Güncelleme Tarihi:
"Güneydoğu Avrupa Medya Forumu" için bayram arifesinde Karadağ’daydım.
Eski Yugoslavya’dan en az bilinen, çoğu insanın Sırbistan ile aynı sepete koyup unuttuğu bu ülkenin, bir dağın eteğindeki (ki ismi de bu anlama geliyor) başkenti Podgorica’ya indik.
Balkanların en büyüğü olan, Arnavutluk sınırındaki güzel İşkodra Gölü’nün yer yer nilüferler, yer yer bataklıklarla kaplı kıyılarını baharı andıran bir havada otobüsle katettik.
Keskin virajlarla dolu dağ yolunda tünellere gire çıka sonunda Adriyatik kıyısındaki Petrovac’a vardık.
Buradan güneye dönüp 50 km. daha gitseniz, bu coğrafyanın tek “nüdist plajına” ulaşabiliyorsunuz. Koyu Ortodoks, epey muhafazakar bir ülkede farklılıklara saygının ilginç bir örneği bu plaj...
Ama biz güneye değil kuzeye, Adriatik Rivierası’na doğru direksiyon kırdık.
Yarım saat sonra ulaştığımız, foruma evsahipliği yapan Budva’nın surlar içindeki eski kent bölgesi, daha kuzeydeki Hırvatistan’da bulunan meşhur Dubrovnik’in küçük bir kopyası gibi.
Upuzun kumsallarıyla Budva, Balkanlar’ın yükselen yıldızı.
Bu küçük kentin marinasında, dünyanın en zengin işadamlarından olan Rus-Özbek oligark Alişer Usmanov’a ait olduğu söylenen “Severina” da dâhil çok sayıda lüks yat gördüm.
Ağırlıklı olarak sosyal medyanın tartışıldığı forumun açılışını yapan Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç de laf arasında bu durumla övündü.
“Denizden gelen zenginlerden” memnundu ama hava yoluyla dünyaya daha iyi bağlanmaları gerektiğini, bu sayede “orta sınıf turistlerin” de bu küçük ve şirin ülkeye rağbet göstereceğini söyledi.
Bölge ülkelerinden gelen 200 kadar konuğa hitabında bir ara şu ifadeleri de kullandı:
“Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e rica ettim. Kabul ederlerse THY yakında Karadağ seferlerinden birini Makedonya’nın başkenti Üsküp üstünden yapacak. Böylece buraya daha kolay gelebileceksiniz. Bu durum, bizim Avrupa Birliği ve Atlantik entegrasyonumuz yolunda da önemli bir adım olacak.”
* * *
Budva’nın da bulunduğu Dalmaçya kıyılarında, Karadağ’ın iç kesimlerinin aksine tarihte ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu değil, Venedik hüküm sürmüş.
Bu coğrafyada Türklere en uzak sayılabilecek halkın, bugün diğer bölge halklarıyla teması artırmak niyetiyle Ankara’dan yardım istemesi Türkiye’nin artan etkinliğinin bir göstergesi.
Düşünün:
Forumun Bulgar, hatta Avusturyalı katılımcıları bile Karadağ’a yolu uzatıp, İstanbul aktarmalı gelmişti.
Forumda konuşan Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Bayrakdar’ın da belirttiği gibi Türkiye bölgede sadece bir ulaşım ‘hub’ı (düğüm noktası) değil, aynı zamanda bir iletişim devi.
30 milyonu aşkın Facebook kullanıcısı, 7.2 milyon Twitter kullanıcısı, lisans düzeyinde altı adet “Yeni Medya” programı olan bir ülke, Türkiye…
Bölgede Türkiye’den sonra en çok Facebook kullanıcısına 5 milyon üye ile Romanya’nın sahip olduğunu ve diğer tüm ülkelerin toplamının dahi Türk kullanıcı sayısının yarısına erişemediğini vurgulamak gerekiyor.
Sosyal medyanın iktidarı demokratikleştiren, özgürleştirici bir potansiyele sahip olan ama aynı zamanda dezenformasyonu da hızla yaydığından istikrarı tehdit eden doğası dikkate alınırsa, tüm bu verilerin Türkiye’yi ittiği kritik pozisyon takdir edilebilir.
Foruma katılan Viyana Üniversitesi’nden Prof. Thomas Bauer da kısa sohbetimizde bu konuya dikkat çekti:
“Sosyal medya, AB kadar değil ama AB üyesi devletlerden daha büyük ‘makro bölgeler’ oluşmasını hızlandıracak. Türkiye AB’ye giremese bile, Güneydoğu Avrupa’dan Orta Asya’ya doğru uzanan bir makro bölgenin lideri olabilir. Bu süreçte AB zayıflayacak ama dağılmayacak; içinde ve çevresinde gelişen makro bölgeler ise ondan çok daha ‘relevant’ hale gelecek.”
Elbette Türkiye’nin bu rolü oynaması için çoğulculuğu özümsemiş, insana yatırım yapan, medya okuryazarlığını geliştiren ve dış politikada da bu yönde bir vizyona sahip hükümet politikaları gerekiyor.
* * *
Şahsen 2005’ten beri Facebook’tayım, 2006’dan beri İngilizce bir blog yazıyorum ve 2008’den beri Twitter kullanıyorum.
Bu yüzden, sadece mesleki ve akademik açıdan değil, sosyal medyanın bir ferdi olarak da beni yakından ilgilendiren bu sözleri düşünerek konferans salonundan ayrıldım.
Otel odama döndüğümde televizyonu açtım. Karadağ’da da çok izlenen Sırp televizyon kanalı PRVA’da “Muhteşem Yüzyıl” dizisi vardı.
TV Vijesti’de ise “Fatmagül’ün Suçu Ne?..”
Bu dizileri Türkçe olarak, Sırpça altyazıyla tüm Balkanlar’a olduğu gibi Karadağ’a da izlettirmeyi başardığımız için belki biraz da milliyetçi bir gurur duydum.
Sonra CNN International’ı açtım. Taksim Meydanı’ndan bir canlı yayın çıktı karşıma…
New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi’nin İcra Direktörü Joel Simon, hazırladıkları son raporu CNN muhabiri Ivan Watson’a açıklıyordu:
“Türkiye’de 61 gazeteci, salt gazetecilik faaliyetleri nedeniyle hapse atıldı. Türk hükümeti, tarihte gazetecilere karşı yürütülen en vahim baskı operasyonlarından birini yapıyor. Siyasi irade, eleştirel sesleri sistematik bir şekilde susturuyor,” gibi ağır ifadeler kullanıyordu Simon…
Önce forumda aldığım notlara; Karadağ Cumhurbaşkanı’nın sözlerine, profesörlerin dediklerine baktım…
Sonra ekrandaki Türk dizilerine ve Taksim’deki CPJ yöneticisinin gergin suratına…
Türkiye olarak “Parlayacağız” derken yanıp kül olma ihtimalimizin ne kadar yüksek olduğunu düşündüm.
Ve aynı zamanda “Mahvolduk” derken aniden zirveye çıkabilme potansiyelimizin büyüklüğünü…
* Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve bloguna http://about.me/emrekizilkaya adresinden ulaşılabilir. Ayrıca: http://www.twitter.com/ekizilkaya