Güncelleme Tarihi:
Ulusal Deprem Konseyinden yapılan yazılı açıklamada, son günlerde yazılı ve görsel medyada, başta İstanbul olmak üzere, Marmara Bölgesindeki deprem tehlikesi ve riskinin yeniden gündeme taşındığı belirtilerek, farklı kişiler tarafından gündeme getirilen faylanma ve kırılma modellerinin her ortamda ve bilimsel tartışma oramı kurallarının ve üslubunun dışında tartışıldığına işaret edildi.
Daha da önemli ve vahim olan durumun ise İstanbul'da büyük oranda deprem tehlikesi ve kayıp riskinin olduğunu gündeme getiren kişi ve kuruluşların çıkarcılıkla suçlanması olduğu vurgulanan açıklamada, dünyanın hemen hiçbir ülkesinde görülmeyen bu yaklaşımın, büyük ölçüde bilgi eksikliğinden kaynaklandığı belirtildi.
Türkiye'de ülke ve bölge çapında deprem tehlikesinin belirlenmesi, araştırmacıların kişisel anlayış ve yorumlarına göre değil, genel kabul gören bilimsel çalışmaların sonuçlarına dayanarak 7269 sayılı yasa gereği Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca belirlenmekte ve Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulmakta olduğu belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Nitekim halen yürürlükte olan Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası, 1999 yılı depremlerinden üç yıl önce, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezine verilen bir proje kapsamı içerisinde hazırlanmış, harita ilgili uzmanların bilimsel eleştirilerine açılmış ve Bakanlar Kurulunun 18 Nisan 1996 tarih ve 96/8109 sayılı kararı ile yürürlüğe girmiştir. Haritanın hazırlanması aşamasında, Türkiye'nin diri fayları, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün verileri esas alınarak belirlenmiş ve bu konuda oluşturulmuş olan bilimsel çalışma gurubu tarafından Türkiye için deprem kaynak zonları ve her zonda olması beklenen en büyük depremler hesaplanmıştır.
Kuzey Anadolu Fay Zonunun İzmit Körfezi ve Marmara Denizini kapsayan batı kesimi ayrı bir deprem kaynak zonu olarak belirlenmiş ve bu zonda 475 yıllık bir tekrarlanma periyotu içerisinde beklenen en büyük depremin büyüklüğü 7.4 olarak belirlenmiştir. Daha sonra da standart azalım ilişkileri kullanılarak, kaya türü zeminler için, ortalama yer ivmesi değerleri hesaplanmış ve yer ivmesinin 0.4 g ve daha büyük olduğu yerler 1. derece deprem bölgesi olarak kabul edilmiştir. Her zaman büyük deprem beklenen 1. ve 2. derece deprem bölgeleri Marmara Bölgesinin büyük bir bölümünü, ülke yüz ölçümünün ise yüzde 66'sını kapsamaktadır.”
BİLİM VE ETİK DIŞI DAVRANIŞLAR
Marmara Bölgesinin ve İstanbul'un deprem tehlikesinin daha ayrıntılı belirlenmesine yönelik bilimsel araştırmaların 1999 depreminden sonra daha da arttığı ve halen süren ve planlanan araştırmalar bulunduğu belirtilen açıklamada, şöyle denildi:
“Ancak bu araştırmaların sonuçları yasal anlamda genel ve bölgesel kullanım aşamasına gelmediği gibi bilimsel çalışmalardan elde edilen tehlike değerleri bugün yasal olarak geçerli olan tehlike haritalarında belirlenen tehlikeyi azımsayacak veya onu önemli boyutta değiştirecek nitelikte değildir. Gerçek bu iken, 'İstanbul'da deprem tehlikesi ve riski azdır. Bu husus, çıkar sağlamak amacıyla bazı araştırmacılar tarafından abartılmaktadır' gibi bilim ve etik dışı davranışlarla halkımızın bilime ve bilim insanlarına olan güvenini sarsıcı açıklamalarda bulunulması büyük oranda yasal, ahlaki ve vicdani sorumluluk gerektirmektedir.
Kamu otoritesinin yasa gereği hazırladığı Deprem Tehlike Haritaları varken ve bu haritalara uyulması yasal zorunluluk iken, esası muğlak ve kişilerin kendi görüş ve anlayışlarına göre hazırlamış oldukları harita ve belgeleri bastırarak halka ve yerel yönetimlere dağıtmanın, yasal olmasa bile bilimsel ve etik sorumluluğu olmalıdır.
Araştırma sonuçlarının bilimsel ortamlarda veya yetkililerle tartışmak yerine, magazin ve eğlence programlarında gündeme getirilmesi ve bu tür etik dışı davranışlara 'halk merak ediyor veya halkı bilgilendiriyoruz' gibi bilim ve etik dışı gerekçeler üretilmesi ve maalesef medyanın da bu tür davranışlar sergileyen kişileri sürekli gündemde tutması, dünyada pek rastlanmayan örnekler olarak değerlendirilmektedir.”