Türkiye öyle zengin, Kültür Bakanlığı da öyle fakir ki!

Güncelleme Tarihi:

Türkiye öyle zengin, Kültür Bakanlığı da öyle fakir ki
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2001 00:00



Şengün KILIÇ
Haberin Devamı

Arkeoloji biliminin Türkiye'deki kurucularından sayılan Profesör Ekrem Akurgal

1951'den itibaren Princeton, Pisa, Berlin ve Viyana Üniversiteleri'nde konuk profesör olarak görev yapan ve Türkiye'de arkeoloji biliminin köşe taşı sayılan Profesör Ekrem Akurgal yaptığı kazılarla Batı Anadolu uygarlığının ortaya çıkarılmasında çok önemli bir paya sahip. Yaptığı onlarca kazı arasında 'en'le başlayan herhangi bir sıralama yapmıyor. Gerçi Eski İzmir (Bayraklı) kazısının yerinin yine de ayrı olduğu belli. Akurgal, son 15-20 yılda arkeolojik tahribatın azaldığını söylüyor ama hemen ekliyor, ‘‘Fakat o kadar zengin ki Türkiye, Kültür Bakanlığı da o kadar fakir ki...’’

Sohbetin tam da kıvamına geldiği bir an;

- Ne de olsa ben sağcıyım....

Saniyelik bir sessizlikten sonra cevap:

- Estağfurullah!

Aktardığımız konuşma ünlü yazar Aziz Nesin'le, Türkiye'de arkeoloji biliminin kurulması ve gelişmesinde çok önemli bir kilometre taşı olan Ekrem Akurgal arasında 1986 yılında geçiyor. Akurgal gülerek anlatıyor bu anısını. Gerçi ne zaman ‘‘Ben sağcıyım!’’ dese neredeyse hep bu tepkiyi almış!

Doğu Anadolu uygarlığının ortaya çıkartılmasında bir öncü sayılabilecek olan Akurgal, kendini ‘‘işine bağlı bir vatandaş’’ olarak tanımlıyor, yaptığı her şeyi ise devlete, devletin kendisine sağladığı olanaklara bağlıyor. Arkeolojiyle tanışmasını şöyle anlatıyor: ‘‘Arkeoloji ile alakam yoktu. Atatürk'ün Türk Tarih Tezi günlük gazetelerde yazılmaya başlandı o sırada. Alır okurdum, liseden sonra Avrupa imtihanına girdiğim zaman benimle hiç kimse yarışamazdı tarih tezi konusunda. İmtihan oldu, tarih konusunda altı kişi gönderilecek önce Fransa'ya, sonra da Almanya'ya. Arkeolojide ise bir kişi. Hangi branşı tercih ediyorsanız onu ilk sıraya, parantez içine de ikinci tercihi yazın dediler. Altı kişi arasında kazanmak daha kolay dedim ve tarihi yazdım, ikincisine de arkeoloji dedim. İki ay sonra sabah kahvaltısı yaparken gazetelerde sınav sonuçlarının açıklandığı yazılıydı. Hemen açıp baktım tarih bölümünde ismim yok, kahvaltıma devam ettim. Kahvaltı bittikten sonra başka kimler kazanmış diye merak edip baktım, arkeolojide bir tek ben vardım.’’

FATİH'İN SİKKESİ

Akurgal tercih listesinin azizliği dese de doğduğu yer bile onun gelecekteki seçiminin ipuçlarını taşıyor. 1911 yılında annesi doğum yapmak için İstanbul'dan ailesinin yanına Hayfa'nın Tulkarem Kasabası'na gitmiş. Akurgal'ın doğduğu çiftlik dünyanın en ünlü arkeolojik kazı bölgelerinden Caesareia Kenti'nin hemen yanında yer alıyor. Caesareia'da bulunan Fatih dönemine ait bir çeyrek altın sikke ise nazar boncukları ile birleştirilip Akurgal'ın omuzuna uğur getirsin diye takılmış. 30 Mart 1911'de doğan, bu ay sonunda tam 90 yaşını dolduracak olan Akurgal'ın arkeolog olmaktan başka şansı yoktu gibi görünüyor!

İstanbul Erkek Lisesi'ni birincilikle bitiren, Avrupa sınavını kazanan Akurgal, Fransa ve Almanya yıllarından sonra lisans ve doktora eğitimini tamamlayıp Türkiye'ye 1940 yılında döner ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne asistan olarak atanır. Berlin'de hazırladığı tezini sunduktan sonra da doçent olur.

TARİH KURUMU

Ankara'ya yerleştikten sonra Ulus Gazetesi'nde o günle ilişkilendirerek 'eski tarih' yazıları yazmaya başlar. Bu yazıları üzerine, yeni kurulan Türk Tarih Kurumu'na üye olarak seçilir. Akurgal o yılları şöyle anlatıyor:

‘‘Tarih Kurumu kurulduğu zaman ben Berlin'de, sonra da Paris'de tahsildeydim. Atatürk Tarih Kurumu'nu kurdu. Bizim zamanımızda Avrupa'da okuyan azdı, Tarih Kurumu'nun üyeleri Şemsettin Günaltay tarafından seçildi. Biz girdikten sonra özellikle benim yaptığım çalışmalarla Tarih Kurumu yenilendi. Tarih Kurumu'na ilk üye yapılan eski çağlar bilimcisiyim. 10 kişi seçilmiştik ve o sırada 35 yaşındaydım.’’

ANKARA'NIN LOKANTALARI

İstanbul'da büyüyen, Paris ve Berlin'de eğitimini tamamlayan Akurgal'ın Cumhuriyet'in ilk yıllarının Ankara'sındaki hayatı da ilginç. O yılların Ankara'sı nasıldı sorusunu Akurgal şöyle cevaplıyor:

‘‘46'da evlendim ama yemekleri genellikle dışarda yerdik. Ankara'da 20 kişilik aile vardı ki, ecnebiler davet ederlerdi, o grubun içindeydik. Karım İngilizceyi iyi konuşurdu, ben birkaç dil konuşurum ve çabuk ahbap olurum. Bütün büyükelçilerle münasebetim birinci derecedeydi. 46'ya kadar Karpiç'e çok giderdim, tabii bir de Bulvar Palas ve Yüksel Palas'a. Hacıbayram'ın yanında bir lokanta vardı, oraya Kültür Bakanlığı'nın ileri gelenleri, bakanlar, Tarih Kurumu üyeleri giderdi. Bir gün Karpiç'de oturuyorduk. Orhan Veli, zamanın pek çok şairi geldiler. Masadan masaya atışmalar başladı. Ben dinleyiciydim, söz düşmüyordu. Bir saat sonra Karpiç kapandı. Çıktık, şiirler okuyarak Yüksel Palas'a gittik.’’

O dönem Ankara'nın en pahalı ve gözde mekanlarıydı Karpiç ve Yüksel Palas. ‘‘Kültür hayatımız lokantalarda gelişirdi’’ diyor Akurgal.

İZMİR DİNCİ, ÇAĞDAŞ VE AMERİKANCIDIR

Üç kenti, Ankara, İstanbul ve İzmir'i ise şöyle karşılaştırıyor Akurgal: ‘‘İstanbul oturulacak yer değil. Ulaşım çok sorunlu. Burada bile zor. İstanbul ve Ankara'da kültür ocakları dediğimiz kahveler İzmir'de yok.’’ Akurgal'ın İzmir'e yerleşmesinin nedeni ise ikinci eşi Prof. Dr. Meral Akurgal. ‘‘Ankara'da Cinnah Caddesi'nde oturuyordum. İzmir'den Ankara'ya ayda birkaç defa geliyordu Meral Hanım. Ben de yaşlıydım ama aslan gibiydim. İzmir'de Ankara'da çalışmalarım iyiydi. İzmir'in çekici tarafı her şeyden önce Meral Akurgal'ın burada olması, başımın tatlı belası. Önce talebem, sonra asistanım oldu, şimdi de karım ve patronum! Bir neden de İzmir'i kent olarak beğenmem, tabi şu halini değil. Eskiden İzmir'e çamuru olmayan kent denirdi.’’ Akurgal'ın İzmir tanımı ise şöyle: ‘‘Atatürk'ün annesi burada yaşadı, ilk İktisat Kongresi burada yapıldı, en eski belediye reisi Behçet Uz bakanlığı bırakıp buraya geldi. Fakat İzmir o göğsü açık, yarı çıplak ve Amerikan tarzı magazin. Özfatura belediye reisi olabiliyor, dinci, ama çok dinci değil. İzmir aynı zamanda dinci, aynı zamanda çağdaş ve aynı zamanda Amerikancı'dır.’’

Ödülleri ve nişanları

Federal Almanya Büyük Liyakat Nişanı (1979)

Goethe Madalyası (1979)

T.C. Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü (1981)

Türkiye İş Bankası, Arkeoloji Büyük Ödülü (1983)

Türk Tanıtma Vakfı (TÜDAV) Ödülü (1985)

İtalyan I Cavalli D/Oro di San Marco Ödülü (1986)

İtalyan Commandatore Nişanı (1987)

Fransa Cumhurbaşkanı tarafından verilen Legion d/Honneur Officer rütbesi (1990)

Belçika Ordre de la Courronne rütbesi (1991)

Federal Almanya Büyük Liyakat Nişanı Yıldızlı rütbesi (1991)

Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Özel Ödülü (1991-1992)

Rüştü Koray Ödülü (1992)

İzmir Ticaret Odası, İzmir Kentine Katkı Ödülü (1994)

Yıl 1985. Ekram Akurgal o zaman asistanı olan ve sonradan evlendiği Meral Manyaslı ile Bayraklı kazısında. Hemen belirtelim Meral Akurgal'ın bakışları hala böyle sevgi dolu.

Yıl 1933-34. Akurgal genç Cumhuriyet'in açtığı yurtdışı imtihanını kazanıp gittiği Berlin'de.

Yıl 1920. Akurgal ailesi: Annesi Zehra Hanım, babası Salih Sabri ve kızkardeşi Nevzat.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!