"VEDETTE" BÄ°R KEZ DAHA SAHNEDE Herkesin kendini ait hissettiÄŸi bir yer vardır ya, doÄŸduÄŸu ÅŸehrin dışında, çok tanıdık bildik gelen, hiç yabancılık hissetmediÄŸi,

Güncelleme Tarihi:

VEDETTE BİR KEZ DAHA SAHNEDE Herkesin kendini ait hissettiği bir yer vardır ya, doğduğu şehrin dışında, çok tanıdık bildik gelen, hiç yabancılık hissetmediği,
OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 26, 2000 00:00

"VEDETTE" BÄ°R KEZ DAHA SAHNEDE Herkesin kendini ait hissettiÄŸi bir yer vardır ya, doÄŸduÄŸu ÅŸehrin dışında, çok tanıdık bildik gelen, hiç yabancılık hissetmediÄŸi, o çok sevilen yer… Ben hep Paris'in benim için öyle bir kent olacağını düşünürdüm...11 yaşında öğrenmeye baÅŸladığım Fransızca ve 8 yıl boyunca aldığım eÄŸitim, benim kendimi Fransızlara deÄŸil ama Paris'e çok yakın hissetmeme neden olmuÅŸtu. Ama itiraf etmem lazım ışıklar kenti ile ilgili kurduÄŸum hayallerin merkezinde okuduÄŸum romanlar, seyrettiÄŸim filmler kadar ve belki de daha fazla annemin etkisi vardı. Çocukluk günlerimde hep birgün annemle Paris'e gidip Montmartre'ın arnavut kaldırımlı sokaklarında Pardaillanların ayak seslerini dinleyeceÄŸimiz günlerin rüyasını paylaşırdık. Çok ÅŸanslıyım ki bunu gerçekleÅŸtirdik...Paris benim için çok farklı bir kent. Ä°lk kez giderken o kadar çok heyecanlanmış ve o kadar çok korkmuÅŸtum ki, hayal kırıklığına uÄŸramaktan. KorktuÄŸum başıma gelmedi neyse ki… Evet, belki zannettiÄŸim kadar heyecanlanmadım, mutluluktan kalbim durmadı ama eski bir dosta kavuÅŸmanın huzurlu gülümseyiÅŸi yerleÅŸip kaldı yüzüme Paris'te geçirdiÄŸim günler boyunca...Nazım Hikmet'ten, Appolinaire'e, Nedim Gürsel'den Oscar Wilde'a her devrin, her akımın ilham kaynağı bu büyülü kenti seviyor muyum? Bilmem, galiba Paris, Nazım Hikmet'te olduÄŸu gibi buruk bir ÅŸarap tadı bıraktı benim dudaklarımda da. Gelin birlikte dolaÅŸalım biraz Paris'te. Benimkisi biraz farklı bir tur olacak ama, uyarmalıyım sizi… Çünkü ben gittiÄŸim her ÅŸehre dokunmayı seçerim alışveriÅŸ yapmak yerine, dar sokaklarda dolaÅŸmayı tercih ederim, ana caddelerde trafiÄŸe karışmaktansa… Seçim sizin. Benimle gelirseniz düşersiniz Seine'in iki yanına, daracık eski sokaklara, Sacré-Coeur'den aÅŸağıya, sizi çekip içine alan OrtaçaÄŸ yapılarına sürüne sürüne Marais Mahallesi'ne iner, Kraliçe Margot'nun kalleÅŸliklerine sahne olan Hotel de Sens'ın bahçesinde gözlerinizi kapatıp aceleci topuk seslerine uydurursunuz kalp ritmlerinizi, bir mum yakıp ruhunuzu yıkarsınız eski bir kilisenin vaftiz suyuyla veya Pont Neuf'te gecenin karanlığında romanlardan uçup gelen aÅŸk fısıltılarına bırakırsınız kendinizi, yalnızlığınızın ayrımına varmadan.Ya da isterseniz, Londra özentisi olan iki katlı otobüslerle ÅŸehir turu atarsınız, Eiffel'den Louvre'a, Hotel des Invalides'den Luxembourg Bahçesi'ne… Görmeden bakarsınız, aklınız biraz sonra Galerie LaFayette'de yapacağınız alışveriÅŸte, gece Champs-Elysée'de yiyeceÄŸiniz pahalı yemekte…DediÄŸim gibi benim Paris'im biraz farklı. Binlerce çekik gözlünün arasından sıyrılıp 2 dakika kadar Mona Lisa'ya bakabilmek için bir yarım günümü harcamak yerine, Place Des Vosges'da oturup yaÅŸlı bir Fransız ile sohbet etmeyi, el yapımı tahta oyuncak satan o güzelim maÄŸazalarda vakit geçirmeyi, büyük alışveriÅŸ merkezlerinde kalabalık içinde kaybolmaktansa semt pazarlarında dolanmayı bin kere tercih ederim. Çünkü her ne kadar Fransızların biraz soÄŸuk, nemrut insanlar olduklarını kabul etsem de Paris sokaklarının rengini, kokusunu ve kim ne derse desin sadece Parisien'lere özgü o soylu nezaketi es geçemem. Onun için de ayaklarıma kara sular inmesi pahasına yürürüm her yere Paris'te...Bahar aylarında o kadar güzeldir ki Seine kenarı, bahçeler… Alın elinize en sevdiÄŸiniz romanı, uzatın ayaklarınızı çimenlere ve kah okuyup kah hayallere dalarak birkaç saat ayırın kendinize. Çok da önemli deÄŸil Mona Lisa'yı görmek, Eiffel'e çıkmak, Champs-Elysée'de volta atmak. Kaç gün sürerse sürsün Paris'te kaldığınız sürece orayı ne kadar özümsediÄŸiniz ne kadar oralı olduÄŸunuz önemli…Ben gözlerimi kapattığım zaman onlarca film karesi akıyor Paris'i anlatan, birazcık zorlasam kendimi Paris'e dair birkaç ÅŸiiri de ezbere dillendireceÄŸim sanki, bir de neredeyse satır satır aklımdan tekrar okuyacağım Paris'te geçen romanları. Nedim Gürsel Paris' kaprisli bir kadına benzetir, kaprisli ve çekici bir kadına. Yanılmıyor bence de, çünkü düşünsenize bir kentin romanlarda, filmlerde mekan olmak dışında nasıl bir yeri olabilir ki. Sadece ışıklar kenti, kendini beÄŸenen, narsist ve gururlu bir "vedette" edasıyla baÅŸrol oyuncusu olarak çıkar sahneye… Herkes ve herÅŸey bir anda geri plana düşer ve aÅŸk baÅŸlar. Platonik aÅŸk, çünkü şımarıktır Paris ve kimseye vermez kendini, hiç kimseye. Ama ne garip çeliÅŸkidir bu, Paris, erkek bir tanrı deÄŸil miydi? BoÅŸverin boÅŸverin, hadi bir kez daha ya da ilk kez bu unutulmaz oyuncuyu seyretmek için düşün Paris sokaklarına, aynayı sadece kendine tutan bu narsist güzele koÅŸun, içinizden geldiÄŸince soluyun parfüm kokulu tenini, doyamayacaksınız ve yine, yine, yine gideceksiniz… Behice Funda YERLÄ°KAYA- 26 Nisan 2000, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!