Güncelleme Tarihi:
Yunanca kökenli bir kelime olan şizofreni, ‘bölünmüş zihin’ anlamına gelen ‘şizo’ ve ‘frenos’ sözcüklerinin birleşiminden meydana geliyor. Bu terim, ilk kez 1908 yılında Dr. Eugen Bleuler tarafından ortaya atıldı. Bleuler, bu terimi ortaya atarak daha önce bir bunama türü olarak kabul edilen bozukluğun, ‘kişiliğin birliğini kaybettiği’ bir psikolojik işlevlerin bölünmesi ile karakterize edildiğini savundu.
Ancak birçok psikolog ve araştırmacı, terimin geçen yüzyılda sıklıkla yanlış anlaşıldığını ve yanlış uygulandığını söylüyor. Şizofreni, genellikle daha önce çoklu kişilik bozukluğu olarak bilinen ‘dissosiyatif kimlik bozukluğu’ ile karıştırılıyor.
‘Şizofren’ kelimesi de maalesef günümüzde genellikle bir hakaret olarak kullanılıyor.
‘TEDAVİ EDİLEMEZ BİR HASTALIK OLARAK GÖRÜLÜYOR’
ABD, Massachusetts’ta yaşayan Linda Larson’a yıllar önce şizofreni teşhisi kondu. Larson, gençken kendisine konan bu tanıdan uzaklaşmak istediğini söylüyor. Zihinsel bozukluğu olduğunu kabul eden Larson, yine de ‘şizofreni’ teriminin damgalaması sebebiyle üzüntü duyuyor.
Bunun nedenini ise Larson, “İnsanlar şizofreni kelimesini duyunca ‘şiddet içeren, korkunç bir hastalık’ olarak düşünüyorlar” diye anlatıyor.
Bayan Larson, sorunun bir kısmının şizofreninin uzun zamandır tedavi edilemez bir hastalık olarak yanlış anlaşılması olduğunu söylüyor. 1960'larda, 15 yaşındayken sanrılar ve psikotik ataklar yaşamaya başladığında, kendisi ve ailesinin de bunun tedavisi olmayan bir durum olduğunu düşündüklerini anlatıyor.
“Yirmili yaşlarımda, Mississippi Üniversitesi'nde edebiyat alanında doktora yapmaya başlayacak kadar kendimi iyi hissettim ancak sonra başka bir psikotik kriz geçirdim” diyen Larson o zamanları şöyle anlatıyor:
“Bir gün benzin istasyonunun önünde durup onu havaya uçurmaya karar verdim. Elimde bir çakmak vardı ve orada öylece dikildim. Ve nedense yapmadım. Tüm bu yaşananlardan sonra doktorayı bıraktım. 1990’larda gittiğim doktor bana şizofreni teşhisi koydu ve antipsikotik bir ilaç olan klozapin reçete etti. O zamandan beri bir nöbet geçirmedim. Ancak ilacı kullanmaya başlamadan önceki yaklaşık 20 yıl ara sıra hastaneye yattım ve birkaç intihar girişiminde bulundum.”
Klozapinin ciddi yan etkileri olabilse de, Bayan Larson bunları katlanılabilir bulduğunu söylüyor. O zamandan beri psikotik bir kırılma yaşamadığını söyleyen Larson, dört şiir kitabı yayımladı, 2020 yılında eşinin vefatına kadar 32 yıl evli kaldı.
İSİM DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN ÇALIŞAN BİR GRUP
74 yaşındaki Linda Larson, şizofreni hastalığının adının değişerek bu imajdan kurtulmasını için çalışan bir grubun parçası. Grup, isim değişikliğine ivme kazandırmak için Harvard'daki psikiyatristlerle birlikte çalışıyor.
Bu grubun amacı ise şizofreni terimini daha az korkutucu ve daha açıklayıcı olan bir terimle değiştirmek. Grup, bu isim değişikliğinin sadece halkın teşhis konmuş insanları nasıl algılandığını değil, aynı zamanda teşhis konan kişilerin kendilerini nasıl gördüğünü de değiştireceğine inanıyor.
Konu ile ilgili çalışan Psikolog Dr. Raquelle Mesholam-Gately, “Şizofreni terimi umutsuzluk, tehlike ve değişken davranışlarla o kadar ilişkilendirildi ki, doktorlar bu terimi kullanmaktan artık çekiniyor. Şizofreni teşhisi konan insanlar da bu terimlerle ilişkilendirilmek istemiyor” diyor.
Şizofreni ismine karşı ön yargı boyutu o kadar artmış durumda ki, artık uzmanlar bu tanıyı koymaktan kaçıyor ve daha da önemlisi insanlar ‘damgalanmaktan’ korktukları için hastalığı kendisine önemli ölçüde zarar vermeye başlamadan tedavi olmak istemiyor.
1200 KİŞİ İLE ANKET YAPILDI
Dr. Mesholam-Gately ve ekibi, şizofreni teşhisi konanlar, bu kişilerin aileleri, araştırmacılar da dahil olmak üzere şizofreni ile bağlantılı yaklaşık 1200 kişiye, “Bu hastalığa başka bir isim verilmesi gerekiyor mu?” diye sordu.
Ankette, katılımcılara dokuz farklı isim de önerildi. Bu öneriler arasında değişmiş algı bozukluğu, uyum bozukluğu, bağlantısızlık sendromu, entegrasyon bozukluğu ve psikoz spektrum bozukluğu gibi terimler yer aldı.
Ankette sunulan seçeneklerin hiçbiri katılımcılar tarafından ezici bir onaya sahip olmadı, aksine ankete katılanların yüzde 74’ü yeni bir isim önerisinde bulunmayı tercih etti.
İSİM DEĞİŞİKLİĞİ ÖN YARGILARI KIRACAK MI?
Öte yandan araştırmacılar, olası bir isim değişikliğinin gerçekten damgalanmayı azaltıp azaltmayacağı ve teşhis konan insanların yaşamlarını iyileştirip iyileştirmeyeceği konusunda ikiye bölünmüş durumda. Bu bölünme durumu, resmi bir değişime giden yolu tıkıyor.
Çalışmanın ortak yazarı Dr. Matcheri Keshavan, isim değişikliğinin kademeli bir şekilde olması gerektiğini savunuyor, “Bunu sistematik şekilde yapmalıyız. Ani değişiklikleri kimse kabul etmez” diyor.
Ancak Dr. Mesholam-Gately, ankete katılanların hepsinin isim değişikliğini desteklemediğini söylüyor ve nedenleri ise şöyle anlatıyor:
“Bazıları, tanıdık olmayan bir ismin hastaların engellilik veya sigorta kapsamına başvurmasını zorlaştıracağından endişeleniyordu. Bir kısım ise şizofreni kelimesinin kültüre çok fazla kök saldığını düşündü.”
‘GÜLÜN İSMİ DEĞİŞSE BİLE KOKUSU AYNI KALIR’
Maryland Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Psikiyatrist Dr. William Carpenter, bu anlamsal tartışmaların onlarca yıldır devam ettiğinde bahsediyor. Ankete dahil olmayan Dr. Carpenter olaya başka bir açıdan bakıyor, “Gülün ismini değiştirsek de yine aynı şekilde kokmaya devam edecek. Şizofreni için de bu böyle. İsim değişikliği yapılsa bile bu yeni kelimenin damgalanması sizce ne kadar sürecek?” diyor.
Dr. Carpenter, şizofreni teriminin halk arasında damgalanmasının, ilk psikotik ataktan sonra kritik tedaviyi geciktirebileceğini kabul ediyor. Ancak isim değişikliği yapmanın bu boşluğu kapatacağına ikna olmuyor.
Şizofreni teriminin damgalanmasına karşı çalışan bazı akıl sağlığı uzmanları bile yeniden adlandırma çabasına şüpheyle bakıyor.
‘EN İYİ YOL DAHA ETKİLİ İLAÇLAR GELİŞTİRMEK’
Şiddetli akıl hastalığı olan insanları destekleyen Tedavi Savunuculuk Merkezi'nin yöneticisi Lisa Dailey, "Dilin son derece önemli olduğu konusunda kesinlikle hemfikiriz” diyor ancak isim değişikliği için zorlamanın sınırlı kaynakların etkili bir şekilde kullanılması olmadığını da sözlerine ekliyor.
Dailey, şizofreniyi damgalanmaktan kurtarmanın en iyi yolunun ise isim değişikliğinden ziyade işe yarayan daha iyi ilaçlar geliştirmek olduğunun altını çiziyor.
Dr. Mesholam-Gately ve Dr. Keshavan da isim değişikliğinin gerçekleşebilmesi için Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bilim insanları ve uzmanlar arasında daha fazla fikir birliğine ihtiyaç duyduklarını söylüyor.
Dr. Mesholam-Gately, “Şizofreni isminin değişmesi konusunda herkes ikna olsa bile bence bu damgalanmayı ve ayrımcılığı azaltmak için yeterli olmayacak. Bununla beraber, durumun ne olduğunu ve mevcut tedavileri gerçekten açıklamak için düzenlenen halk eğitim kampanyaları yürütülmesi gerekiyor” ifadelerine yer veriyor.
İSİM DEĞİŞİKLİĞİ SADECE ABD’NİN GÜNDEMİNDE DEĞİL
Şizofreni terimine başka bir isim konulması konusu birçok ülkenin gündeminde. Hatta bazı ülkeler isim değişikliğini gerçekleştirmiş durumda.
Japon ruh sağlığı uzmanlarının görüşüne göre, şizofreni için yeni terim ve güncellenmiş bozukluk kavramı, şizofreninin toplumdaki imajını değiştirebilir. Böylece damgalanmayı ve ön yargıyı azaltarak iyileşmeyi teşvik edebilir.
Japonya’da isim değişikliği konusunu desteklenirken Güney Kore’de yakın zamanda şizofreni için yeni bir isim kabul edildi. Ülkede bu hastalık için kabul edilen yeni terim ‘Johyun-byung’ yani uyum bozukluğu oldu. Bölünmüş zihin bozukluğunun uyum bozukluğu olarak yeniden adlandırılmasının, şizofreni hastalarına yönelik ön yargı ve ayrımcılığın azalmasıyla sonuçlanması bekleniyor.
Biz de "Hastalığın adının değişmesi ön yargıları kırmaya yeter mi?" sorusunu uzmanlarımıza yönelttik.
Şizofreni ve etrafında dönen tartışmalar hakkında sorularımızı Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Burak Doğangün, Psikiyatri Uzmanı Dr. Şenol Turan ve Psikolog Büşra Kupik yanıtladı.
'DAMGALAMANIN SEBEBİ YANLIŞ BİLGİLER'
- Şizofreni kelimesi duyulduğunda akla ilk gelenler genellikle korkutucu şeyler mi oluyor?
Burak Doğangün: Birçok insan şizofreni kelimesinden ürküyor ve bunun da bazı nedenleri var. Eskileri düşünecek olursak, o dönemler şizofreni tedavisi olmayan, tedavi edildiğinde ise olumsuz birçok şeyin yaşandığı bir durum olarak görülüyordu. Bu nedenle şizofreni, psikiyatrinin en derin kuyusu gibi düşünülüyor. Bir başka korkutucu nokta ise efsane haline gelmiş bir şey. Şizofreni suçla, cezayla ilişkilendirilirken, teşhis koyulan kişiler de tekinsiz olarak, toplumdaki diğer bireylere oranla çok daha yüksek suç işleyebilme riski ile değerlendiriliyor. Bu iki temel mesele nedeniyle şizofreni kelimesinin insanlar için korkutucu oluyor.
Şenol Turan: İnsanlar 'şizofreni' kelimesini duyduklarında korkuya hatta nefrete varan hisleri harekete geçebiliyor, bu kişileri 'saldırgan' veya 'tehlikeli' olarak değerlendirebiliyor. Damgalamanın temeli de bu hastalıkla ilgili yanlış ve abartılı bilgilere sahip olmaya dayanıyor. Yapılan araştırmalar, şizofreni hastalarının suç işleme oranlarının düşünülenden çok daha az olduğunu, gösteriyor. Bu durumun da daha çok bu hastaların tedavi altında olmamalarıyla ya da alkol gibi alışkanlıklarıyla ilişkili olduğu biliniyor. Bu bağlamda tedavi altında olan hastaların, bu hastalığa sahip olmayan kişilerden çok daha fazla saldırgan ve tehlikeli olduklarını ifade etmenin bilimsel bir temeli bulunmuyor.
26 MİLYON KİŞİ BUNUNLA YAŞIYOR
- Hastalığın isminin insanlarda kötü düşünceler uyandırması, öte yandan ‘şizofren’ kelimesinin bir hakaret olarak kullanılması şizofreni teşhisi konan kişileri nasıl etkiliyor?
Şenol Turan: Aslında ruhsal ya da zihinsel hastalıkların çoğu için bu geçerli. Bu amaçla kullanılan kelimelerden en çarpıcı olanının şizofreni olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu da hastalık hakkındaki bilgi eksikliğinin veya yanlışlığının bir sonucudur. Eğer şizofreni hastalığı uygun ve doğru bir biçimde insanlara tanıtılabilirse, bu yanlış değerlendirmelerin azalabileceği söylenebilir. Şizofreni hastalarının ve dahası hasta yakınlarının son derece zor olan bu hastalığa yönelik toplumda görülen tutum, davranış ve söylemlerden olumsuz etkilendiğini biliyoruz. Bu olumsuz yaklaşımlar nedeniyle şizofreni hastalarının kendilerini aciz ve yetersiz hissettikleri, utanç ve değersizlik hissettikleri, benlik saygılarının düştüğü, sosyal ve mesleki işlevselliklerinin azaldığı söylenebilir.
Büşra Kupik: Şizofreni rahatsızlığının tipik belirtileri halüsinasyonlar, sanrılar, sığ duygulanım veya konuşma yoksulluğu veya davranışlar ile dikkat, bellek ve yürütme işlevleri gibi bilişsel bozulmalar şeklinde ifade ediliyor. Hayatı tümüyle etkileyen bir durum olması sebebiyle tanı kriterleri bile bir bireye şizofren tanısı koyma konusunda bu kadar hassas davranırken toplum içinde bireylerin hakaret amaçlı bu kavramı kullanmaları hassas olan bu grubu olumsuz yönde etkileyebiliyor. Hastalığın tekrarlayıcı doğası bireylerin günlük yaşama uyum sağlamasını zorlaştırabiliyor. Dünyada yaklaşık olarak 26 milyon insan bu rahatsızlık ile yaşamak durumunda. Şizofreniye yönelik damgalama, hastalığın bilişsel işlevlerde yarattığı bozukluk, negatif belirtiler ve bu bireylere yönelik destekli istihdam programlarının olmaması şizofreni tanısı olan bireylerin çalışmasını zorlaştırabiliyor. Çalışmak isteyen birçok şizofreni tanısı olan birey de yaşadıkları zorluklar nedeniyle pes ediyor ve çalışma isteğinden vazgeçebiliyor.
'GENETİK OLDUĞU GİBİ YAVAŞ YAVAŞ DA GELİŞEBİLİYOR'
- Şizofreni nasıl bir hastalık ve tedavisi var mı?
Burak Doğangün: Bununla ilgili birçok araştırma var. Hangi genin olduğunu tam net bilmiyor olsak bile genetik yatkınlıktan söz etmek mümkün. Yani ailede böyle bir bozukluk varsa o kişilerin çocuklarında da çıkma ihtimali artabiliyor. Şizofreni yavaş yavaş gelişebiliyor. Zaman zaman negatif belirtiler dediğimiz içe kapanma, dış dünyadan izolasyon gibi daha önceden sosyal olan bireyler asosyal olmaya başlayabiliyor. Sonradan da yavaş yavaş pozitif belirtiler dediğimiz, halüsinasyon gibi olmayan nesneleri görme duyma gibi veya hezeyan gibi çok güçlü değiştirilemez düşünceler ortaya çıkabiliyor. Bu bireyler dış dünyadan zarar göreceğini, cansız nesnelerin kendilerine mesaj verdiğini, başkaları tarafından takip edildiği ya da işte çok özel görevlerle Tanrı tarafından görevlendirilmiş olduğunu düşünebiliyor, hatta bazı nesneleri çarpıtarak algılayabiliyor. Örneğin; elektrik kablosunu bir yılan olarak algılayabiliyor. Bütün bu klinik belirtiler bir tetikleyici sebebiyle ortaya çıkabiliyor. Modern tıbbın ve ilaç biliminin de gelişmesiyle şizofreni için kullanılan ilaçların yan etkileri belirgin bir şekilde azalmış ve tedavi edilebilir bir durum haline gelmiştir.
'ÖMÜR BOYU TEDAVİ ALTINDA OLMALARI GEREKİYOR'
Şenol Turan: Şizofreni hastalarının çoğu zaman ömür boyu tedavi altında olması gerekiyor. Şizofreni hastalarının beynindeki belli bölgelerde 'dopamin' denilen bir maddenin düzeylerinin arttığını biliyoruz. Bu maddenin ilaçlarla normal bir düzeye çekilmesi hedefleniyor. İlaç kullanılmadığı takdirde yeniden bu maddenin artacağını ve belirtilerin tekrar başlayacağını söyleyebiliriz. Şizofreninin nedeni tam olarak aydınlatılamamakla birlikte, oluşumunda genetik özelliklerin, beynin gelişim sürecinde etkilenmesinin, doğum veya anne karnındayken yaşanan olumsuz durumların ya da beynin süreç içerisinde dejenerasyonunun etkisinin bulunduğu düşünülüyor.
'KELİMELERİ DEĞİŞTİRMEK BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRMEYECEK'
- Dünyada bazı ülkelerde 'şizofreni' kelimesinin değişmesi için çalışmalar yapılıyor. Hastalığın adının değişmesi ön yargıları kırabilir mi?
Burak Doğangün: Şizofreni sözcüğü ‘schizophrenia’ yani zihnin yarılması anlamına gelir. Kelimeleri değiştirmek ise hastalığa bakışı değiştirmeyecek. Bugün şizofreni çok ciddi bir damga olarak kullanıldığından, insanların da kelimeyi değiştirme çabasını anlayabiliyorum. Ancak genel farklı olana hep bir direnç var. Yani şizofreni kelimesi değişse de başka bir kalıp, başka bir damga bulunabilir. Önemli olan insanın ötekini anlayabilecek düzeyde olması. Bizim ülkemizde hastalıkların adını değiştirmekle ilgili bir çalışma yok ama psikiyatrik hastalıklarla bağlantılı olan damgaları kırmak adına çalışmalar yapılan olan sosyal örgütler mevcut.
Büşra Kupik: Şizofreni tanısı almış bireyler rahatsızlığın bir getirisi olarak halüsinasyonlar görme, depresyonun eşlik etmesi, duygusal ve bilişsel yetilerde bozulmalar gibi birçok semptom yaşayabiliyor. Bu semptomların bir getirisi olarak da aktivite performansları düşebiliyor, öz bakım rutinlerini tek başına sürdürmekte, diğerleriyle iletişim kurmakta zorlanabiliyorlar. Yaşadıkları semptomlar ve becerilerindeki kayıplar günlük yaşam aktivitelerine katılma konusunda sosyal hayattan çekilme, dışlanma, damgalanma, işsizlik gibi ciddi zorluklar yaşamalarına yol açabiliyor. İlaç ve terapi desteğinin sürdürülmesi ile semptomlar tamamen ortadan kaldırılamasa da kontrol altına alınabiliyor. Dolayısıyla isim değişikliğinin faydalı olma ihtimaliyle beraber bireylerin maruz kaldıkları ön yargılarla mücadele edebilmek için isim değişikliğinden fazlasına ihtiyaçları var. Toplumsal bilinçlendirme çalışmaları bireylerin bu rahatsızlığa sahip kişilere yönelik bakış açısının değiştirilmesine yardımcı olacaktır.
'HASTALIK AİLELER TARAFINDAN İNKAR EDİLİYOR'
- Teşhis koyulan insanlar bu terimle ilişkilendirilmek istemezken, aileler de belirtiler olsa dahi çok geç evrelerine kadar bir uzmana başvurmuyor. Bu durum ne gibi riskleri beraberinde getiriyor?
Burak Doğangün: İnsanlar genellikle yakınlarının bir hastalıkla etiketlenmesini istemez. Hangi hastalık olursa olsun bu korkutucudur ama psikiyatrik hastalıklar biraz daha korkutucu gelebilir. Şizofreniden şüphelenilen bireylerin yakınları, psikiyatristlere getiriyorlar. Ancak bu sözcüğün oluşturduğu negatif etkiler nedeniyle kişiler genelde inkar ediyor, başka uzmanlara gidip başka çözüm arayışları içine girebiliyorlar.
Şenol Turan: Bu hastalığın erken teşhis edilmesi ve tedaviye erken başlanması olumlu sonuçları da beraberinde getiriyor. Hastaların uzun süre tedavi görmemeleri ise beyin yapıları üzerinde çok fazla olumsuz etkiler oluşturuyor ve ciddi yıkıma neden oluyor. Bu bağlamda hastaların uygun bir biçimde tedavi altında olmaları, hem hastalığın beyin üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak hem de hastaların sosyal uyumlarını arttırması bakımından önemlidir.
Büşra Kupik: Ruhsal engeli olan insanlar tehlikeli, saldırgan olarak nitelendirildiğinden onlardan korkuluyor ve hastalanmalarından dolayı suçlanıyorlar. Bu sebeple ruhsal rahatsızlıkları olan bireylere yönelik bir damgalama ve dışlama görülüyor. Toplumun bu tanıyı almış kişilere yönelik bakış açısı araştırıldığında; tehlikeli oldukları, toplum içerisinde serbest bırakılmamaları gerektiği, onlarla çalışamayacakları, evlenmeyecekleri, komşusu olmaktan rahatsız olacağı, evini kiraya vermek istemeyeceği gibi yanıtlar yer alıyor. Dolayısıyla bireylerin hayatının tümünü etkileyen bir teşhis alması karşısında ilk başta inkâr, durumu kabul etmek istememek gibi tepkiler vermeleri gayet anlaşılır bir durum. Aile üyelerini de zor bir süreç beklediği ve toplumsal baskıdan, ön yargıdan kaçmak adına bu rahatsızlığın duyulmasını istememeleri olağan bir durum. Durumu görmezden gelmek, tedavi sürecine başlamamak hem rahatsızlığı yaşayan kişi için hem de çevresindekiler için ciddi zararlara yol açabilir.