Güncelleme Tarihi:
Bu sözlerin sahibi Oxford Üniversitesi Ortadoğu siyaseti uzmanı Reem Abou-al-Fadl. Kendisiyle, geçtiğimiz hafta bir konferans için geldiği İstanbul’da, bölgede son yıllarda gelişen Türkiye ilgi ve sevgisinin kaynağını konuştuk.
Abou-al-Fadl’a göre Türkiye’ye duyulan ilgi ve yakınlık üzerinde televizyon dizilerinin etkisi tabir-i caizse devede kulak.
İnsanların kalplerini ve akıllarını çelen asıl şey Türkiye’nin kilit meseleler konusunda Arap dünyasındaki bazı ülkelere sunduğu dayanışma ve işbirliği.
“İNSANLAR ERDOĞAN’I DİNLİYOR”
“İnsanlar Başbakan Erdoğan konuştuğunda durup dinliyor, çünkü Erdoğan’ın yakın zamanda söylediklerine bakarsanız, hep bu insanların hissettiklerine destek veren, doğru olduğunu düşündükleri ve dünyada başkalarının yapmadığı açıklamalar yaptı” diyor Abou-al-Fadl ve bunun en iyi örneklerinden birinin Erdoğan’ın geçtiğimiz ay sonunda gerçekleştirdiği Mısır gezisi olduğunu belirtiyor.
Gezi sırasında dinamizmiyle, farklı yerleri ziyaret edip çok sayıda gruptan kişilerle görüşmesiyle Mısır kamuoyunu etkilemiş Erdoğan, dahası özellikle İsrail konusunda Mısırlı liderlerin de aynı tavrı takınması konusunda bir beklenti de yaratmış. Ancak Abou-al-Fadl’ın bir uyarısı da var: “İnsanlar, Filistinlilerin haklarını, İsraillilerin ihlallerini gündeme getiren siyasetçiler konusunda biraz tedbirli çünkü bu çok sık üzerine konuşulan bir konu. Birçok lider bu konuda vaatler veriyor ama dediğini yapmıyor. Dayanışma ve verilen sözlerin tutulduğunu görmek istiyorlar.”
"HERKESİN AKLINDAKİ TÜRKİYE MODELİ FARKLI"
Bu noktada, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçtiğimiz günlerde New York Times’a verdiği röportajda dile getirdiği “Karadeniz’den Nil Vadisi’ne kurulacak bir eksen” planlarını soruyorum. Türkiye’yle Mısır arasındaki stratejik ortaklık görüşmelerinin, dönemin Mısırlı yetkililerinin “Türkiye’nin gölgesinde kalma” korkularına karşın, Mübarek döneminde de yapıldığını hatırlatan Abou-al-Fadl, bugün işbirliği fırsatlarının arttığını, ancak ilk etapta bunun ticaret ve yatırım gibi ekonomik alanda atılacak adımlarla sağlanacağını düşünüyor.
Peki ya şu meşhur “Türkiye modeli”? Abou-al-Fadl, Türkiye modelinin Mısır’daki tanımının çok kaygan olduğunu ve birincisi laik-dindar devlet yapısı ikincisi de sivil-asker ilişkileri konularında gündeme geldiğini belirtiyor. Ancak ekliyor: “Herkes modele işine gelen anlamı veriyor. Bazıları için ‘model’ Türkiye’deki laik yapı anlamına geliyor, bazıları bunu AK Parti’nin İslamcı geçmişi üzerinden bir şeyler söylemek için kullanıyor, bazıları ordunun devreye girmesine atıfla, bazıları ise ordunun yetkilerinin kısıtlanmasına atıfla ‘Türkiye modeli’ diyor.”
Bununla birlikte “model”den ziyade “deneyim”den bahsetmek gerektiğini ifade eden Abou-al-Fadl önemli bir not düşmeyi de ihmal etmiyor: “Mısırlılar şu an dünyanın her yerinden, kendilerine fikir verebilecek her türlü deneyimi inceliyor. Fransa’nın laiklik deneyimi, ABD anayasası, Nasır dönemi deneyimleri gibi. Dolayısıyla Türkiye örneği, deneyimi, tartışmalara yön veriyor ama bu tartışmalar başka yönlere de ilerliyor.”
MISIR’I BUNDAN SONRA NE BEKLİYOR?
Biz de Abou-al-Fadl’la sohbetimizde Mısır’da olan bitenler konusunda biraz daha derinlere iniyoruz:
Hüsnü Mübarek’in istifası Mısır’ın sorunlarını çözdü mü?
Mübarek istifa ettikten sonra asıl sorunun o olmadığı, Mübarek’in sadece bunun yüzü olduğu ortaya çıktı. Muhtemelen kârın en büyük kısmı Mübarek ve ailesinin eline geçti. Ancak hükümetin ve iş dünyasının içinde bir kısmı bugün hâlâ önemli konumlarda bulunan dev bir ahbaplar ağı vardı.
Çoğunluğu Mübarek’in partisi Ulusal Demokrat Parti’nin içinden üst düzey, ünlü isimler olan bu kişilerden her devlet kurumunda bulunuyordu. Her birinin altında da kademeler halinde yolsuzluk vardı. Devlet medyası insanları yalanlarla besliyordu, olayların gidişatını değiştiriyordu. Eğitim sistemiyle birlikte bu, toplumun genelinde değişimlere neden oldu. Şu an bununla mücadele ediyoruz.
Bugün insanlar Mübarek’in hastanedeki odasından, Mübarek’in oğullarının ve partinin bazı üst düzey isimlerinin de hapishane hücrelerinden işleri eskiden olduğu gibi idare etmeye devam ettiğini söylüyor.
Mübarek’in ve eski düzenin etkileri sürüyor, önümüzde seçimler var ve adayların bazıları da eski düzenin adamları. Bu durumda ne beklemeliyiz?
Çok renkli bir siyasi partileşme hareketi yaşandı. Bazı yeni partiler, Vafd gibi, eski düzene sadık partilerle işbirliği yapsalar da askeri yönetime karşı duruyorlar, orduyu seçim yasası konusunda baskı altında tutuyorlar. Son olarak Müslüman Kardeşler, Yeni Parti, Vafd, Liberal Parti gibi 30’dan fazla partiden oluşan koalisyon, ordunun seçim yasasıyla ilgili teklifini reddetti ve seçimleri boykot edeceklerini açıkladı. Kaybedecekleri savaşa girmeyecekler ve bu bize büyük umut veriyor.
Peki bu partiler kim? Özellikle Batı medyasında, Müslüman Kardeşler ve İslamcı partiler ön plana çıkıyor...
Başka partilerden bahsetmemeleri üzücü. Bir kere birçok laik parti olduğunu söyleyebiliriz ki, aslında parti oluşumunun asıl ekseni dindar-laik ayrımı değil. Daha ziyade sol ve sağ diye bölünüyor partiler.
Mısır Sosyal Demokrat Partisi’nin Devrimci Gençlik Koalisyonu’ndan önemli üyeleri var. Eskiden solcu olan ama Mübarek döneminde muhalefetin en iktidara sadık partilerinden biri halinde gelen Tagammu’nun içinden çıkan Sosyalist Halk Cepheleri Partisi var. Ünlü iş adamı, Necib Saviris’in liderliğindeki Özgür Mısırlılar var. Bir de Özgür Mısırlı diye bir liberal parti var.
Sonra Müslüman Kardeşler’in yeni partisi Adalet ve Özgürlük Partisi’nden bahsetmek isterim. İsmin AK Parti’den geldiği söylendi ama partinin bu ismi almasının nedeni başka. Küçük bir solcu grup var, genç sosyalistlerden oluşan Özgürlük ve Adalet isimli. Müslüman Kardeşler’in içinden çıkan parti bu gruba nazire olarak bu ismi benimsedi. “Sizin isminizi alıyoruz ve onunla bambaşka bir şey yapıyoruz” diyebilmek için. Bir de Selefiler var, Suudi parasıyla beslenen ve orduyu destekleyen.
Devrim Mısır toplumunun gerçek doğasını ortaya koydu. Tahrir bize insanların çok dindar olduğunu gösterdi. Ama insanlar dinlerini hep birlikte, dayatmalar olmadan yaşamak istiyor. Eğer Mısır halkı söylendiği gibi radikal olsaydı, Tahrir’de Müslümanlar namaz kılarken Hıristiyanların etten duvar ördüğünü, Hıristiyanlar ayin yaparken Müslümanların onları koruduğunu göremezdiniz.
Mübarek ve diğerleriyle ilgili açılan davalara dönersek. Ortada verilmiş bazı cezalar var üç yıl, beş yıl gibi... İnsanlar adaletin yerini bulduğu duygusunu hissediyor mu?
Bence bir noktaya kadar evet, çünkü vatandaşlar bu insanlara yüklediğimiz bazı suçların mahkemeye getirilemeyeceğini biliyor. Kanıtı yok ya da “10 yıl boyunca kamuoyunu kandırmak” gibi suçlar söz konusu. Ama görevi kötüye kullanmak, iş anlaşmalarından çıkar sağlamak gibi suçlarla yargılamak mümkün. Bunlar çok önemli, çünkü devrimin en önemli faydalarından biri, insanların, Mübarek dahil olmak üzere herkesin yaptıklarından sorumlu tutulacağını görmesi oldu.
Ama eğer Mübarek ucuz kurtulursa büyük tepki doğar. Mahkemenin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. 5-6 ay diyen var ama 5-6 ay sonra Mısır’ın ne durumda olacağını bilmiyoruz. Asıl iş ifadelerde bitecek.
Ancak özetle söyleyebilirim ki, Mısır'da devrim daha yeni başladı.
seturan@hurriyet.com.tr
http://twitter.com/sevinturan
Sevin Turan