Oluşturulma Tarihi: Temmuz 28, 2005 00:00
VAHİDEDDİN tabii ki ‘hain’ değildi!Hele hele, ‘vatan haini’ asla değildi!Muzafferler tarafından yazılmış bir ‘resmi tarih’ dışına taşmak cesaret ve dirayetini göstermiş olanlar da bunu zaten çoktaan biliyordu.Ecevit ancak şimdi söyledi diye, şükür, bizler Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz.* * *NİTEKİM, Mustafa Kemal’in birazdan 4. Mehmed sıfatıyla ve otuzaltıncı ve son Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıkacak Veliahd’a refakat ettiği 1918 Almanya seyahatinden başlayın; oradan da, Saray kadınları arasında ‘sarıgül’ lakábıyla adlandırılan aynı Kemal’in Padişah kerimesine ‘damat adayı’ varsayıldığı 1919 Sabiha Sultan vakasına uzanın, iki şahsiyet arasındaki ilişki daha ilk andan itibaren özel bir görünüm sunar.Fakat buna bilhassa, Mütareke Dersaadet’inden Anadolu’ya zaten o Padişah’ın ferman-ı hümayunu ve mali desteğiyle 3. Ordu Müfettişi olarak ‘gön-de-ri-len’ Gazi’nin Amasya, Erzurum ve Sivas konuşma ve telgraflarını eklemek gerekir.Ancak malûm, o Gazi son defa ‘Nutuk’ta konuştu ve de noktayı ‘hain’ diye koydu.Ve, o an öyle yapması mutlak bir zorunluluk oluşturduğu içindir ki, ‘doğ-ru’yu yaptı.* * *İSTİSNASIZ bütün modern zamanlarda olduğu gibi çok doğal olarak Cumhuriyet Devrimi’miz ertesinde de muzafferler tarafından yazılan; ama aynı ölçüde doğal olarak artık tümüyle aşınan; sapır sapır dökülen; her halükarda mutlaka aşılması gereken ‘resmi tarih’i 4. Mehmed açısından sorgularsak, pek o kadar da ‘allame-i cihan’ olmamız gerekmez.Diğer bir deyişle, nesnel gerçeğe biraz vakıf olabilmek için illá ve illá, özünde değerli çalışmalar içeren fakat anlaşılabilir bir ‘anti’ tepkiden ötürü ipin ucunu kaçırararak ‘vur deyince, öldüren’; dolayısıyla da işi bu defa ‘ters resmiyet’e vardıran bir Mustafa Müftüoğlu’nun ‘Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ veya Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Vahideddün’ ciltlerini satır satır hatmetmek zorunda değiliz.Eğer beynimize huniyle şırınga edilmiş bağnazlığı ve şartlanmışlığı eleştirel düşünce sayesinde biraz aşabilmişsek; eğer az çok ferasetle satır aralarındaki leblebiyi leb demeden anlayabileyecek seviyeye varmışsak, örneğin Kázım Karabekir’in ‘İstiklál Harbimiz’ hatıratına; hattá, Cumhuriyet Devrimi’ne bağlılığı asla su götürmeyecek Şevket Süreyya Aydemir’in ‘Tek Adam’ına şöyle bir göz attığımızda, son İmparatorluk hükümdarımızın ‘vatan hainliği’yle uzaktan yakından ilintisi bulunmadığını fark etmekte zorlanmayız.Ve başta dediğim gibi, böyle bir özgürlük düşüncesine ve anlayış melekesine sahip olanlar Bülent Ecevit’i láfını beklemeden yukarıdaki sonuca zaten çoktan varmışlardı. * * *ANCAK bin dikkat, Vahideddin’in muzafferlerin ‘resmi tarih’indeki kadraja sığmadığını fark etmemiz, ne o Vahideddin’in ‘masûm bir efsane’ye dönüştürülmesi; ne de o muzafferlerin zaferinin küçümsenmesi veya reddedilmesi anlamına gelir. Asla!‘Resmi’si gibi ‘ak’ veya ‘gayr-i resmi’si gibi ‘kara’ olmayan sonsuz çetrefil tarih çok geniş bir ‘gri’ tonlar yelpazesine dağıldığından, kutuptan kutba sıçramak bizi yine yanılgıya; yine bağnazlığa; yine şartlanmışlığa sürükler.Dolayısıyla da, 4. Mehmed’e ilişkin yeni tartışmada, 2. Abülhamid’de yaşandığı türden bir zıtlaşma ve bir kamplaşmadan mümkün mertebe kaçınmak gerekir.Fakat tabii, bu, en önce Mehmed Vahideddin’in asla ‘vatan haini’ olmadığı ve ‘resmi tarih’in doğruyu söylemediğini gerçeğini saptamamızı engellemez.Ama, o ‘resmi tarih’in o zaman öyle olmak zorunda olduğu gerçeğini de değiştirmez.Cumartesi günü konuyu yukarıdaki çerçeveye oturtarak işleyeceğim.
button