ANKA
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 07, 2008 14:32
TÜSİAD Tarım ve Gıda Çalışma Grubu’nun hazırladığı raporda, Türkiye’de tarımsal üretimde gözlemlenen düşük büyüme hızının yıllardır aşılamadığını, havza bazında, tarımla ilişkili kursal gelişme politikasının tek başına tarım politikasının içeriğini dolduramayacağı belirtilerek, Doğrudan Geler Desteği (DGD) uygulamasının hedeflenmiş sorunların üzerine gitmek üzere farklılaştırılarak devam ettirilmesi önerildi.
TÜSİAD, “Türkiye’de Tarım ve Gıda: Gelişmeler, Politikalar, Öneriler” başlıklı raporu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Erol Çakmak ve Prof. Dr. Halis Akder ile Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haluk Levent ve İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Filiz Karaosmanoğlu tarafından hazırlandı.
Türkiye’de ve dünyada tarım ve gıda fiyatlarındaki artışın nedenlerini ve son gelişmelerle birlikte bu alanda uygulanabilecek politikaları ele alındığı raporda, Türkiye’de tarımsal üretimde gözlemlenen düşük büyüme hızının yıllardır aşılamadığı vurgulandı. 1968-2006 arasındaki yıllık ortalama tarımsal üretim artışının yüzde 1.3 olduğuna dikkat çekilen raporda, değişik hükümetlerin, çeşitli programlar, farklı destekler, projeler, iyi niyetli reformlar ve değişik söylemlerin sonucu değiştirmediğine dikkat çekildi.
VERİM DÜŞÜKLÜĞÜ AŞILAMADI
Raporda, tarımsal üretimdeki düşük verimlilik ve etkinliğin hiç bir dönemde aşılamadığına dikkat çekilerek, tarımsal üretimin hava koşullarına bağımlılığı azaltmadığını aksine iklim değişikliği ile daha da artırdığı kaydedildi.
Tarımsal yapıda da arzulanan dönüşümün gerçekleştirilemediğine işaret edilen raporda, üretimde payı yüksek ve iç piyasaya üretim yapan küçük işletmelerle, ticarileşmiş ve ağırlıkla ihracata yönelik işletmelerin bir arada yaşamaya devam ettiği belirtildi.
“Türkiye’nin 2001 krizinden sonra uygulamaya koyduğu Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP) neredeyse sonuçları değerlendirilmeden sonlanmak üzeredir. Yeni arayışların en doğru başlangıcı reform deneyiminin değerlendirmesi üzerinden olmalıdır” denilen raporda, “Aksaklıkların, yanlışların, eksikliklerin giderilmesinin dile getirilmesi, sil baştan anlayışla, sanki hiç uygulanmamış, hiç deneyim elde edilmemiş gibi yepyeni arayışları, sanki hiç uygulanmamış, hiç deneyim elde edilmemiş gibi yepyeni arayışlara girmek çok pahalı mal olabilir ve yeni hayal kırıklıkları ile sonuçlanabilir” görüşüne yer verildi.
HAVZA BAZINDA TARIM
Son dönemde sözü edilen yeni tarım politikası arayışlarından birinin de havza bazlı tarım politikası olduğunun vurgulandığı raporda, havza bazında, tarımla ilişkili kırsal gelişme politikası olabileceğini ancak bunun tek başına tarım politikası olamayacağını dile getirildi. Raporda, önümüzdeki yıllarda, kırsal gelişme politikasına önemli pay ayrılması savunulabileceği, böylece kırsal politika ile bir yandan AB’ye uyum sağlanırken, diğer yandan işletmelerin yapısal sorunlarının hafifletilmesi yoluyla, tarım politikasını tamamlayacak yararlar da sağlanabileceği ifade edildi.
Birçok kuruluş tarafından benimsenmeyen doğrudan gelir desteğinin (DGD) yüksek fiyat ortamında da en uygun destek aracı olarak görüldüğü kaydedilen raporda, şöyle denildi:
“Fiyatların bu kadar yükseldiği bir ortamda, fiyatların daha da yukarı tırmanmasına yol açacak bir desteğin sakıncalı olacağı açıktır. Kaldı ki, DGD, bazıları tarafından iddia edildiğinin aksine, Türkiye’ye uygulaması AB’ye, daha doğrusu üye olan son on iki ülke için örnek olmuştur. Başka deyişle DGD, tarımın Ortak Tarım Politikasına uyumu açısından atılmış başarılı bir adımdır. Vazgeçilmesi, AB’ye uyum açısından da açıklanması oldukça güç, çelişkili bir tercih olacaktır. Bu aşamada DGD’nin şimdiye kadar olduğu gibi en genel biçimiyle uygulanma zorunluluğu olmadığı da hatırlatılabilir. DGD, hedeflenmiş sorunların üzerine gitmek üzere farklılaştırılarak da kullanılabilir.”
TARIM FİYATLARININ GELECEĞİ
TÜSİAD raporunda, 2016 yılına doğru, şeker dışında, tahıl, yağlı tohum, et ve süt ürünlerinin dünya fiyatlarının, yakın geçmişteki zirvelerin altına inmesine rağmen, 2000’lerin başına göre daha yüksek düzeyde seyretmesinin beklendiği kaydedildi. Bu ürünlerin, global ithalatla ölçülen, dünya ticareti istisnasız artacağına işaret edilen raporda, buğdayda yüzde 17’lere varacak olan ticaret genişlemesine, yemlik tahıllar yüzde 13’le eşlik ettiği belirtildi.
Raporda, sığır eti, yağlı süt tozunun ticareti yüzde 50’ye yakın bir oranda artarken, bitkisel yağlarda bu artış yüzde 70’e yaklaşacağı, tüm tahminlerin, gelir, nüfus, petrol fiyatı gibi dışsal parametrelere ve süregelen politikalara bağımlı olduğu, bu parametrelerde öngörülemeyen değişikliklerin ve politikalardaki radikal değişiklikler tahminleri etkileyeceği kaydedildi.
Şeker sektöründe özelleştirmenin ötelenmesine rağmen, kamunun üretim ve kota payı düştüğüne dikkat çekilen raporda, bu gelişmeye rağmen, Türkiye’de şekerin perakende ve toptan fiyatları dünyada en yüksek on ülke arasında yer aldığına işaret edildi. Raporda, “Türkiye ve dünya fiyatları makası zaman geçtikçe açılmaktadır. On yıl önce dünya fiyatının iki misli düzeyinde seyreden yurtiçi fiyatlar dört misline ulaşmak üzeredir. Şeker kotalarının satış miktarı yerine kuru madde bazında üretim miktarı üzerinden belirlenmesi ve ithalatta uygulanan gümrük vergilerinde ürünler arası tutarlı yaklaşım, kayıtdışı ticareti azaltacağı gibi, en azından yurtiçinde etkili rekabet ortamı yaratacaktır” denildi.
Türkiye’nin, yükselen gıda fiyatlarından ötürü enflasyon artışı gibi çeşitli bedeller ödemekteyse de tarım politikası açısından bu durum bir fırsat olarak değerlendirilebileceğinin vurgulandığı raporda, şöyle denildi:
“Dünya ve Türkiye arasındaki fiyat farkları büyük ölçüde azalmıştır. Dünya piyasalarında fiyat açısından benzer rekabet koşulları oluşmuştur. Ancak ileri doğru yapılan tahminler, yenilenen arz talep dengesiyle beraber fiyatların bir miktar düşebileceğini işaret etmektedir. Türkiye dünya fiyatlarındaki gelişmeleri takip ederek, dünya ve kendi piyasaları arasında oluşabilecek fiyat farkını en azından AB ve dünya arasındaki fark düzeyinde tutabilmelidir. Bunu gerçekleştirebilmek için hükümetlerin tarımsal üretim maliyetlerinin aşağı çekilmesi yönünde ellerinden geleni, uluslararası anlaşmalara tutarlı kalarak yapmaları gerekir. Maliyetleri aşağı çekebilmenin en kalıcı yolu ertelenmiş yapısal sorunların üzerine gitmek olabilir. Bütçeden kanunla milli gelirin en az yüzde 1’inin tarıma destek olarak ayrılmasına karar verilmiştir. Bu kaynak fiyat desteği olarak kullanılamayacağına göre yapısal sorunların çözümüne yönlendirilmesi önemli bir fırsat yakalanmasını sağlayabilir.”
Raporda, hükümetlerin tarımdaki fırsatı kullanabilmesi için, tarımsal üretim maliyetlerini aşağı çekmesi önerisinde bulunulan raporda, tarımın girdi piyasalarının düzgün işlemesi, üretim faktörlerinin piyasa fiyatlarından temin edilmesinin önemine dikkat çekildi.
Raporda ayrıca, istikrarlı ve işleyen bir piyasa mekanizması için öncelikle tarımda kurumsal altyapının güçlendirilmesi gerektiği vurgulanırken, başta sulama olmak üzere, fiziksel altyapının da geliştirilmesi gerektiği kaydedildi.