Uhud savaşı işte burada oldu

Güncelleme Tarihi:

Uhud savaşı işte burada oldu
Oluşturulma Tarihi: Kasım 19, 2001 02:15

İslamiyet'in en önemli siláhlı mücadelelerinden olan olan Uhud Savaşı'nın nerede yapıldığını hiç merak ettiniz mi?

Uhud bugün Medine'nin bir semti sayılıyor. Savaş alanının sadece bir bölümü tarihi mekán olarak boş bırakıldı, diğer yerler zaman içerisinde iskána açıldı. Bugün Uhud Dağı'nın çevresinde lüks binalar yükseliyor.

Hazreti Muhammed'in bizzat katıldığı ve İslam tarihinin ilk savaşları olan siláhlı mücadelelerin nerelerde olduğunu, bu yerlerin şimdi ne halde bulunduğunu hiç merak ettiniz mi?

Meselá meşhur Uhud Savaşı'nın yerini...

Uhud Savaşı hicretin ikinci senesinde, yani 625'te oldu. Daha önce uğradıkları Bedir bozgununda yakınlarını kaybeden Mekkeliler intikam arzusu içindeydi. Bunlardan biri olan Utbe kızı Hind 'Muhammed ile arkadaşlarından intikamımı almadıkça, onlarla savaşmadıkça içim rahatlamayacak. O ana kadar koku sürmek ve sevinmek bana haram olsun' diyordu.

Putperest Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, son kervandan elde ettikleri kárla kuvvetli bir ordu kurmaya karar verdiler. Orduya Mekke'nin dışında yaşayan öteki kabileler de katıldı 3 bin kişilik bir kuvvet hazırlandı. Savaşçıların 700'ü zırhlı, 200'ü atlıydı ve ellerinde ayrıca 3 bin de deve vardı.

Peygamberin Mekke'de yaşayan amcası Abbas, Medine'ye bir mektup göndererek Müslümanlar'ı Mekkeliler'in savaş hazırlıklarından haberdar etti. Gönderilen keşif birlikleri haberi doğrulayınca Medineliler de hazırlıklara giriştiler.

Hazreti Muhammed düşmanı şehrin dışında karşılamak yerine Medine'yi savunmak istiyordu. Ama Bedir savaşına katılan gaziler hakkında inen ve onladı medheden ayetler birçok genç savaşçıyı etkilemişti ve Mekkeliler'le meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Peygamber gençlerin kırmadı, onların arzusuna uydu, zırhını giyerek ordusunun başına geçti ve karargáhını Medine'nin dışındaki Uhud Dağı'nın eteklerine kurdu. Mekke'nin güçlü ordusuna karşı, peygamberin emrinde sadece 700 savaşçı vardı.

Savaş 625 yılının 27 Mart sabahı karşılıklı ve teke tek döğüşlerle başladı. Hazreti Ali ve Hazreti Hamza karşılarına çıkan müşrikleri hemen öldürdüler. Derken savaş kızıştı ve küçük çaplı bir meydan muharebesine döndü.

Peygamberin amcası Hazreti Hamza kılıç salarak ilerlerken üstünlük Müslümanlardaydı. Müşrikler bir anda kaçmaya başladılar. Ellerindeki defleri çalarak Mekkeliler'e moral vermeye çalışan müşrik kadınlar da kaçıyorlardı. Müslümanlar, bu anda bir hata yaptılar ve peygamberin vermiş olduğu 'sonuna kadar savaş' emrini unutarak ganimet toplamaya giriştiler.

Düşmanın süvari birliklerinin kumandanı olan Hálid bin Velid, işte o sırada harekete geçti ve İslam ordusunu arkasından vurdu. Kaçan müşrikler de geri dönerek savaşmaya başlayınca Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar. Hazreti Hamza tam bu anda Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızraklanarak şehid edildi ve Hind Hazreti Hamza'nın göğsünü yararak ciğerini yemeye başladı.

Hazreti Muhammed'e çok benzeyen Mus'ab'ın da şehid edildiğini gören Müslümanlar peygamberin şehid olduğunu zannederek dağılmaya başladılar. Bu sırada peygamberin bulunduğu yerde çok şiddetli çatışmalar oluyordu ve kuvvetli bir savunma hattı kurulmuştu. Mekkeliler bu hattı yaramayacaklarını farkedince geriye çekildiler, Hazreti Muhammed de savaşçılarıyla beraber Uhud Dağı'na çıktı. Müslümanlar 70 şehid vermişler ve şehidler ikişer ikişer defnedilmişti. Medine'nin işgali, Peygamberin ertesi gün müşrik ordusunu takip ettirmesi sayesinde önlendi.

Uhud savaşının cereyan ettiği alan bugün Medine'nin bir semti sayılıyor. Savaş alanının sadece bir bölümü tarihi mekán olarak boş bırakıldı, diğer yerler zaman içerisinde iskána açıldı. Bugün Uhud Dağı'nın çevresinde lüks binalar yükseliyor.

Savaş 625 yılının 27 Mart sabahı karşılıklı ve teke tek döğüşlerle başladı. Hazreti Ali ve Hazreti Hamza karşılarına çıkan müşrikleri hemen öldürdüler. Derken savaş kızıştı ve küçük çaplı bir meydan muharebesine döndü.

Eski talik yazı ile Allah kompozisyonu

Prof. Dr. Ali Alparslan'ın son eserlerinden olan bu 'Allah' kompozisyonu, 'eski talik' yazı ile yazılmış. 13. asırda İran taraflarında ortaya çıkan ve Türkiye'de pek kullanılmamış olan bu yazı türü, 16. asrın başlarında 'nestalik' denilen yazı biçimine döndü ve ileriki asırlarda Türkiye'de bir isim kargaşası doğdu. Türk hattatlar eski talik yazıyı bilmedikleri ve kullanmadıkları için buna bir isim veremediler ama sonradan ortaya çıkmış olan 'nestalik' yazıya yanlış olarak 'talik' dediler.

Talik yazıya isim verilmesi tartışması, hat ile uğraşanlar arasında bugün de devam ediyor. Eski talik yazıya áşina olmayan bazı hat tarihçileri 'nestalik' sözünün yanlış olduğunu iddia ederken Prof. Alparslan gibi işin tarihini değil bizzat tatbikatını yapan yani hattat olan üstadlar, talik ile nestalikin ayrı türler olduğunu anlatıyorlar. Bu durumda yapılması gereken en doğru iş, terimlerin Türkiye'de alışıldığı şekilde kullanılması: yani asıl talike 'eski talik', nestalike de 'talik' denmesi ama uluslararası yayınlarda bu terimlerin gerçek karşılıklarıyla kullanılması.

Uskumru Pilakisi

Uskumruyu ayıklayıp yıkadıktan sonra haşlayıp derisini soyun. Kılçığını çıkarın, halka halinde doğranmış soğanı zeytinyağında nar gibi kızartıp ince doğranmış maydanozla karıştırın. Kadayıf tepsisi içerisine önce soğanlı maydanozu yayın, sonra balıkları istif edin. Tepsiyi bu şekilde eldeki malzeme ile tepeleme doldurun. Balığın artan kemiklerini tuz, tarçın ve biberle karıştırıp süzdükten sonra suyunu tepsiye gezdirin. En üste çekirdekleri ayıklanmış limonu halka halka doğrayarak dizin ve tepsiyi fırına verin.

Her melek cindir ama her cin melek değildir

'An o zamanı ki hani biz meleklere secde edin Ádem'e demiştik de İblis'ten başka hepsi decde etmişti, o, cin cinsindendi ve rabbinin emrinden çıkmıştı' (Kehf Suresi, 50. áyet)

Kur'an'ın birçok áyetlerinde meleklerle beraber anılan Şeytan'ın cin taifesinden olduğu, cins bakımından melek olmadığı bildirilmektedir. Cin, Arapça'da bir şeyi duyurmayacak derecede örtmek anlamına gelir. Geceleyin hiçbirşey görülmediği için 'cennel leyl' (gece karanlığı) çöktü denir. Cennet ağaçlarla, dallarla, yapraklarla toprağı örten bahçe anlamındadır. Ana karnında olduğu için görünmiyen çocuğa 'cenin'; insanı örten, düşmandan gizleyen kalkana de 'cünne' denir ki bu sözler hep aynı köktendir.

Cin, duyguyla anlamamıza imkán bulunmayan ruhani yaratıklar demektir. Bu bakımdan melekle şeytanlar da bu yaratıklardanır. Ancak her melek cindir fakat her cin yani göze görünmeyen ruhani yaratık, melek değildir. Araplar, deliliği cinlerin yaptığını sanırlardı. 'Delilik' ve 'deli' anlamına gelen 'cinnet' ve 'mecnun' sözleri de bu knaatten doğmadır (Abdülbaki Gölpınarlı'nın 1955'de yayınlanan 'Kur'án-ı Kerim ve Meáli'nden).

Kulak ağrısının çaresi ayı ödünde

Ayı ödü ile dalak bir arada kaynatılıp pelte haline getirildikten sonra bal ile karıştırılır ve fitil yapılıp kulağa sokulur.

Kaynatılarak ezilmiş koyun ödü sarımsakla karıştırılır, ortaya çıkan yoğun mayi dört defa kulağa damlatılırsa kulak ağrısı kalmaz.

Bir tülbend parçasına bir miktar karabiber çıkılanır, çocuğu kız olan bir kadının sütü bir fincana sağılarak çıkın bu süte batırılır ve kulak deliğine konur.

İşitmeyen kulak için káfi miktarda üzerlik tohumu, çınar kozalağı ve balmumu hep bir arada ateşe atılır ve dumanıyla kulak tütsülenir (Mehmet Halit Bayrı'nın 1947'de yayınlanan 'İstanbul Folkloru'ndan).
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!