Güncelleme Tarihi:
1950’lere gidiyoruz... Batman, o zamanlar Batman değil! ‘Iluh’ adını taşıyan, Siirt’e bağlı bir köy. Bölgede petrolün bulunmasıyla 1955’te hem ekonomik hem de demografik değişimler yaşanıyor. İşçi ve mühendis ailelerinin gelmesiyle kent büyüyor. Bu değişimden etkilenenlerden biri de Güneştekin’in ailesi oluyor… Ahmet Güneştekin anlatıyor: “Ailem Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı köylerden birinde yaşıyormuş. Hikâye burada başlıyor. 1950’li yılların başlarında babam ve kardeşleri Suriye sınırında o dönemde pek çok aile gibi kaçakçılık yapıyorlarmış. Kumaş, çay gibi bölgede bulunamayan ihtiyaçlara ulaşıp bunların ticaretiyle geçimlerini sağlıyorlarmış. Ama sonrasında bir dönüşüm geçirmişler ve babam da bir kardeşiyle birlikte petrol işçisi olmuş. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ilk sondajını rafineriye 35 kilometre uzaklıktaki 1956 yılında Garzan-17 kuyusunda yapıyor. Sahada çalışmaların başlamasıyla birlikte Garzan M.T.A. kampı kuruluyor. Babam petrol işçisi olarak çalışmaya karar verince Garzan işçi kampına yerleşiyorlar. Ben bu kampta dünyaya geliyorum. İki yaşımdayken Batman’a taşınıyoruz.”
İLK SERGİMİ ÖĞRETMENE KIZIP OKULDA AÇTIM
Güneştekin, Garzan kampından yalnızca bir yazlık sinemayı hatırladığını söyleyerek devam ediyor: “Dört yaşında bulduğum her şeyin üzerini çizer, sokakta oynarken çamurdan şekiller yapmaya çalışırdım. Dokuz yaşındayken yağlıboyayla tanıştım. Üçüncü sınıftayken okullar arası resim yarışmasında birinci seçildim. Hediye olarak bana bir yağlıboya takım verildi. Yağlıboyayı kullanmayı bilmiyordum, su ile boyaları karmaya çalıştım ancak başaramadım ve yağlıboyanın satın alındığı yere giderek boyaların bozuk olduğunu söyledim. Dükkâncı yağlıboyaya özel inceltici kullanmam gerektiğini söyledi. Böylece resimde ilk teknik bilgi dersimi ondan almış oldum!” Ailesi de evdeki küçük sanatçıyı desteklemiş… Ancak ona ilk sergisinin yolunu açan ilkokul öğretmeni olmuş: “Resim öğretmeniyle ilk defa ortaokul üçüncü sınıfta tanıştım. Pervin öğretmen, ilk derste bizden tahtaya kaldırdığı bir öğrenciyi çizmemizi istedi. Ben çizmeye çalışırken o da dikkatle beni izliyordu. Ona, ‘Bu bir şey değil, benim evde birçok tablom var, üstelik yağlıboya tablolar’ dedim. Pervin öğretmen abarttığımı zannetti; ‘Burada kim yağlıboya resim yapar?’ diye yanıt verdi. Söylediği şey bana çok dokunmuştu. Eve gidip bisikletimin selesine yükleyebildiğim kadar tablo yükledim. Okula gelince tek tek resimlerimi çıkarıp koridora dizdim. Zil çalıp da öğrenciler dersten çıkınca ilk kez resimlerimi gördüler. Bu, benim ilk resim sergimdi.
Batman farklı inanç ve düşüncelerden insanların bir arada yaşayabildiği kozmopolit bir şehirdi. Sakin ve basit bir şehir yaşamıydı. Bir gün bu huzurlu hayat son buldu. Tedirgin bir yaşam gelişmeye başladı önce, sonra da çatışmalar ve kaos. 12 Eylül darbesi olduğunda ben 14 yaşındaydım. Tanık olduğum ve yaşadığım şeyler oldukça travmatikti. Askeri otorite altında yaşamaya başlamıştık. Yakınlarımızı ve arkadaşlarımızı kaybediyorduk. Batman Lisesi’nden 1984 yılında mezun oldum. Batman’da faili meçhul cinayetler artmaya başlamıştı, o dönemde hepimiz sağ ve sol olarak tercihlerimizi yapmıştık, birçok arkadaşımı faili meçhul cinayetlerde kaybettim, bazıları da cezaevlerine girdi. Ben bu kaostan uzaklaşarak bir an önce kendime daha sakin bir hayat kurmak istedim. O yüzden de 1991 yılında İstanbul’a yerleştim. Giderken hiçbir şey planlamamıştım, ‘Yeter ki huzur olsun artık!’ diye düşündüm.”
‘TAHTAKALE’DE KALPLİ YASTIK TASARIMIYLA SERMAYE…’
Taşı toprağı altın İstanbul’da ilk sanat atölyesini kurmadan önce beş yıl tekstil ticaretiyle uğraşan Güneştekin, devamını şöyle anlatıyor: “Çok stresli bir hayattı ve sağlık sorunlarım da artıyordu, ben de her şeyi bırakıp sanata dönmeye karar verdim. 1997’de Beyoğlu’nda Sadri Alışık Sokak’ta ilk atölyemi kurdum. Minibüsten bozma bir karavanla Türkiye’yi gezmeye başladım. Bir taraftan da geçinebilmek için fikirler üretiyordum. Tahtakale piyasasına üretimi kolay, maliyeti düşük ama kazancı yüksek tasarımlar hazırlamaya başladım. Önce kalpli yastıklar tasarladım. Çocuklar için oyuncak yastıklar, futbol takımları için özel tasarımlar gibi… Hiçbir sermayem yoktu, buna rağmen Tahtakale piyasasına gittiğimde insanlar güvenip peşinatlarını verdiler. Bir gün içinde binlerce sipariş almıştım.”
GENİŞ KİTLEYLE İLK BULUŞMA
Güneştekin’in eserlerinin geniş bir kitleyle ilk buluşması, 2006 yılında oluyor: “Galeri Baraz, 2006’daki Contemporary Istanbul fuarında eserlerimi göstermişti. 2003 yılında AKM’de açılan sergimle ilgi çekmeye başlamıştım esasında, devam eden yıllarda pek çok galeride sergilerim açıldı. Atölyeme ziyaretler, alıcılar, koleksiyonerler yavaş yavaş yönelmeye başladı. 2012 yılındaki ‘Yüzleşme’ sergim o güne kadarki en kapsamlı sergim olmuştu. Ardından yurtdışı sergilerim başladı...”
‘HİKÂYEMİ AİLEME BORÇLUYUM’
Güneştekin yedi çocuklu ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelmiş. “Annemle (Hediye) ve babam (Osman) aynı köyde yaşamış, birbirlerini çocukluktan tanıyarak büyümüşler ve âşık olup evlenmişler. Yedi çocuklu bir ailenin altıncı çocuğuyum; Mehmet, Salih, Ekrem, Kerem, Recep abilerim, Gülperi kız kardeşim. Sadece ben Garzan kampında dünyaya geldim. Batman’da tepelerin dört yanı petrol çıkaran at başlarıyla dolu. Ve her taraf çıkan petrolü rafineriye taşıyan boru hatlarıyla döşeli. Çocukluğumun belleğindeki arka plan bu görüntü aynı zamanda… Aileme kendi hikayemi yazmamı olanaklı kıldıkları için borçluyum.” Ancak onu en çok etkileyen, hikayesindeki en büyük imza ise ninesine ait. “Nenem ‘Piro Zarife’, benim çocukluk yıllarımda ailemizin en büyüğüydü. Bana her gece masallar anlatırdı. Aramızdaki bağ da bu masallarla oluştu. Kalabalık bir aile olduğumuz için, annemin üzerindeki yük fazlaydı. Beni gösterdiği bu yakınlıkla, anlattığı hikayelerle büyüttü. Dengbejdi aynı zamanda, ilk mitolojik hikayeleri ondan dinledim. Hafızamdaki yeri çok başkadır…”
‘ÇOK YARAMAZ ÇOCUKTUM’
Peki Güneştekin nasıl bir çocukmuş? “Hiç ders almayan bir çocuk!” diye yanıtlıyor: “Biraz korkusuz, biraz maceracı, çok meraklı...” Güneştekin’in muzırlığı, bu fotoğrafta kardeşinin kulaklarını çekmesinden de belli oluyor!
‘BABA-OĞUL GİBİYDİK’
Ahmet Güneştekin, Türk edebiyatının usta kalemi Yaşar Kemal ile olan dostluğunun nasıl başladığını, onunla en unutulmaz anılarını ve öğrendiği dersleri şöyle anlatıyor: “Yaşar Kemal’le 2003 yılında ilk sergimde karşılaştık. Sergideki karşılaşmamızdan sonra ilişkimiz ilerledi ve bir baba-oğul ilişkisine dönüştü. Çocukluğum ve gençliğim onun romanlarını okuyarak geçti ama mesafesiz bir iletişim kurabilmek daha farklıydı.”