Uçak yapıp ihraç ettiler

Güncelleme Tarihi:

Uçak yapıp ihraç ettiler
Oluşturulma Tarihi: Ekim 29, 2010 00:00

Turgut Özakman hem sözüyle, hem kitabıyla, Cumhuriyet’in genç kadrolarının hemen her konuda verdikleri olağanüstü savaşı anlatmaya devam ediyor.

Daha birkaç yıl öncesinde, toplu iğne bile yapamazken ülkesini 7 düvelin elinden söküp alan Türk insanı Kayseri’de kurduğu fabrikada uçak bile yapıyor ve başka ülkelere satıyor:

3 MAYIS 1934 günü havacılıkla ilgili önemli bir gün daha yaşandı. Kayseri uçak fabrikasında tek kanatlı altı avcı uçağın yapımı sonuçlanmış, açık arazide deneme uçuşları yapılmıştı. Deneme pilotları uçakları çok beğenmişlerdi. Bu güzel uçaklardan biri daha uzun bir deneme uçuşu için Kayseri alanından küçük bir törenle havalandı. Uçak, şehir üzerinde bir tur attıktan ve kanatlarını sallayarak hava alanındakileri selamladıktan sonra Ankara’ya yöneldi. Motor tıkır tıkır çalışıyor, uçak her komuta anında yanıt veriyordu. 45 dakikalık bir uçuştan sonra ufukta Ankara göründü. Çiftlik bir büyük orman olmuştu. Alçalarak alana yaklaştı. Alanda bekleyenleri görüyordu. Hangarlara bayraklar asılmıştı. Törenle karşılanacaktı elbette. Gelen ilk Türk yapımı avcı uçağıydı.
Yumuşakça alana indi, pistte ilerledi, kalabalığın beklediği yere yaklaşıp durdu. Uçağın gövdesinde kırmızı-beyaz bir dörtgen, kuyruğunda ay-yıldız işareti vardı. Kalabalık uçağı ve pilotu alkışlamaya başladı. Uçaktan inince bir havacı binbaşı sevgiyle kucakladı ve sordu:
“Uçağı nasıl buldun?”
“Harika.”
Bu tip uçakların yapımına devam edilecek, yurdışına da satılacaklardı.

DAĞLARI DELDİLER
/images/100/0x0/55ea1d15f018fbb8f86c0f1e


BİR grup mühendis, usta ve işçinin payına, 125.kilometredeki yeri belirlenmiş ama daha el değmemiş son tüneli açmak düşmüştü. Yakındaki köy dolayısıyla buna İzzettin Tüneli deniliyordu. Daha önce hiç tünel açmamışlardı. Bu iş için gerekli hiçbir gelişmiş aygıtları, araçları ve deneyleri yoktu. Sadece kazma kürekleri vardı. İşi pratik olarak çözmeye karar vererek, tüneli açmaya iki ucundan başlamışlardı. Ortada buluşmak için basit pusulalara bakarak yön saptıyor, kazarak ilerliyor, ilerledikçe madenci yöntemiyle tavanı direklerle destekliyorlardı. İş ağır ama sağlam ilerliyordu. İki uçtan hayli içeri girilmişti. Hesaba göre bugün birbirlerinin kazma seslerini duymaları, ona göre ilerlemeleri gerekiyordu. Böylece yanlış yöne kayma olmayacak, ortada kafa kafaya geleceklerdi.
Haydi bismillah
Bir an önce buluşmak için dar bir dehliz açıp dizleri üzerinde arka arkaya ilerlediler. Dehlizler mum fenerleriyle aydınlatılıyordu. Biriken taşı toprağı, en öndeki işçi, elleriyle bir arkadakine itiyor, moloz böylece elden ele geriye kaydırılıyordu. Yorulan kazmacı yerini kendinden sonrakine bırakıyordu. Her beş-on kazma vuruştan sonra kulaklarını toprağa yapıştırıp karşı yanı dinliyorlardı. Akşama doğru en öndeki kazmacı kulağını topraktan çekip heyecan içinde avaz avaz bağırdı:
“Ses duydum. Yaklaşıyoruz!”
Karşı yandakiler de kazma seslerini duymuş olmalıydılar. Kazmaları sık sık vurarak ilişki kurdular. Kazma sesleri iyice yaklaştı.
Doğru yoldayız!
Boğuk insan sesleri de duyulmaya başlamıştı artık. Aradaki toprak, birdenbire bir kazma vuruşuyla yere yığıldı. Buluşmuşlardı. Arkadan biri mum fenerini kaldırdı. Toz dağıldı. İki yandan en öndeki işçiler birbirlerini gördüler. İkisinin de gözleri tarif edilmez bir gururla kocaman açılmıştı. Parıl parıl parlıyorlardı. Atılıp kucaklaştılar ve sevinç içinde ağlamaya başladılar. Başarmışlar, “Türkler beceremez” diyenleri yenmişlerdi.

KIVILCIM GİDİN ALEV DÖNÜN

SINAVI kazanan Mahmut Sadi (Irmak) Berlin’e trenle gidecekti. Akşam Sirkeci garına geldi. Çantasını kompartımanına yerleştirdi. İlk kez yurtdışına çıkacaktı. Ya bursunu zamanında yollamazlarsa, ya kendisini unuturlarsa, ya başarılı olamazsa... Heyecanı yüzünden kuşkusu ve korkusu o kadar yoğunlaştı ki gitmekten caydı, kompartımana girip çantasını aldı. Gardan çıkacağı sırada bir posta dağıtıcısının adını bağırdığını duydu:
“Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, telgrafın vaaar!”
Kendisine telgraf çekecek kimse yoktu. Telgrafı büyük bir merakla açtı. Başı döndü. Eğitim Bakanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa’nın mesajını iletiyordu:
“Sizleri birer kıvılcım olarak yolluyorum, alev olarak geri dönmelisiniz.”

CAMLARA İŞLEDİLER

YENİ yılın ilk saatleri içinde İstanbul-Edirne arasındaki hattı işleten Fransız şirketinin adamları ayrıldılar, yerlerini DDY’nın lacivert elbiseli, sırmalı, kasketli görevlileri aldı. Önceden planlandığı için hiçbir aksaklık olmadı. Şef trenden hareket memuruna kadar herkes değişti. Yalnız insanlar değil, trendeki ve istasyonlardaki tabelalar, yazılar da değişti. Camlara ay-yıldız işlendi. Bütün bunlar gece yapıldı. Sabah ilk tren Sirkeci- Edirne postasıydı. Lokomotif süslenmişti. Bütün istasyonlara bayraklar çekilmişti. Türkiye’de yabancıların işlettiği bir demiryolu kalmadı.

ŞEKER FABRİKASI KURAN KÖYLÜ

Bekleyen çoktu. Hayati Bey hepsini atlatıp yaşlı köylüyü içeri soktu. Gazi köylüyü ayakta karşıladı. Oturttu; “Buyur Nuri Efendi.”
“Teşekkür ederim Gazi Paşam. Ben Uşak’ın Kalfa köyündenim. Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı. Askerliğimi İstanbul’da yaptım. Gözümü, kulağımı açtım, İstanbul’da çok şey öğrendim. Avrupa’dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirttim. Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim. Pancarları rendeleyip kaynattım. Pekmez yaptım. Şeker elde ettim. Onunla köpük helvası imal ettim. Pancardan şeker yapabileceğimize inandım. Mehmet Hacim Bey’in önderliğinde elli bir kişi birleştik Terakki-yi Ziraat Türk Anonim Şirketi diye bir şirket kurduk. 600 bin lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım. Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır. Uşak şenlenir. El verir misin?”
Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi’yi sevgiyle, saygıyla kucakladı:
“Hepiniz var olun! Türkiye’yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak. Ben seni şimdi bir yaverle Başbakan’a yollayacağım. O da seni belki bir iki bakanla konuşturur. Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat. Bir sorun olursa aldırma, bana gel. Kapım her zaman sana açık olacak.”
Nuri Efendi’yi yanaklarından öptü. Heybeli köylü Türkiye’nin ilk şeker fabrikası kurucularından ünlü Nuri Şeker olacaktı.

ÖLÜMÜNE AĞLADI

HARF devrimiyle birlikte millet mektepleri açılıyor. 1930 yılının ocak ayında İstanbul’da 20 bine yakın dershane açılıyor. Talep olursa açılır bu kurumlar. 60 bine yakın kadın buralarda eğitim görüyor. İkinci dönemde bir yurttaşın bilmesi gereken basit bilgiler yani coğrafya, tarih ve hesap öğretiliyor. Sonra diploma veriliyor. Bakırköy’de Taş Mekteb’in altındaki büyük salonda yapılırmış bu törenler. Bir anneanne eşiyle, çocuklarıyla, torunlarıyla diploma almaya geliyor. O insanların sevinçleri, öğretmenlerin mutlulukları bayram havası yaratırmış. Yakın çalışma arkadaşı ve millet mekteplerinin mimarı Mustafa Necati’nin gayretidir bu. Açılış gününün gece yarısı apandisitten ölüyor. Ölüm haberini aldıkları zaman onun ruhunu şad etmek için mektepler yine törenlerle açılıyor. Atatürk gideceği yerlerle üzüntüsünden gitmiyor. Mustafa Necati’nin ölümü karşısında hıçkıra hıçkıra, çocuk gibi ağlıyor.

MAAŞLARIN GİTMEDİĞİ KIRŞEHİR'E KARDA GİTTİ

ATATÜRK gittiği illerde öncelikle Muallimler Birliği’ni ziyaret ediyor. Her protokolde öğretmenler mutlaka yer alıyor. Her bayramda mutlaka en öndeler. öğretmenler bulunuyor. Öğretmenlere böyle bir itibar gösteriliyor. Daha evvel görmedikleri bir itibar gösteriliyor. Kırşehir öğretmenleri, Atatürk’e telgrafla birkaç aydır maaşlarını alamadıklarını bildiriyor. Karlı bir günde Eğitim Bakanı Hikmet Bayur’u çağırıyor. “Kırşehir öğretmenleri birkaç aydır maaşlarını alamamışlar. Herhalde kıştan dolayı zamanında iletişim sağlanamadı” diyerek olayı biraz örtbas etmeye çalışıyor. Atatürk, “Olmaz öyle şey” diyor. “Şimdi zorluğu aşıp, kardan mahsur kalmış Kırşehir’e gideceğiz” diyor. Yolda üç kere kara saplanıyorlar. Sonunda Kırşehir’e gidiyorlar. Tabii Atatürk’ün geleceğini öğrendikleri için maaşlar ödenmiş oluyor. Öğretmenleri kabul ediyor. Bir daha da öyle bir şey yapmak mümkün değil. Bir öğretmene yanlışlık yapan, maaşını geç veren bir vali yerinde kalamıyor.

ARKADAŞLAR İHTİLALİ YEMEK İSTEDİ

BİR akşam, Milli Mücadele döneminde Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa gibi Gazi’nin yanında yer alan öncülerin, Cumhuriyet’in ilanından sonra Gazi’yi terk edip gelenekçilerin safında yer almaları konusu açıldı. Gazi dedi ki: “Milli Mücadele dönemindeki hizmetleri inkâr edilemez. Bölünmemek için her nazlarını çektim. Bunu yazmaya başladığım kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Beni terk etmediler, geniş anlamıyla çağdaşlaşmayı, kısacası kurtuluş yolunu, bu büyük, kurtarıcı ideali terk ettiler. İhtilalin çocuklarını yediği hakkında bir söz vardır. Bu sözü bu eski arkadaşlarımız için de kullananlar varmış. Size gerçeği hatırlatmak isterim. İhtilal çocuklarını yemedi, çocuklarından birkaçı ihtilali yemek istiyordu, izin vermedik. Olayın özeti budur.”
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!