Üçüncü kuşak evden kaçıyor

Güncelleme Tarihi:

Üçüncü kuşak evden kaçıyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 24, 1998 00:00

Haberin Devamı

Almanya, fabrikalarında çalışacak işgücü istediğinde Türkiye'de yaşayan binlerce insanın da içine bir umut doğmuştu. Köylerinden kalkıp ‘‘gurbet’’e gidecekler ama döndüklerinde paraları, arabaları, özledikleri yaşamları olacaktı. Olabilirdi de. Eğer tabuları ortadan kaldırmayı başarabilselerdi...

Selma Ceylan 1956 Ankara doğumlu. Babasının ölümünün ardından annesinin yanına Almanya'ya gidiyor. Özellikle orada yaşayan birçok genç kız gibi 14 yaşındayken evleniyor. Üç çocuğu oluyor ve daha sonra eşinden ayrılıyor. Bugün Almanya'da sosyal danışman olarak çalışıyor, evden kaçan kızlara, bunalıma düşen gençlere yardım ediyor. Gazetelere Türk gençlerinin dramını anlatan yazılar yazıyor. Orada yaşayan Türkler'in kültür, politika ve eğitim konularındaki sorunlarıyla ilgili çalışmalar yapıyor.

Bu hafta yayımlanacak ‘‘Çıldırtan Namus’’ adlı kitabında ise gerçek bir yaşam öyküsünü anlatıyor. ‘‘Ben bir kesimi anlatmaya çalıştım. Herkesin başına aynı şeyler geliyor diye bir şey yok. Evden kaçmaya sığınan iki genç kızın hikayesi. Nermin ve Ayla gerçek kişiler. Gençlik yurduna geldiklerinde, ikisinin de ideolojilerinin ayrı olduğu belli oluyordu ama ikisi de kaçmaya sığınmıştı.’’

Çıldırtan Namus, iki toplumun katı kuralları, farklı dinleri, değerleri arasında sıkışıp kalan ve bunalıma düşen, hayatı sadece ‘‘namus’’uyla sınırlı genç bir kızın, Nermin'in başından geçenleri anlatıyor. Nermin 16 yaşındayken Türkiye'deki amcaoğluyla evlendirilmek isteniyor. Ailenin tek amacı, Almanya gibi bir yerde ‘‘namusuna sahip çıkmak’’ amacıyla kızlarını çabucak evlendirmek. Amcaoğlunun derdi ise başka. O bir an önce Almanya'ya gidip, zengin olmak, Türkiye'de arzuladığı yaşama kavuşmak istiyor. Herkes bir çıkar etrafında dolanırken kimse Nermin'e düşüncelerini, hislerini sormuyor. Nermin evlenmek değil okuyup avukat olmak istiyor. Ama başka da çaresi yok gibi. Evlenmesine az bir süre kalmışken Ayla'yla tanışıyor. Ayla, Almanya'da yaşayan, ailesiyle en azından konuşabilen ve artık kendi ayakları üzerinde durabilen bir kız. Nermin Ayla'dan etkileniyor ve birlikte kaçıyorlar. Fakat henüz 18 yaşını doldurmadığı için polis onu ailesine teslim ediyor... Ve tabii evliliğe.

KÖTÜ YOL PARANOYASI

O sıralar Nermin'in haykırışları kitapta şöyle dile getiriliyor: ‘‘Küçük yaştan beri bu Almanya denen medeniyet ülkesindeyim. Ne öğrendim neler kazandım, hiç soran yok, içimi dökecek kimsem yok. Özeniyorum, hem de çok.

Özentilerimi açamıyorum, açsam sanki kabul edecekler mi? Off, hep ‘evlenince kocanla yaparsın, kocan ne derse o şekilde giyinir kuşanırsın, işe gidersin, para kazanırsın, çocuklar doğurur evinin kadını olur, namusunla yaşarsın' diyorlar. Avrupa'da hayat bu muydu? Neymiş efendim, burası Almanya kötü yolların baş devletiymiş. Kızlar oğlanlar kötü yola çabuk düşüyormuş, hele de Türk kızları...’’

Nermin ve Ayla ikinci kuşak olarak bunları acıyla ve şiddetli bir biçimde yaşadılar. Üçüncü kuşak kuşkusuz Almanya’ya daha çok ayak uydurdu. Ama sorunlar devam ediyor çünkü çoğu ailede hala ‘‘Eyvah çocuğum alman olacak’’ korkusu var. Oysa üçüncü kuşak ne Alman ne de Türk olmak istiyor, o Avrupalı olmak ve bu iki ülkeyi de terketmek niyetinde! ‘‘Alman tarihi ile büyüyen çocuğa, büyüdüğü an deniliyor ki Türk olacaksın. Hangi Türklük? Elbette ki o toplumda büyüyen çocuk sosyal düzende Avrupalı olacak ama onun ırkı Türk'tür. Bunu kabul edemiyorlar. Çocuklarda büyük bir kin ve nefret var. Oradaki Türkiye'yi görüyorlar ve bütün Türkiye'yi öyle algılıyorlar. Gidip başka ülkelerde, İspanya'da, Amerika'da yaşamak istiyorlar. Bu bir kuşak kaybıdır.’’

Bunları söyleyen Selma Ceylan, Nermin'lerin Almanya'da çok fazla sayıda olduğunu ekliyor. Zaten bu kitabı yazma nedenlerinden biri de bu. Üstelik herkes Nermin kadar şanslı da olmuyor! ‘‘Öldürülen kızlarımız da vardı. Aşiret kökenli aileler mümkün değil yaşatmıyor. Ne kadar korumaya kalksanız, anlatmaya çalışsanız da değişmiyor.’’

Aslında kitapta anlatılan evlilikler, aile ilişkileri ve namusa olan düşkünlük Türkiye'de çokça yaşanıyor. Almanya'da yaşayan Türkler belki de arkalarında devletin olmasından dolayı biraz daha şanslılar. Türkiye'den gelen kırsal yöre insanı, Ankara ya da İstanbul'da da yaşayabileceği durumu Almanya'da yaşıyor. Birden uğradığı kültür ve devlet şoku, yaşadığı tüm özgürlükler onları sarsıyor. Selma Ceylan Almanya'da yaşayanların çoğunluğunun psikolojik hasta olduğunu ve tedavi görmeleri gerektiğini iddia ediyor. Yılarca içlerinde biriktirdiklerini boşaltmak için! ‘‘ Çok büyük kayıplar var ve genç nesil zaten bu kaybın acısını yaşıyor. 30 sene önce bavuluna yerleştirdiği Türkiyesi var hala onun kokusuyla yaşıyorlar:’’

TÜRKİYE'DE İNTİHAR EDERDİM

‘‘Yabancılar Meclisi’’nde kültür eğitim, kadın danışmanı olarak çalışan Selma Ceylan, sorularımızı şöyle cevapladı:

Siz evden kaçtınız mı?

- Hayır kaçmadım. Kaçanlarla ilgilendim. Kaçmayı hiç düşünemememin sebebi ise ikinci nesilin tabulu bir eğitimi var, saygı, korku var. Ne kadar Ankara gibi bir yerde büyüsen de, bir büyüğün söylediği şeye uymak gerek yoksa zarar görürsün. Bununla büyüdüm ben.

Sizin de Ayla gibi bir arkadaşınız olsaydı o kaçırtamaz mıydı sizi?

- Sanmıyorum çünkü aile bağım çok büyük. Babam öldükten sonra annemin beş çocuğuyla mücadele etmesine hayranım ben. Annem 30 yaşında dul kaldı ve Almanya'ya gitmeseydi, erkek egemen Türk toplumunda ne yapardı? Beş çocuk ve 30 yaşında bir kadın. Anne-baba çalışır biz de evde görevlerimizi yerine getirirdik. Görev gibi geldi bana, annemin bu insan iyi bununla evlenmeni istiyorum demesi. Sanki annemi kırmamak için, saygı ve korku da var tabii. Çünkü aileyle iyi bir bağ kuramamış gençlerin ne kadar kötü durumda olduklarını duyuyorduk. Biz de böyle olmayalım diye evlendim.

Nasıl bir evlilik oldu peki, kaç yıl evli kaldınız?

- 12 sene filan. Çocuklarımın babası benden 18 yaş büyüktü. O da Türkiye ortamından gelmiş bir insandı. Ben o dönemlerde şunu düşünerek hareket ettim ‘‘nasılsa beni evlendirecekler’’, ailemin istediği bir insan olursa, hiç olmazsa diyebilirim ki, sizsiniz sebep! Biraz da merak vardı tabii. Nedir evlilik diye.

Neymiş peki evlilik?

- Yetişme çağında insan karşı cinsin ne olduğunu öğrenmek istiyor. Ben o dönemde öpüşüldüğünde çocuk oluyor düşüncesiyle yetiştiğimden merak vardı. Büyüdüğüm anda eğer kabul ediyorsam bu ortamda kalayım eğer edemiyorsam ve gücüm varsa modern bir şekilde ayrılayım dedim. Gerçekten de modern bir şekilde ayrıldık. Yani ben toplumun getirmiş olduğu kuralları kabul ettim ve kendi gücüme sahip olduğum zaman da hayır diyebildim. Keşke her ayrılık böyle olsa. Tabii şunu da üstüne basa basa söylemek istiyorum, orada devletten gelen politikanın etkisi çok büyük. Türkiye'de belki de intihar edebilirdim.

Almanya'daki gazetelere Türk gençlerinin ve kadınlarının dramını anlatan yazılar yazmışsınız. Alman basını size nasıl bakıyor?

- Alman basını çok feminist buluyor beni.

Siz kendinizde bir farklılık görüyor musunuz? Önceki Selma sonraki Selma gibi bir ayırımınız var mı?

- Hayır aslında hiç değişmedi. Önceki Selma ancak çıkıyor. Kız çocuklarını ben gelecekte dövülecek nesil olarak görüyordum. Küçüklüğümden beri ben bunu aşmak istiyorum ve şimdi aşıyorum. Toplum beni değiştirmek istedi ancak ben sadece onun kurallarına uydum.

Sadece alışverişte özgürler

Selma Ceylan Almanya'da Türkiye'sini yaşatmaya çalışan kesim açısından bazı kavramları yeniden açıklıyor. İşte birkaç örnek: Namus: Bir organ oldu çıktı. Bu bana ait. Herkesin kendine göre namusu ve şerefi vardır. Erkek de bedenine, beynine saygı duymuş olsa namus diye bir şey yok aslında. Kendine saygı duyamadığı için arıyor. Erkek: Kesime göre değişiyor. Entelektüel bir kesim var. Onlar evin içinde eşitliği getirmiştir. Ortadireğe gelince, erkek devamlı çalışacak, kadın evde çocuk yetiştirecektir. Erkek ekonomidir. Dinci fanatik kesimde ise erkek cennetin kapısı.

Güven: Kendine güvensizliği başladı mı etrafa da güvensizlik başlıyor. Kadın konuşamadığı gibi kocasıyla doğru düzgün öpüşemiyor bile. Sen kimden öğrendin der diye.

Aşk: Sevip ayrılmak. İki aşık hiçbir zaman birleşemez.

Cinsellik: Rahat ve özgür değiller. Bir görev.

Bekaret: Çok çok önemli.

Türkiye: Onlar için çok ilerlemiş bir ülke. Ama bunu birlikte yaşamıyorlar, sadece medyadan alıyorlar. Türkiye onlar için bir Avrupa.

Almanya: İş merkezi.

Evlilik: Oradakiler sahte, Türkiye'dekiler gerçek evlilik.

Özgürlük: Sadece alışverişte özgürler.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!