Güncelleme Tarihi:
Her ne kadar son iki yıldır dünyanın gündemi Covid-19 pandemisi olsa da, küresel ısınmanın yaşadığımız gezegen üzerinde yarattığı tehdidi artık daha yakından hissetmeye başladık. Özellikle sıcaklıkların aşırı yükselmesiyle sıra dışı hava olaylarının artması, kutuplardaki buzulların hızla erimesi ve orman yangınlarının çoğalması alarm zillerinin çaldığını gösteriyor.
Cambridge Üniversitesi ve UK Met Office'ten araştırmacılar, iklimin bu şekilde ısınmayı sürdürmesi halinde volkanik püskürmelerin/patlamaların daha şiddetli olacağının altını çiziyor. Özetle, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinden dolayı sadece orman yangınları, sel ya da buzulların erimesi değil volkanik hareketlilikler de bizleri bekliyor. Çalışmaya göre söz konusu hareketlerin yüzde 50 oranında şiddetlenmesi bekleniyor.
Araştırmada altı çizilen önemli bir konu da patlamalardan salınan sülfat aerosolleri (Bir katının veya sıvının gaz ortamı içerisinde dağılması) 1-3 yıl boyunca stratosferde kalması ve atmosferin yüzeyde soğumaya sebep olması…
Bu konuda görüşlerine başvurduğum Jeofizik Yüksek Mühendisi Dr. Doğan Kalafat, geçen yüzyılda meydana gelen birkaç patlamanın, bir ila üç yıllık süreler boyunca dünya yüzeyindeki ortalama sıcaklıkta yarım dereceye kadar (Fahrenheit ölçeği) bir düşüşe neden olduğunu belirtti. Özellikle 15 Haziran 1991'de Pinatubo Dağı örneğine dikkat çekti:
“Pinatubo Dağı’nın patlaması, 20 yüzyılın en büyük patlamalarından biriydi ve 20 milden daha yüksek bir yükseklikte stratosfere 20 milyon tonluk bir kükürt dioksit bulutu enjekte etti. Pinatubo bulutu, 1978'de uydular tarafından bu tür gözlemlerin başlamasından bu yana stratosferde gözlemlenen en büyük kükürt dioksit bulutuydu. Sonuç olarak, iklim etkisinde göze çarpan bir şeydi ve patlamayı takip eden üç yıl boyunca 1,3 derece kadar dünyanın yüzeyini soğuttu.”
Ayrıca Dr. Doğan Kalafat, İzlanda'da gerçekleşen 1783-1784 İzlanda Laki volkanın patlamasının, Pinatubo'dan şaşırtıcı miktarda daha fazla kükürt dioksit saldığını söylüyor.
“Bu iki patlamanın uzunluğu ve tarzı önemli ölçüde farklı olsa da, eklenen atmosferik kükürt dioksit benzer süreler boyunca benzer miktarlarda Avrupa ve Kuzey Amerika'nın bölgesel soğumasına neden oldu.”
* Peki Türkiye’de durum nasıl?
* Ülkemizde püskürme potansiyeline sahip volkan bulunuyor mu?
* Volkanların püskürme aralığı için bir zaman verilebiliyor mu?
Konya Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nde görevli Prof. Dr. Kürşad Asan hurriyet.com.tr'ye önemli bilgiler verdi.
Türkiye’de püskürme potansiyeline sahip volkan bulunuyor mu?
Tektonik bir kuşak olan Alp-Himalaya orojenik kuşağının bir parçası olması nedeniyle, ülkemizde jeolojik olarak farklı tip ve yaşta volkanlar yaygın olarak bulunuyor. Ayrıca bunlar oldukça geniş alanlar kaplamakta. Alansal olarak Türkiye’nin yaklaşık yüzde 16’sı diyebilirim.
Konumuzun volkanik tehlikeler olması bakımından özellikle ‘genç’ volkanlara değinmemiz gerekiyor.
Burada ülkemizdeki 2.6 milyon yıldan daha genç olan volkanlar öne çıkmakta. Bunlar içerisinde de özellikle 12 bin yıldan daha genç olan volkanları ele almamız gerekiyor. Smithsonian Institution tarafından yürütülen ‘Küresel Volkanizma Programı'nın verilerine göre ülkemizde 10 adet aktif volkan veya volkanik saha bulunuyor.
- Acıgöl (Nevşehir)
- Ağrı Dağı (Iğdır-Ağrı)
- Erciyes Dağı (Kayseri)
- Göllüdağ (Niğde)
- Hasan Dağı (Aksaray)
- Karacadağ (Şanlıurfa-Diyarbakır)
- Karapınar (Konya)
- Kula (Manisa)
- Nemrut Dağı (Bitlis)
- Tendürek Dağı (Ağrı)
ÇOĞU YILLAR ÖNCE PÜSKÜRDÜ
Volkanların aktif olduğu nasıl tespit ediliyor? Bu konuda ne tür çalışmalar yürütülüyor?
Volkanik aktivite karakteristikleri ve püskürme tarihleri bakımından volkanları ikiye ayırabiliriz. Bunlar aktif ve sönmüş volkan…
Aktif volkan: Son 10 bin yıl içerisinde en az bir defa faaliyet göstermiş volkanlar. Aktif volkanlar güncel olarak volkanik bir faaliyet gösteriyor olabileceği gibi (örneğin Hawaii-Kilauea volkanının 2020 yılı faaliyeti), belli bir süredir suskunluk döneminde yani ‘uyuyan’ bir volkan olabilir.
Uyuyan volkanların gelecekte yeniden aktivite göstermesi jeolojik olarak muhtemeldir. Uyuyan volkanlar, aktivite bakımından tehlikeli ve sinsi volkanlardır çünkü bunlar güncel olarak aktif olmadıklarından, insanların dikkatlerini üzerine çekmezler ve takip edilmedikleri için bir gün ansızın faaliyet gösterebilirler.
Sönmüş volkan: Aşınmış durumda olan, son 10 bin yıl içerisinde herhangi bir faaliyet göstermemiş ve yakın bir gelecekte volkanik faaliyet üretmesi beklenmeyen volkandır.
Peki bu hareketlilik sonrası yıkıcı sonuç ortaya çıkmış mı?
Bu aktivitelerin ne kadar yıkıcı ya da şiddetli olduğu ayrı bir tartışma konusu... Kroniklerde, Nemrut’un 1692’deki son volkanik aktivitesiyle ilişkili olarak deprem oluştuğu, birçok yerleşim yerinin yıkıldığı ve insanların öldüğü belirtilmekte.
Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var, her volkanik aktivite şiddetli patlamalı/yıkıcı olmak zorunda değildir. Bir volkandan çok zayıf bir gaz çıkışı da volkanik faaliyet olarak değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir önceki soruda da değindiğim üzere Nemrut, Tendürek ve Ağrı Dağı hem tarihlendirme hem de güncel gaz çıkışları gözlenmesinden dolayı birer aktif volkandırlar.
ÜLKEMİZDEKİ UYUYAN VOLKANLAR, BİZİ DAİMA UYANIK TUTMALI
Şu an bu volkanlara 30-40 kilometre mesafede yaşayan insanlar var. Volkanların harekete geçmesi, volkanların olduğu alanlardaki yerleşimler için tehdit oluşturuyor mu? Bu konuda potansiyel tehlike nedir?
Tarımsal açıdan verimli topraklar içermesi, barınma imkânları, enerji ve hammadde kaynaklarından dolayı volkanik araziler insan yerleşimi açısından uygun alanlar olmuştur. Buna paralel olarak, aktif volkanik arazilerdeki insan yaşamı volkanların birincil ve ikincil tehlikeleri tarafından sürekli tehdit edilmiştir. Buna en tipik örnek Vezüv (İtalya) volkanının MS 79’daki yıkıcı aktivitesiyle, volkana 10-15 km uzaklıktaki Pompeii Antik Kenti 2 metrelik kül örtüsü ile kaplanmış ve orada yaşayanlar için bir trajedi ile sonuçlanmıştır.
Buradan basit bir çıkarımla, ülkemiz için volkanik kaynaklı felaket senaryoları yazmak doğru bir yaklaşım olamaz. Ancak ülkemizdeki uyuyan volkanlar gerçeği, bizleri daima uyanık tutmalı ve bu volkanları izlemeye teşvik etmelidir. Ayrıca buraya kadar olan bölümde, sadece volkanik aktivitelerin üretebileceği piroklastikler (akma veya düşme), lavlar ve gaz çıkışları gibi birincil tehlikelerden bahsettik. Volkanik aktivitelerle ile ilgili olarak ikincil tehlikeler de önem arz etmekte.
İkincil tehlikeler nedir?
İkincil tehlikeler volkanik aktivite ile eşzamanlı olabileceği gibi, sonradan da gelişebilir. Bunların başında volkanik çamur akıntıları olarak bilinen 'Lahar' geliyor. Ülkemizde yer alan aktif volkanların önemli bir kısmı, orojenik kuşakların tipik volkanı olan strato-volkanlardır. Strato-volkanlar yamaç eğimleri yüksek ve piroklastik (volkanik bacalardan dışarı atılan kırıntılar) ürünler açısından zengin volkanik yapılardır.
Bu nedenledir ki volkan yamaçlarında bulunan muhtelif boyutlardaki gevşek piroklastik materyal yağmurlar (Bacadan fırlatılan parçalı volkanik malzeme) atmosferik su ile karışarak, sel benzeri çamur akıntıları oluşturabilir ve volkanların çevresindeki yaşamı tehdit edebilir. Buna en trajik örnek, Nevado de Ruiz (Kolombiya) volkanının 13 Kasım 1985 püskürmesini takiben 60 kilometre boyunca gelişen Lahar akıntısında 23 bin insanın ölümü verilebilir.
Volkanik patlamalar engellenebilir mi?
Volkanik aktivitelerin gerisinde, milimetre ölçekli-küçük magma odası olaylarından kilometre ölçekli-büyük levha tektoniği olaylarına kadar bir dizi dinamik yer süreçleri yatmaktadır. Dolayısıyla volkanizma gibi doğal bir jeolojik fenomeni engellemek mümkün değildir. Ancak volkanik tehlikeler önceden tahmin edilebilir ve bununla ilişkili riskler en aza indirgenebilir.