Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 13, 2007 00:00
Türk edebiyatının kıymeti ölümünden sonra bilinen önemli isimlerinden biri olan Oğuz Atay’ın ölümünün üzerinden otuz yıl geçti. Atay, 30. ölüm yıldönümünde bir dizi toplantı, sempozyum, şenlik ve fener alayı ile anılıyor. Mezarından kalkıp olanı biteni görebilse, ünlü romanı Tutunamayanlar’da sık sık dile getirdiği gibi, "Bat dünya bat, bat da piyango bileti sat" derdi herhalde.
OĞUZ Atay’ın kendisi gibi yıllar sonra bir kült haline gelecek "Tutunamayanlar" romanı 1970’te TRT Roman Armağanı’nı kazandığında memleketin umumi manzarası pek de parlak değildi doğrusunu söylemek gerekirse. Memleketin durumu parlak olmasa da, memleketin aydınları kendi hallerinde eğleniyorlardı buna rağmen. Oğuz Atay’ın yıllar sonra, "Yalnızlığın Oyuncakları" diye tanımlayacağı tuhaf oyuncaklar vardı ellerinde. Türk Dil Kurumu’nun ürettiği "Öztürkçe" kelimelerle Marksizm yapmak kadar, Ergenekon düşlerinin türettiği "Turan" hayalleriyle top koşturmak da hayli revaçtaydı mesela.
"Tutunamayanlar," Cumhuriyet aydınının oyuncaklarını elinden alıp yaşanan trajediyi ortaya koyduğu için fena halde yadırgandı. Memleketin geleneklerine uygun olarak Oğuz Atay’a ağır eleştiriler yöneltildi. Türk Dil Kurumu’na, Marksizme, Türk doktorlarına, mühendislik bilimine, Selim Işık’ın yetişme şartlarına ihanetle suçlandı hemen. "Birey"i ve "bireyciliği" öne çıkarttığı, anlı-şanlı tarihimize çarpık bir gözle baktığı söylendi. (Dişe dokunur tek yazıyı, Hareket Dergisi’nde o zamanlar genç bir asistan olan Abdullah Uçman yazdı.) Bunu söyleyenler, yıllar sonra "Türk Romanına Ne Oldu?" diye soracaklar, üstelik, "80’den sonra Oğuz Atay gibi romancı gelmedi" diyerek bir de buna o zamanlar dünyayı dar ettikleri Oğuz Atay’ı alet edeceklerdi.
İyi ama "Tutunamayanlar" neden böyle bir panik yaratmıştı tutunduğu köşelerden, kurumlardan sade suya tirit hükümler veren ve bu hükümlerle etraflarında kalabalık toplayan yazar-çizer taifesinde? Basitti aslında sebebi, Oğuz Atay, "Tutunamayanlar"la, ayaklarının altında mevcut olduğunu sandıkları halıyı çekivermişti. Bir başka ifadeyle, bir ayna tutuvermişti yüzlerine. Aynaya yansıyan manzara hiç de iç açıcı değildi maalesef. Düşünebilen beyinler için Misak-ı Milli sınırları dahilinde sadece hayal kırıklığı, yalnızlık, umutsuzluk ve intihar vardı. Ural zaten intihar etmişti. Selimciğim Işık’ın ne yaptığını, "Kötü tablo asarım korkusuyla hiç tablo asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım" diyen Turgut Özben’in otomobilin bagajına doldurduğu kitaplarla Anadolu yollarında niye dolaştığını anlamak için ne ilim gerekiyordu, ne de irfan.
"Tehlikeli Oyunlar"ın o güzelim emekli albayı Hüsamettin Tambay Bey henüz ortada yoktu üstelik. Hikmet Benol, Nurhayat Hanım, Sevgi, Bilge, Salim, Tombalacı Arif, Mütercim Asım, Ubor Matenga tasavvur halindeydi belki de. "Oyunlarla Yaşayanlar"ın Coşkun Ermiş’inin mezarlığı gören bir gecekonduya taşınıp taşınmadığı ise hálá bilinmiyor.
Belki önümüzdeki otuz yılda öğreniriz...
Tipik bir Tutunamayan’dı
1934, İnebolu. 1951’de Ankara Maarif Koleji’nde, 1957’de İTÜ İnşaat Fakültesi’nde diploma alırken görüldü. Maarif Koleji’nde İngilizce’yi, İTÜ’de Prof. Mustafa İnan’ı tanıdı. Halit Refiğ, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tanpınar, ekibe daha sonra dahil oldu. Bir ara gazeteciliğe, bir ara da akademisyenliğe uğradı. "Tutunamayanlar"ı yayınlatmak için uzun süre yayınevi aradı. Bu arada roman kayboldu, kaybolan roman Adalet Ağaoğlu’nda bulundu. Böylece tanıştılar. "Tehlikeli Oyunlar, Bir Bilim Adamının Romanı, Korkuyu Beklerken, Oyunlarla Yaşayanlar" gibi kitaplar yazdı. Daha da yazacaktı belki ama beyninde tümör çıktı. Tedavi için gittiği Londra’dan Engin Ardıç’a ve berberine mektup gönderdi. "Türkiye’nin Ruhu"nu arıyordu, bulamadan öldü. Takvimler, 13 Aralık 1977’yi gösteriyordu. Bu kadar erken ölmese iyi olurdu. (Türk Tutunamayanları Ansiklopedisi, c.17. s. 971)