Güncelleme Tarihi:
Şair olmasaydım fotoğrafçı olmazdım
İsveç'te yaşayan ünlü fotoğraf sanatçısı ve şair Lütfi Özkök, bugün dünyanın bir numaralı portre fotoğrafçısı. Arşivinde yaklaşık bin 500 ünlü yazar ve sanatçının fotoğrafları yeralıyor. Çevirdiği şairlerin fotoğraflarını çekmekle başladığı bu işi halen amatör olarak yaptığını iddia ediyor. Fotoğraf çekmek için evinin mutfağını kullanıyor ve filmlerini kendi tab ediyor. Dünyada bir çok ülkede sergi açan sanatçı son olarak portreleriyle İstanbul'da. Maçka Sanat Galerisi'deki sergi ay sonuna kadar görülebilir.
Neden özellikle yazar portreleri?
İsveç'e yerleştikten sonra şiir çevirileri yapmaya başlamıştım. İsveç şiirini tanıtmak istiyordum Türkiye‘de. Yaptığım çevirileri o zaman Orhan Hançerlioğlu ve Hüsamettin Bozok dergilerinde yayınlıyorlardı. Sonra, bu şiirler çok güzel fakat bu insanlar nasıl görünüyorlar bize onların fotoğraflarını da gönder dediler. Eşimin küçük bir makinesi vardı. Onunla, çevirdiğim şairlerin resimlerini çekiyordum. Böylelikle kendi işimi kendim göreyim derken fotoğrafçılığa bulaşmış oldum. Şiir sebep oldu benim fotoğraf çekmeme.
Belli bir fotoğrafçılık eğitimi almadınız mı?
- Eğitim demeyeyim, ama ben İsveç’te 15 yıl şehircilik bürosunda çalıştım. Orada yaptığımız maketlerin fotoğraflarını da çekerdim. Çalıştığım yerde Naziler'den kaçmış Macar Yahudisi bir dostum vardı. İlk ışık bilgilerini o maketleri çekerken ondan öğrendim. Benim en büyük ustam o oldu. Daha sonra maketlerden insan fotoğraflarına geçtim. Ondan sonra o yıllarda nadir yapılan edebiyatçı kongrelerini izlemeye başladım. Hangi kongreye gitsem kelle avcısı gibi onbeş yirmi yazar fotoğrafıyla dönüyordum İsveç‘e.
Godot’un komünistliği
Ünlü yazar Samuel Beckett ile özel bir dostluğunuz oldu. Nasıl tanıştınız kendisiyle.
- 1961'de tesadüfen gittiğim bir kongrede Allen Robbe Grillet ile karşılaştım. Onu bir yıl önce Stockholm'de tanımış ve fotoğrafını çekmiştim. Ne yapıyorsun burada dedi. Bir arkadaşım o yıllarda Samuel Beckett'ten çeviri yapmıştı. Ben de o arkadaşımın selamını Beckett‘e getirdiğimi ve onunla tanışmak istediğimi söyledim. Pek ümit yok ama ben de sana bir iki not yazayım ve görüşmeni sağlamaya çalışayım dedi. Neyse, randevu alıp bir cumartesi günü evine gittim. Ama ben fotoğrafçı olduğumu söylemedim. Sadece ona arkadaş selamı getirdiğimi söyledim. Bir saat falan oturup konuştuktan sonra birşeyler almak için çantamı açmam gerekti. Tabii fotoğraf makinelerini görünce umacı görmüş gibi oldu. Çok sinirlendi. Ben de fotoğraf çekmek gibi bir niyetimin olmadığını anlatttım kendisine. Ama ensemdeki terler boncuk boncuk olmuştu. Tam kalkıyordum ki, biraz daha oturup bir çay içmemi rica etti.
Neyse, ortalık biraz sakinleşip çayları içince ben de ona kendisinin Türkiye’de tanındığını anlattım. Yaklaşık bir yıl kadar önce Küçük Sahne‘de Godot‘yu Beklerken'i sahnelemişlerdi. Fakat oyunu bir süre sonra polis basmış ve Godot komünisttir diye yasaklamışlardı. Beckett‘in gözleri yuvalarından fırladı bunu duyunca. Kimse bilmiyor ki onun kim olduğunu dedi. Ölümüne kadar süren dostluğumuzda ben de iç sormadım Godot kimdir diye. Sohbetimiz böyle ilerleyince yeni taşındığı küçücük evinin mutfağında çektim fotoğraflarını. Daha sonra benden başka kimseye bildiğim kadarıyla fotoğraf çektirmedi. 84'te bana yazdığı bir mektupta karanlık üzerime çökmeden seni bir kez daha görmek istiyorum diyordu. Ne dediğini anlayamadım ve basiretim bağlandı, gidemedim. Ondan sonra da öldü. O içimde hep bir ukte olarak kaldı.
Sanatçılar kaprisli olurlar. Resmini çekmek için en çok kimde zorlandınız.
- Rene Char'da çok zorlandım. Aksi biriydi, tam bir haydut. Şiir olmasaydı, ben haydut olurdum derdi. Varlıklı biriydi ama Paris’te ufacık bir evde yaşıyordu. Ziyaretçilerden nefret ederdi. Hadi geliyorlar konuşuyoruz da, bazıları da tutup şiir dersi vermeye kalkmıyorlar mı, işte o zaman hepsini kapıdan atıyorum derdi. Çektiğim fotoğrafların kontaktlarını gönderirdim ve kontrol ederdi. Hangisini beğenmezse üzerini çizsin ve ben onu basmayayım diye. Bu sözümü bütün yazarlara karşı tuttum. İstemedikleri bir kareyi bile kesinlikle çoğaltmadım. Rene Char asker olduğu için emir verir gibi konuşur ve şundan şundan istiyorum diye gösterirdi.
Kişiliklerinden etkilendikleriniz oldu mu?
- Beckett, Rene Char ve Nazım. Üçü beni çok etkilemiştir. Tutarlılıkları, kişilikleri ve tevazularıyla.
Nazım Hikmet'i nerede tanıdınız?
- Tesadüf oldu tanışmamız. 1958'de Barış Partizanları diye bir hareketin içinde Stockholm'e gelmişti. Kendisini görmeye gideceğim fakat yanıma bir türlü arkadaş bulamıyorum. Herkes çekiniyor, gitmemem için beni uyarıyorlardı. Biz İlhan Koman'la birlikte çıkıp gittik kendisini görmeye. Tabii toplantıların yıldızıydı. Müthiş bir karizma. Kendimizi tanıttık ve onu yakındaki bir Fransız lokantasına öğle yemeğine götürdük. İlk Nazım fotoğrafını o lokantanın kapısında çekmiştim. Daha sonraki yıllarda da bir iki kere geldi Stockholm'e zaten. En son olarak da Floransa'da çekmiştim. Ölümünden önceki son fotoğraflarıydı onlar. Başka da fotoğrafım yoktur onunla ilgili. Ben zaten o yıllarda fotoğrafı hatıra olsun diye çekerdim. Profesyonel bir amacım yoktu. Aile albümüne katmak içindi. Sistematik olarak yazarların peşlerinden koşmadım. Rastlantılarla oldu çoğu. Bazen yoluma çıktılar, bazen de ben onların yoluna.
Sartre kurbağa gibiydi
Fotoğrafını çekerken tedirgin olduğunuz sanatçılar oldu mu?
- Ben bu işi severek yapıyorum. Negatif elektrik aldığım zaman çalışamam zaten. Bazıları küçük aksilikler yapıyor. Ne bileyim, profilimden al, sağımdan kötü çıkarım falan diye. Bu tür şeyler oluyor tabii. Sartre'ı gördüm bir keresinde, kitap imzalıyordu. Orada bir iki kare aldım. Beni görünce, yarın beni ara, burada iyi çekemezsin çevremde insanlar var dedi. Kendisini aradım ama bir türlü bulamadım. Meğer o yıllarda ölüm tehdidi alıyormuş Cezayir meselesiyle ilgili olarak ve sürekli otel değiştiriyormuş. Daha sonra 1967'de Stockholm'e geldi. Orada uzaktan bir iki kare aldım ama hiç içimden gelmedi. Gözleri kurbağa gibiydi, tedirgin oldum ve çekmedim. Bazı yüzler işte böyle itiyor insanı. Kaç kere de ağlayarak çıkmışımdır fotoğraf çekmeye gittiğim evlerden. Ben de bir şairim. İnsan bir sıcaklık ve anlayış istiyor.
Suratsız bir şekilde duruyor ve aksilik yapıyorlar. İşte o zaman makineyi atıp kırmak istiyorum. Cesaretim kırılıyor.
Sanatçı portreleriyle ünlendikten sonra değişik alanlardan portre çektirmek için gelenler oldu mu?
- Tabii olmaz olur mu? Zengin insanlar gelip portre çektirmek istiyorlar, bankerler falan. Amerikan filmlerindeki gibi çalışıyorum sanıyorlar. Büyük stüdyom var, sağına soluna ışıklar yakıyorum ve etraflarında dolanıyorum. Hayır, küçük bir evim var benim. Geleni mutfağa sokuyorum ve çekiyorum fotoğraflarını. Çok şaşırıyorlar. O yüzden bu tür fotoğraflar çekmedim. Aslında çok para vardı bu işte, ama ben yapamadım.
Fotoğraflarımın hepsi ölü
Portre olarak arşivinizde yaklaşık kaç fotoğraf var?
- Bin beşyüz isim var. Büyük bir arşiv. Fakat bakıyorum çoğu ölmüş. Kendimi mezarlıkta dolaşıyor gibi hissediyorum bazen. İnsanın içi ürperiyor. Bu sergimde 75 fotoğraf yer alıyor. Bunların da çoğu şimdi ölü. Bunu özellikle yapıyorum. Çünkü onlar şikayet edemiyor.
İsveç'e neden gittiniz?
- Sorbonne'da okuyordum. Bir gün parka girdim dolaşmak için. Baktım banklardan birinde sarışın güzel bir kız oturuyor, hem de tek başına. Karşıda bir dondurmacı. Hemen gidip iki dondurma aldım ve birini ona verdim. İşte herşey o dondurmayla başladı. Bir sene sonra evlendik ve İsveç‘e yerleştik. Orada iş vardı. 1951 yılından beri orada yaşıyorum. Aslında başlarda çok zorlandım. Dilini zor öğrendim. Fransızcamı kaybetmek istemiyordum. Uzun zaman köksüzlük hissettim. Fakat bataklığa batar gibi battık.
Şiirle gelen fotoğraflar
İsveç'te yaşayan ünlü fotoğraf sanatçısı ve şair Lütfi Özkök, bugün dünyanın bir numaralı portre fotoğrafçısı. Arşivinde yaklaşık bin 500 ünlü yazar ve sanatçının fotoğrafı yeralıyor. Şiirlerini çevirdiği şairlerin fotoğraflarını çekmekle başladığı bu işi halen amatör olarak yaptığını iddia ediyor. Fotoğraf çekmek için evinin mutfağını kullanıyor ve filmlerini kendi tab ediyor. Dünyada bir çok ülkede sergi açan sanatçı son olarak portreleriyle İstanbul'da. Maçka Sanat Galerisi'deki sergi ay sonuna kadar görülebilir.
SAMUEL Beckett
Life için çekildi bu fotoğraf. Dergiden onunla söyleşi yapmak istemişler. Fakat fotoğraf çektirmeyi kabul etmemiş. Stockholm'de bir Türk var, onu çağırın demiş. Gittim ve bu fotoğrafı çektim. Life'ta yayınlandı o zaman.
Nazım Hikmet
Nazım'ı konferans verdiği salonun hemen kapısındaki merdivenlere oturtarak fotoğrafladım. Moskova'ya gelmem için bana çok yalvardı ama bir türlü bunu başaramadım.
Passolini Stockholm'e
bir film festivali için gelmişti Passolini. Orada hemen oturtup fotoğraflarını çektim. Akşam üzeriydi ve o gece dönecekti. Ertesi gün öldürüldüğünü duydum. Bu onun son fotoğrafıdır.