanamayacağı endişesi hâkim. Demokratikleşme olmazsa geri dönüleceği endişesi çok yaygın. Türkiye demokratikleşecekse bugün itibariyle neden yapmıyoruz?
İktidara yakın bir gazetenin başyazarıyken iktidarın vaat ettiği yeni döneme inanmayan bir noktaya nasıl geldiniz?
6 yıl boyunca Star Gazetesi Başyazarı olarak yazdığım yazılar kendi sitem ‘mehmetaltan.com’da var. İsteyen bakar, düne göre değişip değişmediğimi ortaya çıkarır. Kendi ilkelerime göre hareket eden birisiyim ben. Benim için AK Parti, Başbakan falan önemli değil. Benim için önemli olan Türkiye’deki sistemin değişip demokratikleşmesi. Ben AK Parti’den evvel de bunları söylüyordum. İkinci Cumhuriyet dediğimde 1991 yılıydı.
İKİNCİ CUMHURİYET ÜLKENİN FAY HATTIDIR
Ne oldu ‘İkinci Cumhuriyet’e, neresindeyiz o sürecin?
İkinci Cumhuriyet buranın fay hattıdır. İkinci Cumhuriyet konusu nihai hale gelmeden bitmez, kaybolmaz. Bugün Türkiye sosyolojik olarak normalleşiyor, buranın sahibinin halk olduğu anlaşılıyor ama rejim demokratikleşmiyor. Sosyolojik normalleşme açısından çok olumlu bir yerdeyiz, vesayetin resminin netleşmesi açısından çok olumlu bir yerdeyiz. Ama bu vesayetin cami-kışla arasında el değiştirip bir kişinin padişahlık noktasında otoriterleşmesi açısından ‘İkinci Cumhuriyet’in demokratikleşme hedeflerinin çok uzağındayız. Birinci Cumhuriyet’in tüm kurum, kural, uygulama ve zihniyet açısından dönüşmesidir İkinci Cumhuriyet. Ona geçmemizin ölçüsü toplumun güçlenmesidir. Hâlâ devlet çok güçlü. Daha Alevilerin nerede ibadet edeceğine devletin karar verdiği bir yerde İkinci Cumhuriyet’e nasıl geçeceğiz?
REFERANDUMDA DESTEKLEDİĞİMİZ YASALAR NEDEN ÇIKMIYOR
Hükümet sorunların pek çoğunun yeni anayasa sürecinde çözülebileceğini savunuyor. Aleviler hiçbir zaman eline silah almadı ama kendi dini ayinlerinin nerede yapılacağı konusunda hiçbir ilerleme yok. Başörtülü kızlar da hukuksal bir güvenceye kavuşmadı. Silahı ellerine almasalardı Kürtlerle ilgili mesele konuşulur muydu? Ayrıca Kürtlerle ilgili hâlâ anadil meselesi duruyor. Bir günlük meseledir. Kürtlere karşı kullanıldığı aşikâr olan yüzde 10 barajı orada duruyor. Ya ben aynı yalanı referandumda yaşadım. Bu süreçte çözülecekse neden bizim referandumda destek verdiğimiz değişikliklerin yasaları çıkmıyor? Ben buna niye inanayım?
Kürtler neden inanıyor?
Kürtler inanmıyor, pazarlık ediyorlar.
"Referandumda bize söz verilen anayasal değişiklerin hayata geçmesini sağlayan hiçbir uyum yasası çıkartılmadı, HSYK dışında. O zaman bu HSYK’yı ele geçirmekten ibaret bir referandum muydu? Referandumdaki ileri demokrasi yerine vesayeti koyulaşmış bir otoriter anlayış ön plana çıktı. E bugün de söz verip ‘yapacağım’ der, yapmaz. Üstelik de işine gelen her şeyi çok hızlı yapıyor. Kamu ihalesine fesat karıştırmada indirimi anında geçiriyor, şikeyi bir günde geçiriyor. Yüzde 10 barajını, siyasi partiler yasasını, Ruhban Okulu’nun açılmasını, Alevilerin sorunlarını da bir günde halledebilir demek ki."
Öcalan’ın hedefi 2. Lozan dönüşümü
Kürtler neyin pazarlığını yapıyor?
Yönetim pazarlığı yapıyorlar. Onların söyledikleri çok açık; ‘Burası Kürdistan, biz Kürt halkıyız, burayı biz yöneteceğiz’. Bundan taviz vermezler. 2’nci Lozan düzeyinde çok derin, yapısal bir dönüşüm olmadan bu sürecin Kürtler açısından çok sağlıklı bir noktaya geleceğini düşünmüyorum. Kendi aralarındaki özel konuşmalarında ‘Lozan’da kandırıldık, bu sefer 2’nci Lozan olmayacak’ diyorlar. Abdullah Öcalan ilk başta kültürel Hinterland olarak Türkiye’de bu 2’nci Lozan düzeyinde yeniden bir dönüşüm elde edilebilirse geri kalan Kürtler üzerindeki siyasi iktidarını da arttırmayı tahayyül ediyor. Türkiye demokratikleşmek için kendi halkıyla demokratik mutabakat sağlamak zorunda. Buna biz neden Kürt meselesi diye bakıyoruz onu da anlamıyorum. Hiçbir parti var mı ki, temel haklar ve özgürlükler üzerinden Türkiye’yi demokratikleştirmek isteyen. Irk, din, mezhepten bahsetmeyen bir parti ya da siyasetçi var mı? Başbakan geçenlerde yine ‘Din kardeşiyiz’ diyor. E neden hukuk kardeşi değiliz? Müslüman olmayan bir vatandaş bu konuşmadan ne anlar.
Sizin kendilerini takdir ettiğiniz yıllarda din vurgusu yapmıyor muydu AK Parti?
Doğru. Ama buradaki muhafazakârların Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak bir çerçevenin içinde kalacağı düşüncem vardı. İlk başlarda demokratikleşme dini vurguların daha önündeydi. Şimdi din vurgusu reformların ve demokratikleşme çabalarının önünde. ‘Bu Kemalist laiklere onların bize yaptıklarının aynısını yapacağız’ şeklindeki bir rövanşist eğilim ağır basıyor. ‘Erbakan’a yapılanların rövanşını alacağım’ şeklinde bir eğilim. Bu anlayıştan başımız belaya girer.
Nasıl bir belayı kastediyorsunuz?
Dünya sistemi de bunu taşımaz.
Ne yaparlar?
E bölerler. Bölerler dediğim müdahale ederler. Türkiye’deki krizler hep dünya sistemiyle karşı karşıya geldiğiniz vakit olur. Bugünkü siyasi iktidarın politikaları itibarıyla Amerika ile çok fazla uyum içinde olduğunu görüyorsunuz. Ama özü ve ruhu itibarıyla da Şanghay Beşlisi’ne yakın. Bu ikilemler iktidar uzadıkça çok açık ortaya çıkıyor. İçeride siz demokrasinin gereklerini yapmadığınız vakit, bölgenin gittikçe hararetlenecek değişim süreçlerinde dış dalgaların etkisini engelleyemezsiniz. Sizin kayığınız su almaya başlar. Bu bölge belli ki bundan sonra 50–60 yıl durulmayacak. Zamanın ruhunu, tarihin temposunu algılamakta güçlük çekiyor AK Parti. İlk başlarda buna uygundu. 57 tane Müslüman ülke var, bunların nüfusu 1 milyar 600 milyon. Dünyanın dörtte biri Müslüman ama bunların hepsinin dünya üretimindeki payı yüzde 11. Bu şekilde, bu 57 ülke beladan kurtulamaz. Dünya sistemi bunu değiştirmek ve dönüştürmek istiyor.
Süreçler, eski ketçap şişesi gibi Türkiye’de
Biz ABD’ye Fethullah Gülen’i ziyaret için gitmedik. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği birkaç günlük, özünde Balkan göçmenlerinin oradaki faaliyetlerine yönelik aktivitelerin olduğu bir geziydi. Fethullah Gülen ziyareti ilk başta çok kesin değildi, gezi sırasında netleşti. Yazılmaması, benim dahil olduğum bir tartışma değildi o. Ben bu işin gazetecilik tarafında değilim, çünkü gazeteci olarak gitmedim. Ama başka bir şey de düşündüm. İstese bu konuşma içeriğini oluşturmayıp yansıtmayabilirdi. Hayat tecrübesi, belki de bu toplantının yazılsaydı bu kadar etkili olmayacağını söylüyor. İlgili yerlere ne mesajları vermek istiyorduysa bu ziyaretin bunu sağladığını düşünebiliriz.
Başta Fethullah Gülen Hoca’nın söyledikleri etrafında tartışılıyordu. İş birden bana karşı kişisel itibarsızlaştırmaya yönelik bir sürece dönünce, soğuk savaş dönemlerinden kalma psikolojik savaş sinyalleri hissettim. Kültürünüz farklı olduğu vakit bir büyüğünüzün, bir din adamının elini öpebilirsiniz. Ama ben böyle bir kültürden gelmiş birisi değilim. Benim yetiştiğim ortamda el öpme ve el öptürme yok. Bu saygı biçimini bana göstermek isteyenler olduğu zaman da el öptürmüyorum. Ama mesele burada bir başka psikolojik savaşın devreye sokulması. Hamamböceği operasyonu diye dalga geçtiğim müptezel unsurları devreye sokmanın amacı yıpratma. Arkasında garip mekanizmalar var. Siyaset müthiş bir kişisel ikbal arayışıdır, sınıf atlamadır. Mesleğinde başarılı olamayan insanların saraya çıkmasıdır. Ve o sarayı çok seviyorlar hak etmedikleri için. Benim bu yaşıma kadar gördüğüm hayat tecrübesi şudur; neden vazgeçemezseniz onun esiri olursunuz. İktidardan vazgeçmezsen esiri olursun. Türkiye’nin bu süreçlerinden o yüzden korkuyorum. Eski ketçap şişeleri gibi vur vur çıkmıyor, sonra bir vuruyorsun hepsi boşalıyor. Bu kadar hızlı döndüğün vakit, burada hiçbir şeyin ilkeli değil. Her an tersi de olabilecek bir belirsiz ortam. Türkiye’de ilkeler üzerinden, rejimin demokratikleşmesi için ömür vermiş ve bundan taviz vermeyen insanların çabalarını itibarsızlaştırmaya yönelik bir kişilik hedeflemesi var.
Dün devlet adına faşizm vardı, bugün ise millet adına
Sizin gibi başta AK Parti’ye destek vermiş liberal aydınlara bugün ‘Şimdi mi aklınız başınıza geldi’ diyen öfkeli bir kesim var. Bunu bana da söylüyorlar. Ben kendim için pozisyon alan bir adam değilim. Akademisyenlik, yazarlık kişisel çıkar için kullanıldığı vakit kendini inkâr eder. İlkenden vazgeçersen kendinden vazgeçersin. Ne oldu, kötü mü oldu? Askeri vesayet bitmedi ama bir resim çıktı. Türkiye halkı sosyolojik olarak olması gereken yere doğru sağlıklı bir aşama kaydetti. Şimdi geldiğimiz yerde bu vesayeti kullanmak isteyen bir ekip var. Demokratikleşmek yerine 12 Eylül rejimini, otoriter yapıyı kendi lehine kullanan bir ekip var. Dün devlet adına faşizm vardı, bugün millet adına. Yaptıkları her işi ‘Millet istedi’ diye yapıyorlar. O zaman referanduma gidelim her seferinde, bakalım doğru mu... Milletvekillerinin saltanatları ömür boyu sürsün diye millet mi istedi? E bunu da aşacağız. Ben parti desteklemiyorum ki, ben Türkiye’deki sistemin değiştirilmesini istiyorum.
En son ne zaman oy kullandınız?
Son seçimde oy kullanmadım, kasten sandığa gitmedim. Böyle olursa yine gitmem.
Bugün yaşadığınız hayal kırıklığı mı, isyan mı, aldatılmışlık duygusu mu, yoksa korku mu?
Ben ne korkarım, ne kendi durumumdan dolayı isyan ederim, ne de hayal kırıklığına uğrarım. Toplumun değişmesi kolay değil. Benim kendime yüklediğim bir Türkiye arzusu var. Bunun ilkeleri çok açık. Suarez diye bir adam geldi, İspanya’yı faşizmden çıkarıp 5 yılda AB üyesi yaptı. Ben buna bakarım.
Tayyip Erdoğan bunu yapabilir miydi?
Yüzde 100 yapardı, hâlâ da yapabilir. Zaten yap, yapmazsan başın belaya girecek diyorum. Yaparsa da sonuna kadar desteklerim. Ben ne korkacağım, ben buranın sahibiyim. Ben daha önceki gibi aynı görevi sürdürüyorum. Ama o dinlememeyi tercih ediyor. Biz bunları iktidarlara değil, topluma söylüyoruz. Ben bilim adamıyım, yazarım çizerim. İkinci Cumhuriyet dedim diye beni 1991’de hain ilan etmişlerdi, şimdi İkinci Cumhuriyet’e geçip geçmemeyi kendileri tartışıyor. Çok güzel bir Fransız atasözü vardır; doğru iktidara gelmez, düşmanları ölür. Benim hayat prensibim bu söz üzerine kurulur. Onun için ne
kırılırım ne küserim. Bu toplumsal bir macera. Orada yapmam gerekeni yaptığımı düşünüyorum. Ama bunu hızlı yaparsak çocuklar için iyi olacaktır.
Taraf’ta mı yazacaksınız?
Hayır yazmayacağım. Ben bugünkü iktidar tepişmesinin içinde kalmak ve durmak istemiyorum. Hasan Cemal’in, Ahmet Altan’ın yazamadığı bir yerde... Hürriyet’te yazayım. Memnuniyetle yazarım. (Kahkahalar)