Vadideki resim: Göynük

Güncelleme Tarihi:

Vadideki resim: Göynük
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 13, 2001 00:00



Mehmet YAŞİN
Haberin Devamı

Batı Karadenizin iç kesimlerindeki gezimde ikinci durak, göller ve türbeler diyarı Göynük oldu. Eski evleri, tablo gibi doğası ile cenneti andıran bu ilçeye adeta aşık oldum.

Çıldırmış bir doğanın ortasında Seben'den Göynük'e doğru gidiyordum. Göz alabildiğine vahşi yeşil otlar, düzlükleri mora boyayan küçük çiçekler, derelerin kıyısında özgürce büyümüş bitkiler... Hava, ot, çiçek, toprak karışımı hoş bir kokuyla kaplıydı ve böceklerle kuşlar hiç susmuyorlardı.

Direksiyonun başında, CD çalarımdan yükselen müziğe dalmış sorular üretiyordum: Kuşlar acaba çiçeklere mi sesleniyorlardı? Yoksa ağaçlara mı bir şeyler söylüyorlardı? Belki de derelerin mırıltısını yansıtıyorlardı. Yağmur, ağacın yaprağına düştüğünde ona ne diyordu? Meltem, tarlalardaki çiçekleri okşarken ne söylüyordu?

Doğayı bir çerçevenin içinden seyrediyor gibiydim. Nedense tüm çirkinlikleri, bu çerçevenin dışında bırakıyordum. O görünmeyen dikdörtgenin içine yerleştirdiklerim hep güzel şeylerdi. Doğru mu yapıyordum acaba? Çirkinlikleri görmemezlikten gelmek bir çözüm müydü? Onları görmeyince onlar yok oluyor muydu?..

Ankara ile İstanbul'un kuş uçuşu tam ortasında yer alan Göynük'ü, ilk olarak bir tepeden gördüm. Vadinin tabanında akan ince bir dere, derenin iki yanında ve yamaçlarda Bağdadi sıvalı eski Türk evleri, zirvede ahşap bir saat kulesi, ağaçlar, çiçekler... Bulunduğum yerden, Göynük'ün resmini seyrediyormuş gibi oldum. Tablodaki herşey, dengeli, yerli yerindeydi. Abartılı renk yoktu. Yağmurunu dökmüş bulutların ardından yüzünü gösteren güneş, yumuşak ışıklarıyla resme bir başka güzellik katmıştı.

DİYAR-I AKŞEMSEDDİN

İlçeye, 'Diyar-ı Akşemseddin'e hoş geldiniz' yazılı bir takın altından geçerek girdim. Girer girmez de Fatih'in hocası Akşemseddin'in, Göynük için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu farkettim. Göynük'te oturan ünlü alim, Fatih Sultan Mehmet'in daveti üzerine İstanbul kuşatmasına katılmış, fetihten sonra tekrar ilçeye dönmüştü. Fatih, 1459 yılında vefat eden hocası için, Göynük'ün ortasında, Kefeki taşından altıgen planlı bir türbe yaptırmıştı. Şimdi, hemen yanıbaşındaki Gazi Süleyman Paşa Camii'nden çıkan cemaat, türbeye gelip, bir de Akşemseddin'in için dua ediyordu.

Göynük'ün tarihte epey ziyaretçisi olmuştu: Frigler, Lidyalılar, Bitinyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar. Çevrede bu ziyaretçilerden kalma eserleri görmek mümkündü. Bugünün Göynük'ünde, dar ve yokuşlu sokakları tırmanırken gördüğüm evlere hayran olmamak elde değildi. Yaşları 150 yılı bulan, kırmızı kiremitli bu evler, Mudurnu'daki benzerlerinden daha bakımlıydı. Giriş katlarında depo ve kiler, ara katlarında hizmetçi odaları, mutfak ve fırın, günlük yaşama ayrılmış diğer katlarda da çeşitli işlevler gören odaların bulunduğu bu evler, Türk aile yaşamının tüm ipuçlarını yansıtıyordu. Pencerelerdeki kafesler ve öne çıkmış cumbalar, çatılardaki alınlıklar görünüme ayrı bir sıcaklık ve zerafet katıyordu.

Şimdilerde adına saat kulesi denen, ama asıl adı 'Zafer Kulesi' olan ahşap yapı, tüm Göynük'e tepeden bakıyordu. Bu kule, 1922 yılında Sakarya zaferinin anısına Kaymakam Hurşit Bey tarafından yaptırılmıştı. Sekizgen bir temel üzerine inşa edilen üç katlı kule, daha sonra ki yıllarda Göynük'e zamanı bildirme görevini üstlenmişti.

TÜRBELER VE GÖLLER

Göynük'ün bir diğer adı da 'Türbe Diyarı'ydı. Akşemseddin'in türbesinin yanısıra Hacı Bayram Veli'nin müridi Bıçakçı Ömer Dede'nin, Karaca Ahmet Sultan'ın, Tabakçı Dede'nin türbeleri ile Çiftlik türbesi ilçeye boşu boşuna bu adın verilmediğinin kanıtlarıydı.

Göynük'te bir 'Göynük Kitabı' bulacağım hiç aklıma gelmezdi. Çünkü gittiğim hemen hemen her ilde, oraları anlatan kitapları aramış ama bulamamıştım. Kaymakam Selim Çapar tarafından hazırlanan kitabı görünce, şaşırmadım desem yalan olurdu. Bu kitap sayesinde ilçeyi daha bilinçli gezme olanağını buldum.

Bu kitaptan öğrendiğime göre ilçeye, 'Göller Diyarı' diyenler de vardı. Gerçekten de Göynük'ün çevresinde, birbirinden güzel göller yer almaktaydı. Her biri gizli birer cennet olan Çayköy, Sünnet ve Çubuk Gölleri, kent stresinden kurtulabilmek için en doğru adreslerdi. Örneğin, bir heyelan sonucu oluşan Sünnet Gölü'ne, daha çok vakit ayıramadığım için içim içimi yedi. Gölün kıyısında çok güzel bir konaklama tesisi vardı. Bu tesisin restoranının mönüsünü görünce şaşırıp kaldım. Çünkü yöre yemeklerini listeye almışlardı. Buna çok az yerde rastlıyordum.

Önden kızılcıklı tarhana çorbası söyledim. Ardından Keş (kurutulmuş yoğurt) ve ceviz soslu mantı yedim. Bir bakır tabakta gelen süzme yoğurdun tadına doyamadım. Yemekten sonra gölün etrafında, kuş seslerinin eşliğinde uzun uzun yürüdüm. Etraftaki doğayı seyrederek gözlerimi kent pisliklerinden arındırdım.

En kısa zamanda, Göynük'e ve Sünnet Gölü'ne bir daha gitmek niyetindeyim. Yanıma kitaplarımı alıp, yeşilliklerin arasında kaybolma planları yapıyorum. Ankara ve İstanbul'a sadece bir kaç saat mesafedeki bu güzellikleri sizin de görmenizi öneririm.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!