Güncelleme Tarihi:
Mısırlı İslamcı filozof Seyyid Kutub Batı’nın, özellikle de ABD’nin İslam’ın varlığı için bir tehdit olduğuna inanıyordu. Kutub, ABD’nin başını çektiği küreselleşmenin sofu Müslümanları yoldan çıkarıp İslam’a zarar vereceğine inanıyordu.
Küreselleşmenin elinde üç önemli silah vardı: dinin devletten ayrılması ve pervasız bir kapitalizm anlayışıyla “hayvani içgüdüler”in ortaya çıkması. Kutub hem söylemlerinde hem de eylemlerinde Cemal Abdül Nasır’ın laik hükümetine savaş açmıştı ve 1966’da Nasır tarafından idam ettirilmişti.
Kutub bugün hayatta olmasa da fikirleri Usame bin Ladin’in liderliğindeki El Kaide örgütüne kaynaklık etmeye ve dünyayı değiştirmeye devam ediyor.
İranlı yazar Veli Rıza Nasr, New York Times’da Michael Totten imzalı makalede tanıtılan yeni kitabı “Forces of Fortune”’da (Servetin Güçleri) Kutub’un söylediklerinin en azından yarısının yanlış olduğunu savunuyor. Küreselleşme, serbest ticaret ve piyasa ekonomisi İslam dinini tehdit etmiyor. Bu kavramların tehdit ettiği asıl şey Kutub’un yandaşlarının dayatmak istediği totaliter İslam anlayışı.
Tuft Üniversitesi Fletcher Hukuk ve Diplomasi Fakültesi’nde görevli olan Nasr, Ortadoğu’nun orta sınıf ticaret devrimini tamamladığı noktada özgürleşeceğini savunuyor. Yazar “İran’ın ve bölgenin geri kalanının ruhu için yapılacak büyük savaş din üzerinden değil, iş dünyası ve kapitalizm üzerinden olacak” diyor.
Nasr’ın “Dubai etkisi” dediği şey bölgede hissedilmeye yeni başladı. Dubai’nin “normal” bir toplum olduğunu söylemek zor; bildiğimiz anlamda bir demokrasi ya da ekonomik sorunlardan arınmış bir ülke de değil. Ancak Müslüman dünyasının her yerinden orta sınıfa mensup kişiler Dubai’ye gelmeye, bu ülkenin iş dünyasıyla dost düzenleyici ortamına ve şahsi özgürlüklere saygı duyan toplumuna hayran olmaya devam ediyor. Ülkelerine döndüklerinde de “Neden Dubai gibi yönetilmiyoruz?” diye kendilerine soruyorlar.
Nasr dönüşümünü başarıyla tamamlamış tek bir ülkeden bahsediyor: Türkiye. Yazara göre Türkiye’nin İslamcıları laik-Kemalist elitlerle yıllar süren mücadelelerini yitirdikten sonra İslam devleti kurma hedeflerinden vazgeçerek, Avrupa’nın Hristiyan Demokratları’na benzer bir yola girdiler.
Bu hareketin temsilcisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) serbest piyasa kapitalizmini, azınlık haklarını ve Avrupa Birliği’ne üyeliği savunuyor. Türkiye’nin dindar iş adamları ve tüccarları, yani AK Parti’nin orta sınıf destekçileri, şeriat değil, Osmanlı ve İslam geleneklerine saygı istiyor. Bu insanlar ne Kutub’un hayalindeki gibi hayvani içgüdüleri yüzünden yoldan çıkmışlar ne de kadınların ezilmesi ve İsrail’in yok edilmesini isteyen küçük Mahmud Ahmedinejadlar gibi düşünüyorlar.
Türkiye dışındaki bölge ülkelerinde önemli bir orta sınıftan bahsetmek mümkün değil. Ancak Nasr, bu sınıfların ekonomik refah için devlete bağımlılıkları sona erdiği anda Batı’daki orta sınıflara benzer taleplerde bulunmaya eğilimli olduklarını belirtiyor. Sonuçta toplumda önemli bir rolü olan dindar bir Müslüman’la, bütün dünyaya savaş açan şiddet düşkünü irticacılar arasında büyük bir fark var.
Ortadoğu’da meslek sahibi profesyoneller ve girişimciler istikrar, dış piyasalara erişim fırsatı ihtiyaç duyuyor. Bu insanlar hayatlarını istedikleri gibi yaşamak için biraz özgürlük istiyor, işlerini laik ve dini baskıcılardan uzak serbest bir biçimde yürütmek istiyor.
Nasr, Şah Muhammed Rıza Pehlevi ve General Pervez Müşerref gibi laik diktatörlerle Ayetullah Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti ve Taliban gibi İslamcı yönetimlerin arasında kalan Pakistan ve İran orta sınıflarının hikayelerini başarıyla anlatıyor. Türkiye’nin bir istisna değil, norm olduğu bir Ortadoğu’ya sahip olmak için uzun ve tehlikeli bir yoldan geçmek gerekiyor.
Ancak her şeye rağmen “Forces of Fortune” okuyanları hem bilinçlendiriyor hem umutlandırıyor. Nasr, okuyucularını sabır ve ihtiyatla dengelenmiş bir iyimserliğe kapılmaya ikna ediyor.