Güncelleme Tarihi:
İlk anda kitabın adı, ‘‘Üniforma Slogan Biber’’ insanın dikkatini çekiyor. Ancak gazeteci-yazar Faruk Bildirici'nin Ümit Yayıncılık'tan çıkan bu yeni kitabının bir başka başlığı var: Anadolu İnsan Bahçesi.
Bildirici, ‘‘Üniforma Slogan Biber’’i Anadolu İnsan Bahçesi'nin birinci bölümü olarak yayınladı.
Anadolu İnsan Bahçesi, yazarın, kimliğinin peşinde koştuğu uzun bir yolculuğun sonunda vardığı son durak. Faruk Bildirici bir Anadolulu ve bu dizide Anadolu'yu, Anadoluları anlatıyor.
‘‘Aslolan, Türkiye insanının daha önceki Anadolu uygarlıklarından devraldığı kültürel mirası, bugün taşıdığı noktadır.’’
Biz kimiz? Kendimizi nasıl tarif ederiz? Osmanlı mı, Türk mü, Sünni mi, Alevi mi? Faruk Bildirici'nin bu sorulara verdiği cevap ise: Anadoluluyum, Anadolu'da ne olmuşsa, hepsinin mirasçısıyım. Bu anlamda, Halikarnas Balıkçısı'nın, Sabahattin Eyüboğlu'nun izinden gidiyor. ‘‘Doğru olan, bu ülkedeki tüm kimlikleri, farklılıkları ve benzerlikleri olduğu gibi kabul ederek, hayatın her alanında sindirerek yaşamaktır.’’
Faruk Bildirici, sevdiği, benimsediği ve gazetecilik çalışmalarıyla yakından tanıdığı Anadolu'yu, Anadolu insanını anlatıyor kitabında. Ama teorik analizlerin yer aldığı bir kitap değil bu. Bir yanıyla Reşat Nuri Güntekin'in ‘‘Anadolu Notları’’ adlı benzersiz eserini çağrıştırıyor. Bir yanıyla insan topluluklarını ve kültürlerini inceleyen sosyal antropolojinin, nesneleri ve simgeleri inceleyen semiyolojinin alanına giriyor. Ve bir yanıyla da titiz bir gazetecilik çalışması.
Anadolu'nun insan bahçesinden neleri derlediğini kısaca sayacak olursak: lahmacun savaşları; rakıyla çayın sarsılmaz saltanatı; politika ve politikacı kültürümüz; kılık kıyafetle olan karmaşık, yatakla olan kompleksli ilişkimiz; sünnetin toplumumuzdaki anlam ve önemi (düşüne-bileceğimizden çok, çok daha fazla!)...
Büyük bir zevkle okunan bu yazıları Faruk Bildirici kitap haline getirmeden önce Hürriyet'te ve GazetePazar'da yayınlamış, hepsini başından itibaren henüz tamamlanmamış bir bütünün parçaları olarak tasarlamıştı. Şimdi yolda Anadolu İnsan Bahçesi'nin ikinci cildi var. Adı da Anıtkabir Racon Zambak olacak.
İşte ‘‘Üniforma Slogan Biber’’den birkaç alıntı: Okura yiyeceği lezzetli yemeği önceden biraz tattırmak için...
Ordunun moda tarihi
Bildirici'nin kitabına adını veren nesnelerden biri de üniforma. Bu bölümde yazar elbette yalnızca asker ya da polis üniforması üzerinde durmuyor, toplumun kılık, kıyafet ve dış görünüş konusunda aldığı tüm tavırları inceliyor. Biz askeri üniforma tarihinden bir özet verelim. Bakın bu üniforma ülkenin ekonomik-siyasal dönüşümlerinden nasıl etkilenmiş:
Cumhuriyet'in üniformalara getirdiği en büyük yenilik, madalya ve nişanların kaldırılmasıydı. Bu madalyalar ve üniformalardan kaldırılan kılıçlar, eskicilerde satılıyordu. Tıpkı, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra tüm madalyaların, nişanların pazarlarda satılması benzeri bir olay yaşanıyordu.
Eskicilerdeki madalya ve kılıçlar, gemileriyle İstanbul'a gelen Amerikalı askerlerin çok ilgisini çekmişti. Amerikalılar, eski madalya ve kılıçları eskicilerden 10 kuruş gibi o dönemde de komik olan paralar ödeyerek topluyorlardı. Tarihi, kucaklarında ülkelerine götürüyorlardı.
Kılıç kısa süre sonra üniformalara yeniden eklendi. Madalyalar da Türk Silahlı Kuvvetleri'nde son yıllarda yeniden kullanılmaya başlandı. Madalyaların ilk dönemde kaldırılmasının temel nedeni, Osmanlı'nın son yıllarında madalya dağıtımının iyice çığrından çıkması, yerli yersiz madalya dağıtılmasıydı...
ÜNİFORMANIN ÖNEMİ
Kalpaklı Kuvayi Milliyecilerin kurduğu Cumhuriyet ordusunda yakadaki rütbe işaretleri değiştirildi. Kış aylarında haki, yaz aylarında bej renkli üniformalar giyildi.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde gayet şık üniformalar vardı. Hatta Hamiyet Yüceses'in, Safiye Ayla'nın, Müzeyyen Senar'ın programlarına giden subaylar, hep ön sıralara oturtulurdu. İkinci Dünya Savaşıyla birlikte hem üniformalar kötüleşti, hem de yeni zenginler türedi. Gazinoların ön sıralarını savaş zenginleri kaptı.
Savaşla birlikte ülke fakirleşince, askerler de boz renkte kaba kumaştan bir üniforma giymeye başladılar. Bu kaba üniformayı giyen subayların erlerden tek farkı manevra kemeri ve yıldızlarıydı.
Yakaların açılması Orgeneral Salih Omurtak'ın Genelkurmay Başkanlığı dönemine rastlıyor.
1954'te Genelkurmay Başkanlığı'na Orgeneral Nurettin Baransel'in geldiği günler üniformalarda yenilikler dönemiydi. Yazlık açık renk üniforma ilk kez Baransel'in döneminde giyilmeye başlandı. 1969'da Genelkurmay'a gelen Orgeneral Memduh Tağmaç ise yazlık açık renk elbiseyi kaldırdı. Yerine haki elbisenin ince kumaşından yazlık elbise yaptırdı. Hala o elbise giyiliyor.
Üniformada 3 dönem
Emekli Tuğgeneral Nurettin Türsan, Cumhuriyetten sonra üniformalarda yaşanan değişimi üç döneme ayırıyor:
Birinci Dönem: Milli Mücadele yıllarında kullanılan kalpak, güneşliksiz kepten vazgeçilerek şapka ve güneşlikli kasket kabul edilmiştir. Bu Atatürk devrimidir. Albümlere bakarsanız, biraz devrim, biraz Birinci Dünya Savaşı, biraz da Alman üniformasının etkilerini görürsünüz. Belirli işareti deri manevra kemeri kullanılmasıdır. Tabanca ve dürbün bu kemere takılırdı. Bu kıyafette çizme, külot pantolon, pelerin, mavi palto vardır. Ordunun en zengin ve en şık üniformasıdır. Bu üniforma birçok çocukları askeri okullara koşturmuştur...
İkinci Dönem: İkinci Dünya Savaşı ile birlikte 10-12 yıllık sürede ülke ve ordu o kadar fakirleşmişti ki, Sümerbank'ın boyasız, aba kadar kalın boz kumaşından yapılan üniforma kullanıldı. Çizme ve manevra kayışı yine vardı. Şapka da boz kumaştandı.
Üçüncü Dönem: Amerikan yardımının Türkiye'ye girmesiyle, ülkenin bütçesinden orduya ayakkabı ve elbiselik kumaş bile veremeyecek hale gelmesiyle, Amerikan yardımından gelen pardösüler ve botlar giyildi. 1942-43 yıllarında yine Amerikan modasına uyularak siyah iskarpin ve Battle Dress denen eteksiz ceket kabul edildi. Bu cekete manevra kayışı yakışmadığı için kaldırıldı. Bu dönemde üniformadaki değişikliğin iki nedeni vardır: Ülkenin fakirliği yüzünden Amerikan üniformalarına muhtaç olmak, biraz da Amerikan modasına uymak...
Türk Silahlı Kuvvetleri 1980'den bu yana üniformalarda NATO standartlarını benimsedi. Bu gelişme ulusal üniforma kavramına darbe indirdi.
Oysa ulusal üniforma kavramı ABD'de yandan bulabiliyor. En önemli örneği de 1996 yılı sonunda, Makedonya'da BM Barış Gücü bünyesinde çalışacak ABD birliğinde görevlendirilen Amerikan askeri Michael New verdi. Mahkeme, BM üniformasını giymeyi reddeden New'i suçlu buldu. Jürinin suçlu bulduğu sıhhiye eri New, 6 ay hapis, rütbe ve ücret indirimiyle cezalandırıldı...
Çokkültürlü biber
Üç kent birbirine çok yakın. Ancak biber kültürü çok uzak. Urfa isotunun hükümranlığı Fırat'ı geçince bitiyor. Suyun bu tarafından kırmızı pul biber makbul. Yani Maraş biberi. Antep de aynı fraksiyondan. Üç kentin biber salçası yapımları bile farklı. Urfa kuru biberi daha çok tüketiyor, salça için acı bibere bir miktar tatlı Bursa biberi karıştırıyor. Antep, kuru biberden çok salçayı seviyor. Maraş'ın yöntemi daha değişik. Onlar, Bursa biberinden salça yaptıktan sonra içine kuru Maraş ibberi katıp acılaştırıyor. Hani ''Buralarda insanı yediği salçadan tanırlar'' desek yeridir!
Kahrolsun! Yaşasın!
Atatürk sonrası, slogan fakiridir. İktidar, 'Tek Partili demokrasi' döneminde tüm toplumu saran sloganlar bulmakta zorlanır. İktidarın güdümündeki eylemlerde ortaya çıkan sloganlar da basmakalıptır. 1945'teki Tan Matbaası baskını da bu olaylardan biridir. Sol çizgide yayın yapan Tan Matbaasını basanlar, kırıp dökerken çığlıklar atarlar:
'Kahrolsun Komünistler', 'Kahrolsun Serteller', Kahrolsun Tan Gazetesi', Kahrolsun Yeni Dünya', 'Kahrolsun Görüşler Dergisi, 'Yaşasın İnönü.'
Çok partili dönemle birlikte sloganlar da canlanır. CHP'nin 1950 seçim kampanyasını Demokrat Parti'nin bir sloganı altüst eder: 'Yeter söz milletindir.'
Açık bir el üzerine ünlü sloganın yazıldığı afişi hazırlayan bir devlet memurudur. CHP'li Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, afişin mucidi mimar Selçuk Milar'ı çağırır:
-DP'nin afişini siz yaptınız değil mi?
-Evet efendim. Altında imzam var.
-Sizi yürekten kutlarım. İnsanda hayranlık uyandıran üstün bir başarı.
-Sizin beğenmeniz beni çok mutlu etti.
Yücel'in, CHP için de afiş yapması isteğini kabul etmez. Milar, ‘‘Çünkü ben Türk milletinin demokrasi gerçeğini yaşamasının hasreti içindeyim’’ karşılığını verir. Tarih ve Toplum dergisinin 1988 sayısındaki yazıya göre 20 gün sonra Urfa'ya sürülür...