Güncelleme Tarihi:
Bild Yayın Yönetmeni Kai Diekmann ile Hürriyet Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün bugün fuarda imzalayacağı "Süper Dostlar, Türklerin ve Almanların Söyleyecekleri Var" isimli kitap, Almanya’daki Türkiye’nin de bütün renklerini yansıtıyor. Bu renklere, Kai Diekmann’ın, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, yahut Türkiye’nin gayet iyi tanıdığı teknik direktör Christoph Daum’un dahil olması bu açıdan son derece doğal. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ya da Muazzez İlmiye Çığ, Nedim Gürsel veya Füruzan ise söz konusu renklerin ta kendisi zaten. Ancak, asıl soruyu Avukat Seyran Ateş soruyor: "Almanlar ve Türkler gerçekten de dost mu?" Hatta "süper dost" mu? Şimdiden söyleyelim, cevap bir hayli yakıcı."Otuz dört yaşında başarılı Türk bir akademisyen" diyor Seyran Ateş, "zorla evlendirilmiş olan iki ablası tarafından kendi eşini kendisi seçmiş olduğu için dayak yedi. Babası seçtiği eş Kürt olduğu için onu öldürmekle tehdit ediyor. Ablaları bu tehdidin haklı olduğunu düşünüyorlar. Bir kadın eşini kendi başına seçip aileye tanıştıramaz, özellikle de böyle bir düşmanı. Bir Alman olsa bu kadar kötü olmazdı diyorlar tüm kalpleriyle inanarak. Küçük erkek kardeşi olanları anlayamıyor ve ablasını teselli ediyor. İki ufak kız kardeşi de ablalarının yanındalar."Hayır, Seyran Ateş’in anlattığı hikáye istanbul, Diyarbakır, Şırnak, Giresun, Mardin, izmir veya Adana’da değil, Avrupa’nın göbeğinde, Almanya’da yaşanıyor. Ama durun biraz, hemen Seyran Ateş’i suçlamaya kalkmayın. Zaten Seyran Ateş de farkında, böyle bir şeyi dile getirdiği için eleştiri oklarının kendisine yöneleceğinin. Ateş’in altını çizdiği son derece önemli bir olgu: Aradan kaç yıl geçerse geçsin, kaç kuşak değişirse değişsin, Türkiye’den gelen göçmenlerin bir kısmı, hatta belki önemlice bir kısmı, Türkiye’deki alışkanlıklarını burada da sürdürüyorlar. "Bu hikáye" diye devam ediyor sözlerine Ateş, "bize Almanya’da Türklerin yaşadığı şartların birbirinden ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. Bir aile içindeki insanların bile birbirinden ne kadar farklı olabildiğini. Ama aynı zamanda bu hikáye bize şeffaflık, reformlar, demokrasi, cinsel devrim ve kadın erkek eşitliği Avrupası’nda hiçbir şekilde düşünülemeyecek şartların varlığını gösteriyor."Almanya’daki töre cinayetleriSeyran Ateş’in yakıcı örnekleri sadece bununla sınırlı değil ne yazık ki. Töre gerekçesiyle işlenen cinayetlerden Almanya’daki göçmenlerin de payını aldığını ama bunun her iki toplum tarafından da görmemezlikten gelindiğini vurguluyor apaçık:"Bütün Türklerin töre cinayetlerini onayladığını düşünen Almanlar olduğu, töre cinayetiyle ilişkilendirilmekten dolayı incinen Türkler olduğu için bir kadına kendisini şiddet dolu bir ilişkiden kurtarması, töre cinayeti kurbanı olmaması için yardım etmeyi başardığımızda bundan bahsetmemeli miyim? Kız kardeşini ya da karısını öldüren gerçekten de bir Türk olduğunda da bundan bahsetmemeli miyim? Can sıkıcı her konuda yaralarına parmak basıldığını düşünen bu insanlar nasıl insanlar? Şartların değişmesi hiçbir şekilde işlerine gelmeyen insanlar tabii ki. Sebep ne olursa olsun. Ben şartların değişmesini istiyorum. Şartlar ise ancak şartların ne olduğunun farkına tam olarak vardığımızda değişecektir. Dünyamızda neler olduğu konusunda kendimize dürüst oluyor muyuz? Bir Alman Türklerin hayatı hakkında gerçek bir bilgiye sahip mi?" Asıl bunları konuşalımGörmemezlikten gelinen, yahut üzerinde yeterince durulmayan bir başka nokta ise Alman yetkililer tarafından Türk çocuklarına reva görülen "geri zekálı muamalesi." Buna da aynı ses tonuyla itiraz ediyor Ateş:"Türk çocuklarının Alman yetkililer tarafından kolay olsun diye sorunlu çocuklara özel eğitim veren okullara gönderildiklerinden konuşmayalım mı? Türk çocuklarına senden bir şey olmaz, nasıl olsa yabancısın diyen Alman öğretmenleri görmezden mi gelelim? Sadece abitur (lise bitirme sınavı) yapmış ve okulda Türk olduklarından dolayı hiç problem yaşamamış Türk çocukları hakkında mı konuşmalıyız? Kültürlerin karnavalını kutlamak ve sokak şenliklerinde birbirimizin yemeklerinden yemek yeterli mi yani? Benim için değil. Ben bir dostluktan daha fazlasını bekliyorum. Dürüstlük bekliyorum."Seyhan Ateş, bugüne kadar konuşulmayan veya çok az konuşulan konuların gündeme gelmesinden, tartışılmasından yana haklı olarak. Çünkü ancak o zaman iki toplum arasında gerçek bir dostluk kurulabilecek, iki toplum birbirine paralel gerçekliklerle değil, iç içe yaşamayı öğrenebilecek. Yoksa, Avrupa’nın göbeğinde yaşanan feodal sorunların üstesinden gelmek hiçbir zaman mümkün olamayacak:İki toplum da ikiyüzlü "Alman Türk dostluğu için (...) sadece kendileri ve aileleri için artık bekáret diye bir konunun önemi kalmamış olan kimselerden mi bahsedeyim? Her yıl yüzlerce genç kadının hálá sadece bakirelerin evlilik için şansı olduğundan gizlice kürtaj olduğunu gizlemeli miyiz? Gerdek gecesinde kanlı bir çarşaf sunabilmek için evlilik öncesi kızlık zarlarını tekrar diktirmeleri çok ürkütücü değil mi? Burada tüm bunların olduğu herhangi bir İslam ülkesinden bahsetmiyoruz, Avrupa’dan, Almanya’dan bahsediyoruz. Bireysel özgürlük ve kişisel hakların çok önemli olduğu bir kıtadan, bir ülkeden bahsediyoruz. Dostluk bu konular üzerinde konuşmamak anlamına mı geliyor? Gerçekten de sadece kazandıkları parayı son kuruşuna kadar çocuklarının eğitimine harcayan Kürt ve Türk anne babalardan mı bahsedeyim? Bunu yapan kaç kişi var? Dürüst olalım, çoğunluk mu? Ben hayır diyorum, çoğunluk değil." Gerçek dost eleştirirKarşılıklı eleştirinin her iki topluma da iyi geleceğini düşünüyor Ateş. Gerçek dostluğun da böyle bir şey olduğunu, aksinin dostlukla ilgisi olmadığını söylüyor: "Eğer Türkler ve Almanlar gerçekten dost, hatta süper dostlarsa o zaman gelenekleriyle ilgili karşılıklı eleştirilerde bulunabilmeli ve kabul edilemeyecek geleneklerle ilgili yargıda bulunabilmeliler. Bunun için dostların eleştiriye açık olmaları gerekir elbette. Türkler ve Almanlar alınganlık ve dostluğun bitmesi gibi yıkıcı sonuçları olmadan birbirlerini eleştirebilirler mi?"Haksız mı?Türklerin isim yapması istenmiyorAlmanlar en üst düzeye Türklerin veya bir başkasının çıkmasına izin vermiyorlardı sözünü ettiğim dönemde. Dünya ölçeğinde isim yapılacaksa bunu Almanlar yapmalıdır mantığı vardı onlarda. Nitekim 24-25 yaşlarıma geldiğimde ’neredeyim ben’ sorusunu sorduğumda, garip bir çıkmaz sokakta olduğumu fark ettim. Bu sadece benim için değil, Alman müzisyenler için de geçerli bir durumdu. Almanya’nın genç müzisyenlerin yolunu açan ve doğurganlığı sağlayan unsurlardan yoksun olduğunu fark ettim. Dolayısıyla ’Young Concert Artist’te birinci olur olmaz New York’a gittim. SON