Ülkü Ocakları hazırolda

Güncelleme Tarihi:

Ülkü Ocakları hazırolda
Oluşturulma Tarihi: Nisan 29, 1999 00:00

Haberin Devamı

Ülkücüler partinin vereceği kararları kayıtsız şartsız destekliyorlar

Ankara'da bir Ülkü Ocağı. Duvarda Türkeş ve Bahçeli'nin büyük boy portreleri. Öbür yanda büyük bir bayrak, yanında ‘Ülkü Şehitleri’ panosu, Kabe fotoğrafı, ‘Türk bayrağının doğuşu’ resmi... Ülkücülerle sohbet ediyor, sorular soruyoruz. DSP'yle koalisyon olsun mu? Türban serbest bırakılmalı mı? Ama ne sorarsak soralım, ülkücüler, ‘‘büyüklerimiz en doğrusunu bilir, en doğrusunu yapar’’ diyorlar.

Altı genç ülkücü girdi yıkık dökük odaya. İçerdekiler ayağa kalktılar. Selamlaştılar, sonra tek tek tokalaşma faslı başladı. Tokalaşırken, toslar gibi alınlarını birbirine vuruyorlardı. Önce sağ, sonra sol!

Ankara'da bir Ülkü Ocağı'nda gördüm bu selamlaşma şeklini. Ülkücüler, birbirlerini böyle selamlıyordu! Ocağa az önce girmiş, ocak başkanıyla konuşuyordum. Bir tek onun sarkık bıyıkları vardı. Gazeteci görünce şaşırmıştı. ‘‘Demeç yasağı var. Merkezden izin almam gerekli’’ dedi. Telefona sarıldı. İl Merkezinin telefonu sürekli meşguldü, görüşemedi.

Yine de çay ikram etti, sohbet ettik. Ocağın da, kendisinin de adının yazılmaması konusunda hassastı. Tedirgin konuşuyordu:

- Koalisyona parti karar verir. Ülkücülerde öyledir. Biz tebayız.

MHP Antalya milletvekili Nesrin Ünal'ın türbanını çıkarması konusunda da fikir yürütmeye gerek görmüyordu:

- Büyüklerimiz gerekli politikaları üretir, biz destekleriz...

Sohbeti izleyen genç bir ülkücü, söze karıştı. O daha rahattı konuşurken. ‘‘Ben seçim sonuçlarını bildim’’ dedi:

- Sandık başındaydım. Memur, ‘Ne kadar çok MHP oyu çıkıyor’ deyince ‘MHP’ye yüzde 19 çıkacak, şenlik yapacağız' cevabını verdim.

Anlatırken bile sevinç kaplıyordu bıyıksız yüzünü. ‘‘Az mı fedakarlık ettim? İşimi bırakıp günlerce çalıştım.’’ Başbakanlık Müsteşarlığı'nda çay ocağında çalışıyormuş, işini bırakmış. Evli ve karısı hamileymiş. Onları düşünmekten çok uzaktı; beyni MHP'nin seçim zaferiyle doluydu. ‘‘Halk değişim istiyor, partilerin yaptığı yolsuzlukların farkında’’ dedi. Sert, kararlı konuşuyordu. Ellerinin havadaki küçük hareketleri sözcüklerini daha da keskinleştiriyordu. En çok Fazilet'e kızıyordu:

- FP, türban probleminin üzerine körükle gidip çözülmez yaptı. Şevki Yılmaz gibi milletvekilleri sokaktaki vatandaştan beter argo konuştular. Meclise başörtüsü teklifi getirmediler ama o zavallı insanları coplattılar.

Türbanın serbest olmasını istiyordu. Bir örnekle anlattı bu görüşünü:

- Eteğini ne kadar kısaltabilirsen o kadar da uzatabilirsin. Ne kadar transparan giyebilirsen o kadar örtünebilirsin. Gerçek demokrasilerde böyledir. Aslında demokrasinin de fazlası zarardır...

Kendini bildi bileli ocaktaydı. Çocuk yaşta gelmişti, orada büyümüş, demokrasiyi orada öğrenmişti. Demokrasiden çok disipline alışkındı. ‘‘MHP, DSP ile koalisyon kurmalı mı?’’ sorusunu ocak disiplinine uygun yanıtladı:

- Ona büyüklerimiz karar verecek. İstikrarlı bir politika yürütmüş, MHP'yi bu duruma getirmişler. En doğrusunu yaparlar...

Ocağın duvarlarının başköşesini, Türkeş ve Bahçeli'nin büyük boy portreleri süslüyordu. Öbür yanda büyük bir bayrak, yanında ‘Ülkü Şehitleri’ panosu, Kabe fotoğrafı, ‘Türk bayrağının doğuşu’ resmi...

ASKERLİĞİN ETKİSİ

Vedalaşıp çıktık. Dışarda, bir ülkücüyle ocaklar üzerine konuştuk. Ona göre, ocaklar, gençlere çocuklara siyaset aşılanan mekanlar değildi! Gençlere, ülke, vatan, bayrak sevgisi öğretiliyordu oralarda!

Sözü, askerlik konusuna getirdi. ‘‘Askere gidip gelen gençler daha verimli oluyor’’ dedi, anlattı:

- Askerde PKK ile çatışanlar, potansiyel ülkücü oluyor. Bir genç vardı mahallemizde. Ocağa gelmezdi. Askere gitti geldi, bir baktım ülkücü tavırlar içinde. Bir kenara çekip konuştum. ‘Askerde uyandım, vatan sevgisini orada öğrendim’ dedi...

Bunları anlatınca kendi askerlik günlerini hatırladı. Kıbrıs'ta yapmıştı askerliğini. ‘‘Rumlar, bizim telsiz kanalına girer Türkçe küfür ederlerdi. Onlara bir mermi sıkamadan askerliğim bitti.’’

Ülkücüler arasında beyaz çorabın yasaklandığı haberlerine inat, beyaz çorap giyen bir ülkücüydü o...

ŞEHİT AİLELERİNİN TERCİHİ MHP

Ankara'nın Çubuk ilçesi, Güneydoğu'da akan kanın, MHP'nin oylarını artırdığının somut örneği. Ankara, 241 evladını şehit vermiş; bu gençlerin 53'ü Çubuklu. Bu küçük ilçenin Faziletli belediye başkanı seçimi kaybetmiş; kazanan MHP'li aday Mustafa Gökmen olmuş. 1995 seçimlerinde 650 oy alan MHP, bu seçimde tam 4573 oya yükselmiş!

Şehit ailelerini dinlemek, bu inanılmaz tırmanışı anlamak için yeterli. İlçedeki şehit aileleri son derece aktif. ‘Terör Mağdurları Derneği’ adı altında örgütlenmişler. Dernek Başkanı Zeki Avan, MHP ile dostluklarını anlattı:

- İtalyan büyükelçiliği önündeki protestoya gidecektik. MHP bize araba verdi, canla başla destek oldu. MHP'li değilim ama oyumu MHP'ye verdim.

Neden MHP? ‘‘Çünkü’’ dedi, ‘‘MHP eskiden beri şehit ailelerine destek, bu konuda hassas.’’ Yaşlı, sakallı bir şehit babası da Avan'ın karşısına oturmuş sessizce dinliyordu. Adı İbrahim Aydoğan'dı, oğlu Ahmet'i kaybedeli tam altı yıl olmuştu. Ona da oyunun rengini sordum:

- Oğlumun kanı, öcü alınsın diye MHP'ye oy verdim...

Geçen seçimde Refah'a oy atmıştı. ‘‘O zaman bu seçimde neden FP'ye oy vermedin?’’ sorusuna hafiften sinirlendi:

- Fazilet nerede alacak oğlumun kanını? Onlar mert siyasetçi değil. Yaparsa yapar, yapmazsa MHP de gider aşağı.

Şehit babası Dursun Çoban'ın MHP'ye oy verme gerekçesi de Aydoğan'ınkinden farksızdı. ‘‘PKK'yı yokedip bizi sevindirecekleri sözü verdi MHP’’ diye açıkladı. O da FP'den yüz çevirenlerdendi...

Daracık dernek odasında MHP'ye oy vermeyen tek kişi vardı! Kardeşi şehit olan Erol Demirbaş. O, oyunu BBP'ye kullanmıştı...

Dördü de DSP-MHP koalisyonuna sıcak bakıyorlar; Öcalan'ın biran önce cezalandırılmasını istiyorlardı...

TÜRBANLI MİLLETVEKİLİNİN HEMŞERİLERİ

Beypazarlılar Derneği yöneticileri bugünlerde mutlu. Birinci neden MHP'nin seçim zaferi, ikinci neden de Nesrin Ünal'ın milletvekili seçilmesi. Ünal, hemşerileri. Evlenince Antalya'ya gitmiş, uzun süredir görmemişler ancak yine de onu kendilerinden biri kabul ediyorlar. Ünal'ın Meclise girerken türbanını çıkarma kararını da destekliyorlar:

- Biz devletin kurallarına her şartta uyarız. Nesrin hanımın söyledikleri de doğru. Güzel söylemiş.

- Faziletli kadın milletvekili türban konusunda devletle çatışmayı tercih ediyor. MHP'li kurallara uyuyor. İşte fark burada.

Dernek yöneticilerinin çoğu MHP'li. İçlerinde memur ya da bir kamu kuruluşunda işçi olarak çalışanlar çoğunlukta olduğu için isimlerinin yazılmasını istemediler. ‘‘Biz’’ dediler, ‘‘MHP'nin neferleriyiz.’’ İçlerinden biri atıldı; ‘‘Anadolu çocukları diye yaz!’’

En büyük beklentileri MHP'nin DSP ile koalisyon yapmasıydı. ‘‘DSP ve MHP iyi anlaşır, kimse bizi tanımıyor. Eskiden de tanımadılar şimdi de...’’

Yunan tutarsızlığı

BİRKAÇ gün önce Atina'da bazı Yunanlı siyaset bilimcileri ile görüşmek fırsatını buldum. Onların özellikle 1974'ten beri Yunanistan'daki iç gelişmeler konusundaki algılama ve değerlendirmelerinin bir kısmını burada aktarmak istiyorum:

Yunanistan 1974'ten başlayarak büyük bir aşamadan geçti ve kronik siyasi istikrarsızlığa ve toplumsal kutuplaşmalara son vermeyi başardı. Komünistler ile anti-komünistler, Kralcılar ile Cumhuriyetçiler arasındaki gerginlik ve çatışmalar geride kaldı, Yunan demokrasisi yerleşti.

Yakın tarihinde 23 askeri darbe yaşamış olan Yunanistan'da demokrasiyi gölgeleyen önemli bir öğe, silahlı kuvvetlere ‘‘kontrgerilla’’ alanında tanınan geniş yetkilerdi. Ordu artık bu yetkilere sahip olmadığından politik bir rol oynayamaz hale geldi. Bu evrimlerin gerçekleştirilmesinde Karamanlis ve Papandreu gibi karizmatik liderlerin payı büyük.

Ancak Simitis'in iktidara gelmesi ile karizmatik liderler faslı da kapandı, yönetici liderler çağı başladı. Avrupa Birliği üyeliğinin son yıllara damgasını vuran gelişmelerdeki katkısı da kuşkusuz son derece önemli. AB'ye dahil olmak Yunanistan'a, arkaik bir yapıdan 21'inci asrın eşiğinde modern bir siyasal, ekonomik ve sosyal modele yönelmek olasılığını verdi. Bugün Yunanistan'ın ‘‘Megalo İdea’’sı Avrupa Birliği vizyonudur.

Bu gözlemlerin işaret ettiği gibi Yunanistan gerçekten içeride büyük bir aşama kaydetmiş ve köşeyi dönmüşse de, dış politikasında çelişkilerden, saplantılardan ve bocalamalardan kendini kurtaramamıştır.

Örneğin, Yugoslavya'ya karşı hava operasyonlarına girişilmesine NATO içinde itiraz etmiyor, fakat her fırsatta Sırbistan'a karşı sempatisini belli ediyor. Yunan kamuoyu Arnavutlar'ın ıstıraplarına neredeyse tamamen lakayıt. Atina'da sık sık NATO ve Amerika aleyhinde gösteriler yapılıyor.

Yunanistan'ın asıl çelişkisi Türkiye'ye karşı siyasetinde belirgin. Yunanistan bir yandan bölücü PKK'ya destek verirken, diğer yandan Kosova yüzünden Balkanlar'da sınırların değişmesinden büyük endişe duyuyor.

Simitis, NATO zirvesinde ‘‘bir azınlığa, mensup olduğu devletten ayrılma hakkı tanınırsa bütün Balkan sınırlarının değişmesi sürecinin başlayabileceği’’ endişesini dile getirdi.

Türkiye'nin Batı Trakya'daki Türk azınlığını tahrik ederek bu bölgeyi Yunanistan'dan koparmak isteyebileceği ihtimali üzerinde ciddi olarak duruluyor! Belki de Kosova bağımsız olursa, bunun KKTC'nin bağımsızlığının tanınması için baskı yapmamızı kolaylaştıracağı da akla geliyor.

Simitis, Türkiye'ye karşı politikasını tutarlı hale getirmelidir. Rus S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs'ta konuşlanmasını engellemekle iki ülke arasında tehlikeli bir tırmanmayı önlemek istedi. Öcalan'a Yunanistan'da sığınma hakkı tanımadı. Fakat PKK'ya yapılan askeri, mali ve siyasi yardımları durdurmadığı gibi Öcalan'ın himayesi için sarf edilen çabaları en azından engellemeye yanaşmadı. Bugün, Pangalos, Öcalan'a yardım ettiği için değil, ona ‘‘ihanet’’ ettiği için eleştiriliyor. PKK'ya verilen destek bir ölçüde kontrol altına alınmışsa da ona bağlı örgütlerin ve DHKP-C'nin faaliyetleri devam ediyor.

Bu koşullar altında Türkiye'nin sertlik ve diyalogsuzluk politikasından vazgeçmesi kolay değil. Bununla beraber diyalogsuzluk, her türlü temasa kapıyı kapatmak anlamına gelmez. Nitekim bakan düzeyinde galiba bazı temaslar sürüyor. Bu yaklaşım isabetlidir; çünkü sertlik politikası başlı başına bir amaç sayılamaz. Gaye, bu yoldan bir sonuç almaktır.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!