Türkler fotoğraf sever

Güncelleme Tarihi:

Türkler fotoğraf sever
Oluşturulma Tarihi: Ekim 06, 2001 01:57

Dünya ile bağlantımızdır kapılar ve pencereler. Dört duvar arasında kurduğumuz küçük dünyaların, dışarıya açılan koridorları. Ne yazık ki onlar da hızla renksizleşiyor, tek tip oluyorlar. İşte bu renksizleşmeye direnen biri Şakir Eczacıbaşı. 1960'lardan bu yana Anadolu'nun dört bir yanındaki kapıları ve pencereleri görüntüleyerek onları hiç olmazsa fotoğraflarda yaşatmaya çalışıyor.

Benden çok daha fazla fotoğrafı olan fotoğrafçılar var ama onlar her şeyi tutuyorlar ellerinde. Ama ben ille çok beğendiklerimi saklarım, diğerlerini hemen yok ederim. Yani bir ressamın beğenmediği bir tabloyu silip üzerine başka bir resim yapması gibi. O bakımdan bir çok fotoğrafçıdan az fotoğrafım vardır.


Kapılar ve pencerelerde sizi çeken neydi? Fotoğrafların çekim tarihleri uzun bir zamanı bu işe ayırdığınızı gösteriyor.

- Aslında ille önceden karar verip şurayı çekeyim diyerek fotoğraf çekmem. Onun için sokağa, kentin içlerine giderim. 40 küsur yıl Anadolu'nun her tarafını dolaştım. Görmediğim yer kalmadı. Neyi çekerim? Beni etkileyen her şeyi. İnsan bulunmasa bile insan ilişkilerini anlatan ve açıklayan şeyleri. İnsanların çevreleriyle ve diğer insanlarla ilişkisini... Kapılar ve pencereler yıllarca süren bir çalışma. Tabii ki, bir sürü başka şeyi çekerken onları da çektim. Çünkü bana bir kaç yönden çok çekici geldi. Estetik ve mimari olarak ilginçtirler. Bir yapının adeta yüzüdür onlar. İçindeki insanların bence kimliklerini ve kişiliklerini açıklarlar.

Plan program dahilinde mi çekersiniz fotoğrafları?

-Düzenli çalışmam. Birden bire içimden gelir. Aslında bir fotoğrafçının gözü hep çalışır. Ancak bazılarını tesbit etmez. Ben şimdi nereye baksam, baktığım şeyi nasıl söylerim diye düşünürüm. O bakımdan fotoğraf çalışmadığım zamanlarda da tamamen ilgisizim demek değildir.

BİR GÖRÜNTÜ BİN KELİME

Kitapta fotoğrafların yanında şiirlere de yer vermiştiniz. Şiir ve fotoğraf ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?

- Kitapta böyle bir şey yapmıştım, sergide sadece iki şiir var. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ve Behçet Necatigil'in. Bence şiirle fotoğrafın çok yakın ilişkisi var. Fotoğraf bir kare ya da diktörgen içinde anlatmak istediklerinizi anlattığınız bir olaydır. Şiirde de çok az lafla çok şey söylersiniz. Galiba bir Çin atasözüdür: Bir görüntü bin kelimeye bedeldir, diye. Buradan da belli oluyor ki görüntü çok şey söyler insana.

Bernard Shaw'dan sonra Oscar Wilde üzerine de bir kitap hazırladığınızı duydum. Neden bu iki isim?

- Hem Shaw'da hem de Oscar Wilde'da iki büyük nedenim var. Bu iki kişi yapıları çok ayrı olmakla birlikte aynı dönemde yaşamışlar. İkisi de İrlandalı. 19. yüzyıla, Victoria dönemi ahlakı dediğimiz bu döneme karşı çıkmış ve çok şeyi yıkmış iki düşünür. İkisi de her türlü basmakalıpçılığa, alışkanlığa, bayağılığa, vurdumduymazlığa, anlamsız gelenekselliğe karşı çıkmışlar, bunu da alay ederek ve milleti güldürerek yapmışlardır. Bence ikisinin açtığı yollardan 20. yüzyıl sanatı önemli gelişmeler de kaydetti.

Uzun zamandır fotoğraf çekiyorsunuz, Türkiye'de ve dünyada fotoğrafın durumu nedir?

- Fotoğraf ve sinema 20. yüzyılın sanatı. Aynı zamanda da geleceğin sanatı. Dikkat ederseniz de her taraf fotoğraf. Gazeteler bile daha çok fotoğrafa yer veriyor. Fotoğrafın o yalınlığı ve istediğini açıkça ifade etmesi onu çağının sanatı yapmaya daha çok yaklaştırıyor. Roland Barthes'ın dediği gibi 20. yüzyıl imgeler çağıdır. Fotoğraf Türkiye'de de çok önemlidir. Bir ilçeye gittiğim zaman bazan üç dört fotoğraf stüdyosu görüyorum. Dünyanın en büyük kentlerinde durum böyledir. Türkler fotoğrafı çok seviyor. Belki resmi sevemedi ama fotoğrafa sahip çıktı. Bugün ilgi giderek artıyor. Üniversitelerde fotoğraf bölümleri açıldı, bağımsız fotoğraf kursları, sergiler açılıyor.

BİR GÖRÜNTÜ BİN KELİME

Leica makinenizden vazgeçmiyorsunuz. Nedir bu aşkın nedeni?

-Leica dünyada çıkmış en iyi makinedir, denir, biz de onun etkisiyle kullanıyoruz. Ara Güler gibi bir çok arkadaşımız da Leica kullanıyor. Şimdi çok iyi başka makineler de var ama duygusal bir bağ oluşmuş bir kere.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın Yönetim Kurulu Başkanısınız. Beş tane festival düzenliyorsunuz. Sanatın power broker'ı olmak nasıl bir duygu?

- İnsana müthiş bir sorumluluk veriyor tabii ama aynı zamanda da büyük bir tad. Vakıf'ta çok iyi bir ekibimiz var. Bizim yola çıkışımızın nedeni dünyanın en büyük kültür başkentinde böyle bir eksikliği hissettiğimiz içindi. Nejat Eczacıbaşı'nın müzik festivali ile başlattığı bu festivaller şimdi beşe çıktıysa, bunda insanların isteği de önemlidir. Dünyanın hiç bir kurumu bu sayıya ulaşmış değil. Gelecek yıl 30'uncu yılımızı kutlayacağız.

65'İNDEN SONRA ÇALIŞMAMALI

Tam öyle değil. Paris'te sergim açılırken Abidin beni oradakilere tanıttı. Hem önemli bir iş adamımız, hem de önemli bir fotoğrafçımız diye. Adam da, aa demek ki fotoğraf hobisi, dedi. Onun cevabı da şöyle oldu: Yok onun hobisi iş adamlığıdır. Sanatla ilgilenmek benim için alışkanlık, doğal olarak yaptığım bir şey. Eczacıbaşı'ndaki yönetim hayatım boyunca da zaten sanatla uğraştım. Bir kere sanatsal çalışmalarım sanayiden önce başladı. 1950'lerin başlarında Vatan'ın sanat yaprağını çıkardım. Sonra Eczacıbaşı'na girdim. Milliyet Sanat Dergisi'nin çıkarılışında bulundum. Eczacıbaşı Kültür filmleri yaptık. Sinematek'i kurduk, sinema günlerini geliştirip Film Festivali'ni gerçekleştirdik. Daha sonra tabii işi bırakıp tamamen sanatla ilgilenmeye başladım. Ben, 65 yaşından sonra insanların çalışmamaları gerektiğine inanıyorum. Öyle bir limit de kendime zaten koymuştum. Şimdi de kendimi tamamen sanata verdim.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!