Güncelleme Tarihi:
Aslında Rusya, Tahran Zirvesi'nden önce müzakere masasına "silahı" getirip, öyle pazarlık etmeye başladı. Tahran'dan kısa süre önce ağır bombardıman başlaması, taktik nedenlerle açıklanamaz. Zirve'de de uzlaşmaz tavrını sürdürdü. Fakat Türkiye o arada boş durmadı. İdlib'teki pozisyonunu güçlendirdi. Operasyon başlasaydı; İdlib üç günde çözülmeyecekti. Belki de en uzun süreli savaş olabilirdi. Ancak bu çatışmanın iki ülke açısından da stratejik kaybı, uzlaşının getirebileceği kazanç/taviz denklemine göre daha yüksekti. Bu nedenle anlaşmayı seçtiler. Soçi'den ise birkaç önemli sonuç çıktı: Bunlardan ilki, Rusya ve Suriye Rejimi'nin, İdlib'teki hedeflerine bir adım daha yaklaşması. Moskova ülkenin diğer kesimlerinde nasıl Şam ile muhalifler arasında uzlaşı sağlanabilecek bir denklem kurmaya çalışıyorsa; İdlib'te de buna doğru yöneldi: "Radikalleri temizle, uzlaşıya yakın muhalifleri sürece çek; ya da tamamını bölgeden sür". Rusya'nın kabaca bu şekilde formüle edilebilecek bir yaklaşımı vardı. İdlib'teki anlaşma da kabaca bunu içeriyor. İdlib'in hep aşamalı olacağını savundum. Bence şimdiki süreç de bir aşama. Nihayetinde zaten Türkiye de sorunların siyasi süreçle tamamlanmasını istiyor. Eğer Astana ya da diğer süreçlere katılacak muhaliflerin sayısı artacaksa, bu Türkiye açısından da avantaj. Özetle, Türkiye ve Rusya kısa ve orta vadeli beklentilerini anlaşmayla karşılama yolunu seçtiler ama her şey anlaşmanın uygulanabilmesine bağlı bunu da unutmayalım.
-Peki kaybedeni kim?
Şimdilik ABD. ABD'yi küçümseyemeyiz. Suriye'de hâlâ çok etkin ve birçok aracı var. Fakat İdlib Operasyonu'nun başlaması halinde Türkiye-Rusya ilişkilerinde ortaya çıkabilecek büyük sorun ABD'nin Suriye'deki etkinliğini katlamasına neden olabilecekti. Diğer iki kaybeden ise PKK ve HTŞ. HTŞ'nin hedef olacağı açık, onlar İdlib'te duruyorken ne Türkiye'nin istediği bir geçiş süreci mümkün, ne de Rusya onların varlığını kabul edecek. PKK ise İdlib'in başlaması halinde Afrin'de karşılaştığı derin yenilginin üstünü Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde saldırılarla kapatmaya çalışacaktı. Ayrıca Türkiye ve Rusya arasında kriz çıkmasını kendi etki alanını genişletmek ve Suriye Rejimi ile masaya daha güçlü oturmak için bir fırsat olarak görüyordu. Bu nedenle Soçi Anlaşması her ikisi için de önemli bir kayıp.
BALTALAMAK İSTEYECEKLER
-'Her şey anlaşmanın uygulanabilmesine bağlı' dediniz. Kim, nasıl baltalar? Karşımıza nasıl bir tablo çıkar?
Türkiye ve Rusya anlaşmanın başarıya ulaşması için gayret sarf edecektir; çünkü bu başarı ikisi açısından da büyük kazanımları beraberinde getiriyor. Fakat anlaşmanın dışında kalanların, yani İran, ABD, PKK, HTŞ’nin süreci baltalamak için ellerinden geleni yapacağını söyleyebiliriz. Burası dikensiz bir gül bahçesi değil. Eğer bu anlaşma süreci bir şekilde dışarıdan yapılan provokasyonlar ya da içeriden sürecin işleyememesi nedeniyle başarıya ulaşamazsa Rusya neler yapabileceğini Tahran Zirvesi öncesindeki saldırılarıyla çok net bir şekilde ortaya koydu. İdlib’te son derece yıkıcı ve özellikle sivilleri hedef alan bir askeri operasyon yaratabileceğine dair güçlü bir beklenti oluşturdu. Dolayısıyla anlaşmanın başarıya ulaşamamasının en büyük sonucu bu tür bir sürecin başlaması ve İdlib açısından beklenen felaket senaryosunun kapısının açılması demek olacaktır. Anlaşmanın uygulanma aşaması çok önemli. Eğer hayata geçirilebilirse bu gerçekten büyük başarı olacak. Çünkü çok zor bir misyon var karşımızda.
-Provokasyonun ve ihlalin önlenmesi Türkiye ile Rusya'nın üstünde. Tahriklerin adresi neresi olabilir?
Dışarıda kalan ve anlaşmadan zarar görebilecek herkes olabilir. ABD'nin bölgedeki müttefiklerinden, İran yanlısı milislerden, PKK'dan, silahsızlanmadan rahatsız olan yerel gruplardan... Çeşitli provokasyon olasılıkları var ve bir kısmını dillendirmek istemiyorum. Ancak, İdlib'in her alanında farklı aktörler tarafından provokasyon süreci başlatmak mümkün…
-Sınırlar belirlendi. 15 Ekim'e kadar ağır silahlar kaldırılacak, meşru olmayan terör grupları bölgenin dışına çıkarılacak.. Öngörünüz nedir, sürprizler
yaşanır mı?
15 Ekim kritik bir tarih. Fakat bu anlaşmanın başarılı olup olmadığı 15 Ekim’de belli olmayacak. Uzun bir süreden bahsediyoruz. Mesela yılın sonuna kadar yolların açılmasından bahsediliyor. Yani 15 Ekim’de grupların silahsızlandırılması sona ermedi, dolayısıyla operasyon gelecek diye bir şey yok. En acil, en sorunlu, en zor kısmı bölgenin silahsızlandırılması. Kamuoyunda dolaşan haritalar var. Elbette hazırlayanlar büyük emek harcıyorlar. Ancak sanki mutabakat metni, 15-20 km derinlik diye bahsedilen alanın İdlib'in içinden itibaren olduğunu söylüyor. Üstelik M4 ve M5 yollarının yıl sonuna kadar açılmasını öngörüyor. Yani muhalifler belki yerlerinde kalabilirler, ancak bu hattın ağır silahlardan arındırılması ve Halep-Lazkiye ve Halep-Hama yolunun açılması pratikte rejim karşıtı muhaliflerin etki alanının epey sınırlanması anlamına geliyor.
-Mutabakat silahlı Suriye muhalefetinin konumunu güçlendirdi mi?
Hayır. Şimdi silahlı muhalifler konumunu güçlendirme safhasında değil. Mevcut konumlarını koruyarak siyasi sürece geçebilmeleri önemli bir kazanım olur. Zaten hedeflenen durum bu. Suriye'deki iç savaşı muhaliflerin askeri yöntemlerle kazanamayacağı anlaşıldı. Esad da çatışmayı kazanabilir belki ama istikrarı sağlayamaz. Bu nedenle iş masada bitecek. Ancak, şu anda muhaliflerin birkaç ay öncesine göre daha güçlü olduğu söylenemez.
-Silahsızlandırılan bölgelerdeki silahlı muhalif gruplar ne olacak?
Bu sorunun yanıtı çok açık. Ya ağır silahlarını teslim edecekler ve bölgede kalacaklar ya da bertaraf edilecekler. Bunu sadece anlaşma öngörmüyor. Pek çok muhalif grup bu gerçeğin zaten farkındaydı. Tabii muhalif gruplarla HTŞ ve müttefiklerini ayırmak lazım. HTŞ'nin silah bırakması zaten beklenmiyor. İçinden bazı gruplar ayrılıp uzlaşıya yanaşabilir. Fakat HTŞ'nin temelde silahtan vazgeçmesi beklenmemeli. Hem ağır silahları bırakıp da İdlib'in içlerine çekilse bile Rusya bu örgütün İdlib içinde kalmasını hiçbir şekilde kabul etmiyor. Zaten Türkiye de HTŞ'yi 29 Ağustos itibarıyla terör örgütü ilan etti. Dolayısıyla silah bırakıp bölgeyi terk etmemesi ya da örgütü en azından dağıtıp yer altına indirmemesi halinde operasyon gerçekleşecek. Bu iki olasılık dışındaki her durumda ister silahsızlandırılan bölgede olsun, ister İdlib'in geri kalanında HTŞ ile yerel gruplar arasında çatışma kaçınılmaz.
-Çatışmaların seyrini belirleyecek etkenler neler?
Sayıca Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ni (UÖC) oluşturan gruplar, Heyet Tahrir Şam’a (HTŞ) göre büyük bir sayısal üstünlüğe sahip olsa da onu çok kolaylıkla yenemezler. UÖC'deki gevşek yapının aksine HTŞ'nin komuta kontrolü profesyonel, militanları deneyimli ve disiplinli. İş HTŞ açısından bir ölüm kalım savaşına dönerse çok kolay bir çatışma olmaz bu. Tabii son dönemde HTŞ üst üste çok sayıda orta düzey liderini ve yerel grup komutanını kaybetti; kontrol ettiği alanlar genişleyince elindeki sınırlı sayıdaki militanla yerleşim yerlerini kontrol edebilmek için aşırı genişledi. Bu zaaflarını not etmek lazım. Fakat HTŞ, UÖC'nin sayısal üstünlüğüne karşı geri adım atmak durumunda değil. HTŞ'nin kararı bence stratejik olacak, içindeki Suriyelileri normal hayatlarına döndürüp, yer altına inerek uzun sürede yeniden örgütlenmeyi seçerken; lider kadroyu bölgeden çekmeyi de tercih edebilirler. Bu çatışma olasılığını düşürür ancak, çatışma çıkarsa sonuç çok kısa sürede ve kolaylıkla alınmayabilir.
HTŞ YER ALTINA İNEBİLİR
-Anlaşılan HTŞ’nin adını daha sık duyacağız. Nasıl bir yapıdır? Homojen mi, yoksa farklı yerlere gidebilecek unsurların bir koalisyonu mu?
HTŞ bir çeşit cephe organizasyonu. Suriye’de iç savaş başladığından bu yana El Kaide farklı formasyonlardan geçti. Bugün geldiğimiz noktada El Kaide’nin bağlantılı olduğu gruplarla, iç savaş başladığı zamanki El Kaide arasında büyük farklar var. Şu anda HTŞ, kendi kor kadrosu olan, yapısı içinde bir takım küçük birimleri bulunan, onunla aynı yapı içinde bulunmamakla birlikte kritik dönemlerde ittifak yapan bir oluşumdan ibaret. Sonuncu grup HTŞ’nin kendi bünyesinde değil. Ama onunla hem çatışma anlamında birçok kez işbirliği yaptı hem de Suriye’nin gidişatına bakış anlamında bir ortaklığı var. HTŞ’nin içindeki liderlik son birkaç sene içinde ciddi iç tartışmalarla sallandı. Buna rağmen lideri Ebu Muhammed Colani, süreci kendi perspektifinden bakıldığında epey iyi yönetti, liderliğini pekiştirdi. Ancak tek bir adam olarak bütün yapıyı kontrol ettiği söylenemez. Sonuçta bunun bir danışma meclisi var, bu örgütler böyle çalışır. Yerel emirleri var. Bu anlamda baktığımızda HTŞ’de bir karar verici var ve o karar vericiyi etkileyebilecek sözü geçen kişiler var. Bunların tavırları son derece önemli. Şu ana kadar HTŞ’nin kor kadrosundan silahsızlanma konusunda herhangi bir çatlak ses çıkmadı. Tamamı oy birliğiyle silahsızlanmanın cihada ihanet olduğunu, bu nedenle herhangi bir şekilde cihat sahasını terk etmeyeceklerini ve silahlarından da vazgeçmeyeceklerini söylediler. Dolayısıyla bu anlaşma çerçevesinde öngörülen modele uymayacakları anlamına geliyor.
-Çözülme ya da kendini feshetme ihtimali yok mu?
Muhtemelen burada birden fazla şey olacak. HTŞ’nin içinden bazıları çeşitli nedenlerle fikir değiştirip, şu anda bulundukları yapıdan bir başka ittifakın içine örneğin Ulusal Özgürleşme Cephesi’nin içine girebilirler. Suriye iç savaşında gruplar arasında bu geçişkenlik hep vardı. Unutmayalım ki, 1.5 sene öncesinde, UÖC’nin en önemli gruplarından biri olan Nurettin Zengi grubu eski Nusracıların, yani bugün HTŞ’nin kor kadrosunu oluşturanların en büyük müttefikiydi. Şimdi tam karşısında yer alıyor. Dolayısıyla gelen tehdidin büyüklüğü, çatışmanın yaratabileceği riski kaldıramaması ve çeşitli ikna metotlarıyla HTŞ’nin içinden küçük küçük grupların ayrılması mümkün. Bu bir ihtimal. İkincisi yavaş yavaş bazı önde gelenleri bölgeyi terk edebilirler. Bir grup da HTŞ’nin tamamen ortadan kalkacağına ilişkin bir kanıya varırsa örgütlenmeyi belli bir süre için yeraltına indirebilir. Ancak bunlar HTŞ içindeki küçük bir azınlığı oluşturuyor. Çok büyük bir kısmının silahlarını teslim etmeyeceğini ve çatışmaya hazır olduğunu düşünüyorum.
-HTŞ’nin El Kaide olarak görülmesi doğru bir tespit değil mi?
El Kaide’ye biat etmedi ama gelinen noktada her ne kadar biat etmese de herkes onlara “Sen El Kaide’sin” demeye devam etti. Bu noktada belli bir grubun şöyle düşünmesi mümkün: “Ne yaparsak yapalım, değişen bir şey olmayacak, o zaman cihadı sonuna kadar devam ettirelim.”
HTŞ'yi oluşturan ana omurga elbette Suriye'deki El Kaide; örgüt zihniyet olarak da El Kaide ile aynı. Ancak şu ana kadar El Kaide'ye bağlılığını ilan etmedi. HTŞ, Suriye’yi cihat alanı olarak ilan etmiştir. Oysa El Kaide’nin cihat anlayışı küreseldir.
-Anladığım; karşımızda şunu yapar, bunu yapar diyebileceğimiz bir grup yok… Çatışırsa yenilgiye uğrar mı?
Elbette HTŞ'nin bir örgütsel tutumu var ve liderlik ile örgüt tabanı arasında güçlü bir hiyerarşi bulunuyor. Ancak, yakın geçmişte pek çok kez içinden ayrılmalar ya da yeni katılımlar olan bir yapıdan bahsediyoruz. Yenilgi meselesine gelince yenilgiye uğrayabilir, hatta bir çatışma başladığında ne kadar çatışırsa çatışsın yenilgi kaçınılmaz. Fakat şunu da unutmamak lazım. El Kaide birçok yerde yenilgiye uğradı. Bu; cihat fikrini ortadan kaldıran bir şey değil ki.
-Diyelim ki çatışmaktan kaçındı, nereye sığınacak?
Eğer çatışmama yolunu tercih ederlerse ve düşük bir ihtimal silahlarını bırakırlarsa o zaman Suriye’de yeraltına inerler. Normal insanlar gibi yaşarlar. Çünkü söylenenin aksine önemli bir kısmı Suriyeliler’den ibaret. Eğer bölgeyi terk etme yolunda bir çözüm yolu ortaya konulursa sadece İdlib’i değil, Suriye’yi de terk ederler. Kendi inançlarına göre cihadı devam ettirecekleri bir yere giderler. Mesela Afganistan… Türkiye en kritik görevi üstlendi. Başarılabilir mi, evet başarılabilir. Yüksek risk var mı, evet var.
-Peki risk alınmalı mıydı?
Evet alınmalıydı. Türkiye için, silahsızlandırılmış bölge çözümü, hatta HTŞ ile çatışmaya girilmesi riski, İdlib’e Rusya’nın doğrudan saldırması sonucunda ortaya çıkabilecek güvenlik sorunlarından çok daha az. İkisi arasında bir tercih yapmak zorundaydık, doğru tercihi yaptık. Yoksa Rusya, Suriye’nin diğer bölgelerinde uyguladığı, hatta Çeçenistan’da yaptığını yapacaktı. Bölgeleri insansızlaştırarak savaşacaktı. Yani sivil yerleşim alanlarını vurup, insanları Türkiye sınırına doğru zorla göç ettirip, geri kalan bölgelerde çatışma yürütecekti. Bu bizim için en kötü senaryoydu. İdlib’deki milyonlarca insanın çok ağır şartlar altında Türkiye sınırına gelmek zorunda kalması büyük bir sorun olacaktı. Türkiye başarabilirse milyonlarca insanın hayatı kurtulur. Eğer İdlib’de bir çatışma yaşanırsa bu çatışmanın kaderini İdlib halkı belirleyecek. Halk kendi yaşadığı bölgede çatışma görmek istemiyor. İdlib’in çoğu başka yerlerden gelmiş insanlardan oluşuyor. Oradaki insanlar kendilerine yeni bir yaşam arayabilecek güçte değiller. Kim onların yaşadığı bölgeyi çatışma haline getiriyorsa, ona karşı bu insanlar…
-Karşı olmaları, silahlı gruplar karşısında bir şey ifade ediyor mu?
Elbette. Bir araya gelip çok büyük tepkiler gösteriyorlar. Son 6-7 ay içinde özellikle HTŞ’nin bazı kasabalarda tutunamamasının ya da militanlarıyla kasabalarda yerel emniyet güçleri oluşturmasının nedeni buydu. Gönül bağıyla değil, baskıyla kontrol altında tuttu bazı yerleri. İdlib halkı çatışmayı istemiyor. Yaşadıkları sürece onları koruyan bir şey olmayacağını biliyorlar. HTŞ, Meskun mahallerde çatışma yürütecek toplumsal tabanı bulamayacak.
-Elinde silah varken toplumsal desteğin önemi ne kadar?
Yüzlerce kişi eylem yapıyor, duramıyorsunuz. Tutamıyorsunuz bölgeyi, halka silah çekmek zorunda kalıyorsunuz. Halk adına devrim yaptığını, Allah için cihat ettiğini söyleyen bir grup dönüp de kendi halkına silah doğrulttuğu zaman orada tutunamıyor. Silahsızlanma sürecinde Türkiye’nin en büyük yardımcısı İdlib halkı olacaktır ve burada Türkiye’ye karşı bir sempati var. Çünkü kendisini bombalardan koruyabilecek olan o.
ZOR KULLANILMAZSA SİLAH ÇEKMEZLER
-HTŞ halloldu diyelim, ya Uygur, Çeçen ve Özbek savaşçılar?
Kamuoyunda enteresan bir kanaat gözlemliyorum. Bir kere İdlib’deki toplam silahlı militanlar arasında küçük bir azınlıktan bahsediyoruz. İkincisi öyle bir hava yaratılıyor ki, bunlar sanki bugüne kadar bütün cephelerin en kritik aktörleri. Öyle değil. Rejime ve rejime destek veren gruplar dışında kimseyle savaşmadılar. Yani gruplar arasındaki çatışmaların parçası olmadılar. Fakat şu anda yaşadıkları yer, tam da silahsızlandırılan bölge içinde kalacak. Rusya ve Çin bu gruplar konusunda çok hassas. Geri dönmelerini büyük bir risk olarak görüyorlar. Dolayısıyla şu andaki bölgelerini terk etmeleri istenecek. Her ne kadar silahsızlandırılmış bölge mantığını kabul etmiyor ve silahlarından vazgeçmeyeceklerini söylüyorlarsa da doğrudan onları çıkarmaya yönelik zor kullanılmadığı sürece diğer gruplara silah çekeceklerini sanmıyorum.
MENBİÇ’TE ABD, İDLİB’DE RUSYA İLE
-Bir başka kritik cephe de Fırat’ın Doğusu. Bu cephede kim var, hangi risklerle karşı karşıyayız?
Türkiye için Fırat'ın doğusundan kasıt YPG'nin ABD'nin desteğiyle ele geçirdiği ve PYD'nin yönettiği alan. Yoksa Fırat'ın doğusuna güneyden Rusya destekli Rejim birlikleri de geçti. Hatta Deir Ez Zor'un doğusuna da geçtiler. Burada olan şu: Fırat'ın doğusunda PKK'nın Suriye'deki kolu olan PYD, ABD'nin korumasında bir güvenli bölge inşa ediyor. Bu bölgede, YPG ele geçirilen yerlerdeki Arap nüfusun içinden zor ve ikna yoluyla da güçlendirerek, Suriye Demokratik Güçleri adını verdikleri ayrı bir silahlı yapı kurdu. ABD, bu yapıyı korumak için sürekli askeri yığınak yapıyor, kendisine üsler inşa ediyor ve ona uzun vadede meşruiyet sağlamak için uluslararası kamuoyu nezdinde onu bir terör örgütü olarak değil de ABD'nin sahada işbirliği yaptığı, "faydalı" bir müttefiki olarak tanımlamaya çalışıyor. Bu operasyonu bir tanıtım/propaganda süreci olarak yürütüyor.
-Türkiye ABD ile Menbiç’te, Rusya ile İdlib’de devriye gezecek. Uluslararası ilişkilerde olağan bir şey midir?
Evet, neden olmasın? Türkiye Suriye'deki politikasını salt Rusya ya da ABD’yle iyi ilişkiler olarak ele alamaz. Almıyor da. Nasıl Rusya ve ABD arasında Türkiye'nin çıkarlarının lehine bazı uygulamalar gerçekleşiyorsa Türkiye de aynı zamanda her ikisiyle birlikte ortak ya da benzer çözüm arayışına gidebilir. Ancak bu noktada bir şeyin altını çizmemiz lazım. İdlib ile Fırat'ın doğusu arasında stratejik bağlamda yakın bir ilişki var. Türkiye için İdlib'teki insani krizin engellenmesi ve olası bir çatışmanın Türkiye'nin içinde ve Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde yapacağı etki elbette çok önemli. Fakat asıl stratejik konu Fırat'ın doğusundaki PKK/PYD yapılanmasının önüne geçmek. İdlib'teki ortaklık Fırat'ın doğusuna yansıtabildiği sürece Suriye'deki denge değişecektir. Lavrov'un bugün Suriye'nin bütünlüğüne yönelik ana tehdit ABD’nin kontrolündeki Fırat Nehri’nin doğu yakasından yükseliyor” açıklaması hem içerik hem de zamanlama itibariyle çok dikkat çekici. Bence Rusya bir mesaj veriyor. İdlib'te başarı olursa Fırat'ın doğusunda denklem değişebilir. Tabii Rusya ne kadar samimi orası ayrı. Ancak bu yaklaşım ihmal edilmemeli.
Anlaşmanın en kritik ikinci maddesi!
-Türkiye-Hama-Halep ve Lazkiye yolu yılsonunda açılıyor. Ankara'dan Suriye’ye bir jest mi?
Türkiye'nin jestinden ziyade Rusya'nın bir isteği gibi duruyor. Suriye'de bir yandan savaşın sonuna gelindiği düşünülürken diğer yandan ekonomik bir hamleye ihtiyaç var. Suriye ekonomisinin belkemiği olan Halep'i ayağa kaldırmadan ülke ekonomisi düzelemez. Halep'in Lazkiye ile bağlantısı limanlara açılımını kısaltacak ve ekonomik anlamda rahatlatacak bir hamle. Yani, taktik askeri gerekçelerle değil stratejik bir yaklaşımla ele alınmış bir konu... Fakat aynı zamanda Rusya'nın uzun vadede İdlib'te kontrolü siyasi ya da askeri yollarla sağlayabilmek için işletmeye çalıştığı planın en önemli detaylarından birisi. Bu nedenle, Türkiye'nin Şam'a jesti değil, Rusya ile Türkiye arasındaki anlaşmanın belki de en kritik ikinci maddesi olarak okunmalı. Sonuçta sınırı muhtemelen bu madde çizecek.