Türkiye’nin en popüler yabancı hocaları

Güncelleme Tarihi:

Türkiye’nin en popüler yabancı hocaları
Oluşturulma Tarihi: Mart 30, 2002 23:12

Onlar Türkiye'deki üniversitelerin en popüler yabancı hocaları. Mühendislik dersi de alın diye tutturan ressamdan, durmaksızın Osmanlı tarihi yazan fizik profesörüne, dersleri Cem Yılmaz Şov'dan daha komik geçen İngilizceci'den, Roxy Bar'da konserler veren ses eğitimcisine kadar gerçek bir zenginliği temsil ediyorlar.

Onlar Türkiye'nin eğitim, bilim, kültür-sanat ve günlük hayatını zenginleştiren ‘‘misafirler.’’ Üniversitelerimizin ‘‘ithal’’ ve ‘‘canlı’’ bilgi kaynakları... Çoğuna misafir denemez artık, önemlice bir kısmı gelin ya da damat olmak suretiyle bir şekilde Türkiyeli de olmuş. Ama Türkiye'yi seçmelerinin nedeni gerçekten de sadece akrabalık bağları değil. Çoğu, önceden merak etmiş, geldiğinde büyülenmiş, hayatın tüm zorlamalarına karşın burada yaşama tercihini kullanmış. Kimi New York'taki müzik okullarını bırakmış, kimi Gdansk'taki resim atölyesini, kimi Bakü'deki orkestralarını, kimi Japonya'daki depreme dayanıklı evini... Ama biri İskoçya'nın hiç bitmeyen yağmurundan kaçmış, biri kuzey Fransa'nın soğuğundan, biri New York banliyölerinin rutin hayatından, biri Çin'de kabuğu sert olduğu için bıçağın bir türlü kesmediği koyun gözü yemekten... Hepsi gelip aynı yerde buluşmuş, koro halinde aynı şeyi söylüyor: Türkiye'nin güzel havası, sıcak insanları, inanılmaz tarihi ve evet kaosu! Ha, bir de zeki öğrencileri.

Tabii ki hepsini bu sayfalara sığdırmak mümkün değildi, en en en popülerlerini seçtik. Ayrıca Türk hocalarımızın hakkını yediğimizi de sanmayın ve hatırlayın, daha önce bu sayfalarda Türkiye'nin en sevilen -Türk- hocalarını okumuştunuz. Şimdi de bunun ‘‘yabancı’’ versiyonunu okuyacaksınız. Ve garanti veririm; küçükseniz bir an önce üniversiteli olmak, o günler geçtiyse yeniden üniversiteye öğrenci olarak dönmek isteyeceksiniz...

JOANNE YANOVA (İngiliz, Sabancı Üniversitesi)

Ders arasında çocuk emziriyor

Joanne Yanova, Türkiye'ye Çin üzerinden gelmiş bir İngiliz. Lancaster Üniversitesi'nde İngilizce okudu, Kültürel Etüdler alanında yüksek lisans yaptı. Memur bir babanın kızı olan Yanova, İngiltere pek çok kentinde dolaşarak geçirmiş çocukluğunu ve gençliğini. Daha o zamanlardan kalma dünyayı gezme hayali. Bu yüzden üniversitede hocası ‘‘Çin'e gitmeyi düşünür müsün?’’ diye sorunca fazla düşünmeden kabul etmiş. Shanxi Üniversitesi'nde ve Chengdu Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nde çalışmış. Belli ki daha da dolaşmayı düşünüyormuş, ama kader, bugün eşi olan adamla tanışınca... Dünyayı gezme planı uzun sürmemiş anlayacağınız. Şimdi Sabancı Üniversitesi'nde İngilizce dersine giriyor ve okulun lojmanında kalıyor. İkinci çocuğu henüz bebek, o yüzden ders aralarında eve koşup onu emziriyor. Öğrencileriyle hep iyi geçinmesiyle ünlü.

MARGARET SANDS (İngiliz, Bilkent) Üniversitesi)

Öğretmen yetiştiren leydi

Tipik bir İngiliz leydi. Hani şu ünlü beş çaylarında, en ağdalı İngilizceleriyle yağmurlu havadan sözeden, mizamplili saçlı, demode giysililerden. Ama sıcak ve samimi. Üstelik öğretmen eğitimi konusunda bir dünya uzmanı. Türkiye'ye yolu düşmeden önce kimi 15 gün, kimi üç-dört yıl kaldığı, ülkelerin listesine bakın: İsveç, ABD, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Srilanka, Pakistan, Bangladeş, Tayland, Nepal, Şili, Çin. Bütün bu ülkelerde öğretmen eğitimi konusunda çalışmalar yapan ve alanında 40'tan fazla kitabı olan Margaret Sands, Türkiye'ye YÖK-Dünya Bankası Milli Eğitimi Geliştirme Projesi'nin ekip başkanlığını yapmaya gelmiş, geliş o geliş. Proje yürürlüğe girdikten sonra Bilkent İngilizce Eğitimi Bölümü'ne geçmiş. Ve bütün bunlar, Türkiye'de kalması için ‘‘şiş kebap’’ gibi bir nedenden çok daha önemli onun için.

MARK SHIELDS (Amerikalı, İTÜ)

O sadece şubattan bu yana İTÜ'de, ama İTÜ öğrencilerine ders vermek konusunda oldukça deneyimli. 2,5 yıldır Amerika'nın West Virginia Üniversitesi'nden İstanbul İTÜ'ye video konferans yoluyla bağlanıyordu. Şimdi onlarla yüzyüze, Amerika'daki öğrencilerine video konferansla bağlanıyor! İTÜ Fen Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyesi olan Mark Shields geldiği için gayet mutlu. Gerçi 100 bin nüfuslu bir kentten, milyonlarca insanın olduğu bir kente gelince afallamamış değil. Ama boğaz manzarası ve tarih geçirivermiş bu şaşkınlığı hemen. Amerikalılar'ın Yunanistan'ı Türkiye'den daha çok tanımasına, Türkiye'yi de sadece olumsuz haberlerle anmasına itiraz ediyor; ‘‘Anlatmak lazım onlara doğruyu’’ diyor.

JOSHUA BEAR (Amerikalı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi)

Sefirinizin arabasını yakıyoruz hocam, diyen öğrenciye, oo ilginç dedi ve derse devam etti

ODTÜ'nün en efsanevi hocalarından. Bunu şimdiki öğrencileri not korkusundan filan söylemiyor, eski öğrencileri de ‘‘keşke o derslere yeniden girebilsek’’ diyor. Gülümsemesi ve pozitif elektriği ilk andan itibaren sizi çekiyor. Sahip olduğu bilgiyi, müthiş bir tevazu ve nezaketin arkasında gizliyor. En mantıklı, en hakperest, en şefkatli ve en faydalı hoca! Enerjisi bitecek gibi değil, bugüne kadar oturarak ders anlatmamış. Pardon, bir kez, bir ameliyat sonrası ‘‘özür dileyerek’’...

1965'ten bu yana ODTÜ Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitim Bölümü'nde olan Doçent Joshua Bear (59) New York'ta doğar, Hollywood'da büyür, Berkeley Üniversitesi'ni bitirir. Amerikan hayat tarzını Türkiye'de, Türklerle birlikte tanır. O geldiğinde McDonald's Kaliforniya'da bile yoktur ki! Türkiye'de yaşadığı 40 yıla yakın süre içinde Amerika'ya sadece üç kere gider, üçüncüsü YÖK'ü temsilen resmi görev nedeniyledir. Birkaç yıl önce de Türk vatandaşı olur. Bu kadar yıldır Türkiye'de olunca yakın politik tarihin tanıklığı kaçınılmazdır: Dönemin Amerikan Büyükelçisi Komer'in makam otomobili, ODTÜ'nün bahçesinde yakıldığında (1969) o ders vermektedir. ‘‘Ne oluyor?’’ sorusuna öğrencilerinden biri kibarca, ‘‘Sizin sefirinizin arabasını yakıyoruz efendim!’’ cevabı verir. O da ‘‘Oo ilginç’’ diyerek devam eder dersine.

Aslında Türkiye, kaderine çoook önceden yazılmıştır; ortaokulda Türkiye'yi ödev konusu yapan kaç Amerikalı öğrenci vardır ki? Hükümetin bir yardım programı nedeniyle iki yıllığına gelip geri döneceğini sandığı Türkiye'den kurtulamaz! 1967'de ülkesine döner, sadece bir ders yılı çalıştıktan sonra kendini yeniden ODTÜ'de buluverir. Hala burada olmasının bir nedeni de, hemen o yıl ‘‘başını bağlaması’’ ve kendisi gibi akademisyen olan Ayten Coşkunoğlu ile evlenmesidir belki. Öğrencileri tarafından iki kez yılın eğitimcisi seçilen Bear'ı efsanevi bir hoca yapan uzun bir listedir. Bilgiyi aktarmaz, paylaşır, aksi halde bir ders kitabından farkı kalmayacağını düşünür. Derslerde ‘‘öğrenci uyutan hoca’’ asla değildir, espriyi ihmal etmez; çünkü öğrenciyi eğlendirmek kesinlikle gayrıciddi bir iş değildir! Kimse şimdiye kadar öğrencilerine kızdığına tanık olmamış, bu sinirlerinin alındığı söylentisini doğurmuştur. Yaratıcılığı ise şurada saklıdır: bazen bir bisküvi kabından, bir su şişesinden, gelirken duyduğu bir cümleden bir ders yaratabilir! Şıklığı da dillere destandır, kimi erkek öğrenciler boşuna ‘‘Yakında kız arkadaşlar bile çizgili kravat takarsa şaşırmayacağım’’ demezler!

GORDON DOBIE (İskoç, Sabancı Üniversitesi)

Mr. Metafor Cem Yılmaz’dan daha komik

Bir öğrencisi, ‘‘Her dersimiz bir stand-up şov gibi geçiyor. Ben hayatımda onun derslerinde güldüğüm kadar gülmedim. Bunu anlamak için dersine girmek lazım’’ diyor. Sakın İskoçyalı Gordon Dobie'nin komik olduğu ve dersleri eğlenceli geçtiği için sevildiği sonucu çıkmasın. Her şeyi bir metaforla anlattığı için adı Mr. Metafor'a çıkan Dobie, aynı zamanda sıkı bir eğitmen. Edinburh Üniversitesi'nde Modern Diller lisansı ve yüksek lisansı yaparken Arapça, Fransızca ve Türkçe öğrenmiş. Royal Society of Arts'tan diplomalı. Marmara Üniversitesi ile başlayan Türkiye kariyeri Bilgi Üniversitesi, Yüzyıl Işıl Lisesi sürmüş. Şu anda Sabancı Üniversite'sinde. Sadece İngilizce öğretmiyor, üniversite eğitimi tekniğinden dünyadaki siyasal olaylara kadar öğrencilerin ufkunu açmakla -ve bunu onları gülmekten kırıp geçirerek yapmakla meşgul. 1985'te geçerken Türkiye'ye bayılması, 15 yıldır hala gidememesinin nedeni. Onun Türkçesiyle ‘‘Bir kere gelirsiniz, bir daha gidemezsiniz. Çünkü İskoçya'da yağmur hep yatay gelir, ama Türkiye'de dikey!’’ Şakası bir yana, İTÜ'de öğretim üyesi olan eşi Türk, oğlu Türk vatandaşı. O da Türk olmuş gibi. Yani, ‘‘devlet üniversitesindeki maaşla çocuk büyütülmüyor’’ diyebilecek kadar. ‘‘Burada öğrencilerin yüzde 95'i çok ciddi, keskin zeka sahibi, çalışkan. Bir öğretmen olarak maaş almak yerine vermem gerekiyor, çünkü o kadar zevk alıyorum ki. Doğru söylüyorum, bakın müdürüm arkamda değil’’ diyecek kadar da tevazu sahibi. Biliyor ki öğrencinin derse konsantrasyonu 20 dakika sürüyor. Dağıldığını anladığı anda bir ‘‘soytarılık’’ yapıyor, yani her 20 dakikada bir. Sonra başlıyor yeniden kırbaçlamaya! Ee öğrencileri de buna bayılıyor; aynı zamanda zekasına, kültürüne, bunca dili bu kadar iyi bilmesine...

ANNEDITH SCHNEIDER (Amerikalı, Sabancı)

Kurtköy’de bir feminist

ABD Kuzey Montana’da doğar. Yale Üniversitesi'nde Karşılaştırmalı Edebiyat eğitimi alır, Cornell Üniversitesi'nde Fransız Edebiyatı mastırı ve doktorası yapar. O da kendini bir gün (1997) Ankara'da buluverir. Aynı hikaye nedeniyle, bir Türk erkeği! Başkent, Bilgi üniversitelerinde ders verir, şimdi Sabancı'da, ‘‘Cinsiyet teorileri’’, ‘‘Temel Yapıtlar’’ gibi ilginç dersler veriyor. Feminizan rengi ağır basan dersler. Ama erkek öğrencilerin bile ilgisini çekebildiğine, hatta kimine ‘‘bir erkek olarak pek düşünmediğim şeyleri sorgulamama neden oldu’’ dedirttiğine göre, başarılı bir hoca.


Onları Roxy’de yakalayabilirsiniz

LEA CENTAURI (Amerikalı, Bilgi Ü.)

Lea Centauri dünya tatlısı bir zenci. Dört yaşından beri kiliselerde söylediği gospeller, Amerika'nın önde gelen caz kulüplerinde icra ettiği caz parçaları ve Afrika şarkılarından olacak, konuşma sesi bile müzikli. Hele cümlesini bir de o muhteşem kahkahasıyla noktalarsa. Zaten uzmanlığı ve eğitimini verdiği de bu; sesi bir enstrüman olarak kullanmak! New York'lu. Ailesi, ‘‘Müzik mi, unut gitsin, öğretmen ol!’’ dediği için, İngilizce Öğretmenliği okumak zorunda kalır. Ama ne yapar? Hofsta Universitesi'ni bitirdikten sonra, Paris'te altı yıl şan eğitimini alarak hem ailesinin, hem de kendisinin istediğini gerçekleştirir; müzik öğretmeni olur! New York ve San Fransico'nun önde gelen caz kulüplerinde grubu ile sahne alır. Paris'te Deacon Jones, Boney Blues Project, Bobby Few ve Stanley Davis gibi müzisyenlerin gruplarında söyler. Paris Uluslararası Gospel, Wursberg Afrika Caz, Tunus Tabarka Caz gibi festivallere katılır. Hayranı olduğu Judi Davis ile ses çalışır ve iki de albüm yayımlar. İstanbul'a inanılmaz tarihini, doğasını düşleyerek gelip, New York gibi tipik bir metropolle karşılaşınca bozulur biraz. Ama sever şehri ve insanlarını. Türkler'in gözünüzün içine kalpleriyle baktıklarına inanır. Hatta Türk erkeklerini sevimli bulmaya bile başlar! Bilgi'deki meslektaşları ve öğrencileriyle birlikte İstanbul Taksim'deki Roxy'de performanslar gerçekleştirir, vokal yapar, piyano çalar.

DONOVAN MIXON (Amerikalı, Bilgi Ü.)

Ne kadar yakışıklıysa o kadar da ‘‘buzzz’’ gibi bir hoca Donovan Mixon. Bilgi'de gitar ve kulak eğitimi dersleri veriyor, öğrencileriyle birlikte Roxy'de konserler düzenliyor. Alanı sanat ama bu kadar disiplin meraklısı sanatçı olur mu, dedirtiyor. Odasına çat kapı gelen öğrenciyi uyarıyor, ciddiyeti sık sık hatırlatıyor. Zaten hatırlatmasına gerek yok, ciddiyet yüzünün çizgilerinde. Bu soğuk disiplin ile sanatın özgürlük ihtiyacı arasında da bir çelişki yok ona göre: ‘‘Evet, iyi sanat disiplinsiz olmaz, disiplinsiz özgürlük de olmaz!’’ Eh, müzisyenler için dünyanın en zor okulu sayılan Berklee'de kulak eğitimi ve toplu çalma dersleri vermiş, artık gerisini siz düşünün. Öğrencileri babacan tavrından dem vururken, bu halini şöyle anlatıyor: ‘‘Bizi hep ders çalışıyor olarak görmek istiyor. Bu da sosyal ortamdan uzaklaştırıyor. Ona ayak uydurduğumuzda gerçekten iyi anlaşıyoruz.’’ New Jersey doğumlu. Philedelphia Temple Üniversitesi'nde 20. Yüzyıl Kompozisyonu üzerine yüksek lisans yaptı. Manhattan Müzik Okulu'dan müzik mastırı var. İtalya'da yaşadı, seminerler, üniversite dersleri verdi. İki kitabı, iki de albümü var (Look Ma, No Hands ve Language of the Emotions). Avrupa'da çeşitli topluluklar kuran, ünlü müzisyenlerle çalışan Mixon'ın National Endowment for the Arts'dan en iyi caz kompozisyon ödülü var.

Bu sempati yabancı dili yutturur

TOMOYO ÖZERHAN (Japon, Bilgi Ü.)

Japonya'nın Osaka kentinde doğan, ABD Newport, İngiltere Bristol üniversitelerinde eğitim gören Tomoyo Özerhan'ın yolu, Bristol'de bir Türk erkeğiyle kesişir. İlk tanıştığı Türk'tür şimdi kocası olan kişi. Sonuçta aşk onu, bugün dokuz yaşında olan oğluna hamile bir şekilde İstanbul'a getirir, 1992'de. Birkaç yıl evde çocuğuna baktıktan önce ODTÜ'de, ardından Bilgi Üniversitesi'nde (1996) Japonca hocası olur. Japonca'yla ilgili yayınları var, aynı zamanda kaligrafi uzmanı. Türkiye'de 10 yılı devirmiş ama hala yabancı muamelesi görüyor olmaktan sıkılmıştır biraz: ‘‘Hele o çing çeng çong filan demiyorlar mı! Üstelik bu bizim dilimizde kötü anlamlar çağrıştırır.’’ Pek çok Japon gibi, ‘‘küçük’’, güleryüzlü ve sakindir. Hiçbir öğrencisine sen diye hitap etmez. Türkçe'yi çok güzel konuşur, Bilgililer, onunla arkadaş gibi olmaktan ve derslerinden memnundur ki, geçen yıl 50 olan Japonca öğrencilerinin sayısı bu yıl 120'ye çıkmıştır. Sadece dilini değil, kültürünü de öğretir. Derslerinde zaman zaman kimonoyla oturan öğrencilere rastlarsanız, şaşırmayın.

STEFANIA CIURLI (İtalyan, Koç Ü.)

O biiiirrrr sempati kraliçesi. 1963 yılında İtalya'nın Toscana bölgesinde doğmuş, Pisa Üniversitesi'nde dil öğretmenliği okumuş, Almanya'da Alman Dili ve Edebiyatı eğitimi almış. Koç Üniversitesi'nde İtalyanca dersi veriyor, hem de okulun oldukça faal olan İtalyan Kültür Merkezi'nin direktörlüğünü yapıyor. Stefania 12 yıldır yaşadığı Türkiye'ye yakışıyor: Trafikte takılıp kalırsa, bağırıp çağırıyor. Komşularıyla ahbap. Ispanaklı böreğe bayılıyor. Buradaki sıcaklığı ve yardımseverliği Avrupa'da, hatta İtalya'da bile bulamayacağını düşünüyor. O da Sabine gibi, İstanbul'u Avrupa şehirlerine göre yalnız bir kadın için daha güvenli buluyor! Öğrencilerinin bu kadar saygılı olmasına hala şaşırıyor, ‘‘derse geç kalınca kapıyı vurmaları’’ mesela. Öğrencileriyle eğlenmeye de var (Üstte ortada): Ama derste, ama kafeteryada, ama kültür merkezinde birlikte hazırladıkları şenliklerde. Tüm öğrencileri ondan sadece İtalyanca değil, sinemadan arkadaşlığa, hayatın cilvelerine kadar her şeyi öğrenebiliyor.

SABINE PETIT (Fransız, Koç Üniversitesi)

Koç Üniversitesi'nde Fransızca derslerinin nasıl geçtiği farkedilmiyor. Ee tabii, güzel ve tatlı Sabine Petit hocanın kendi elleriyle yaptığı, olmadı Paris'ten getirdiği Fransız pastalarıyla, şekerlemeleriyle piknik yapar gibi ders yaparsanız siz de aynısını düşünürsünüz! Petit, iki yıldır Koç üniversitesi'nde. 1971'de Fransa'nın kuzeyinde doğmuş. Ama bir gün Türk güneşiyle uyanıvermiş: Yani Lille'de üniversiteye başladığı gün, bugünkü kocası Suavi Kendiroğlu'yla karşılaşmış. Bir yıl sonra peşine takılıp İstanbul'da almış soluğu. İstanbul Üniversitesi'nde Türkçe, Marmara Üniversitesi'nde Kamu Yönetimi okumuş ve eşiyle Fransa'ya dönmüşler. Altı yıl dil bilimi ve Fransızca öğretmenliği okumuş bu kez. Şu anda doktorasını yapan Sabine ile eşi bir gün kafa kafaya vermişler ve Fransa mı, Türkiye mi sorusuna, Türkiye cevabı vererek buraya yerleşmişler. Bütün anlattıkları, bundan sonraki hayatını Türkiye'de yaşamak istediğini gösteriyor, zaten o da ‘‘İnşallah!’’ diyor, ‘‘Yurtdışına giderim, ama yine buraya dönerim.’’

MARİKO S. ERDOĞAN (Japon, Boğaziçi Ü.)

Kayınvalidesinin mantısına bayılıyor

Bir Japon, Tokyo'da Çin Dili ve Edebiyatı okuyor ve gelip İstanbul'da Kayserili bir ailenin gelini oluyor! O Mariko Sensei Erdoğan. Japonca öğretmenliği yaptığı gemi mühendisi Türklerden biri, Japonca'yı çat pat öğrenir öğrenmez ‘‘Pazar günü boş musunuz?’’ deyince olmuş bu iş. Biri üniversiteli, iki çocuk annesi, 14 yıldır Boğaziçi Üniversitesi Japonca hocası. Kayınvaldesinin yaptığı mantılara bayılıyor. Öğrencileri ise onun derslerini seviyor. Bunda derslerde dil kadar Japon kültürünün işlenmesi de rol oynuyor; mesela ‘‘hayır’’ sözcüğünü sözlüğe bakıp ‘‘iie’’ olarak değil de bir Japon gibi başını hafif öne eğip elini sağa sola sallayarak söylemek onlara çok eğlenceli geliyor.

ANDREI RATIU (Romen, Bilgi Ü.)

Matematik arası at bir yoga

Başarılı öğrencilerinin ‘‘süper hoca’’, ‘‘matematik dahisi’’, başarısızların ise ‘‘zooor, çok zor’’ dediği Andrei Ratiu, henüz 36 yaşında bir Romen. Bükreş Üniversitesi Matematik Bölümü'nde ve Fransa'da yedi üniversitede ders vermiş. 5 yıldır Bilgi'de ve Türkiye'de olmasının nedeni Hindistan'da yoga yaparken tanıştığı turizmci Türk eşi. Dört yaşında bir oğulları var. Matematik kadar, yoga da hayatının önemli bir parçası, okulda bile yapıyor. Yabancı hocaların çoğunluğu gibi, Türk insanının sıcaklığından ve zengin tarihinden dem vuruyor. Kendini yabancı hissetmiyor, ‘‘yemekler, insanların davranışları çok benziyor, tek farkımız din ve dil.’’ Hoşsohbet, öğrencilerle birebir ilgili bir hoca Andrei. Sadece biraz ‘‘rahat’’ buluyor onları. Romanya'daki öğrencilerin matematiğe saygısını, merakını bulamıyor onlarda. Türkiye'de şikayetçi olduğu konulardan biri de ÖSS. Ona göre bu sistem, kültürün ve düşünme alışkanlığının düşmanı.


Başarılı öğrencilerinin ‘‘süper hoca’’, ‘‘matematik dahisi’’, başarısızların ise ‘‘zooor, çok zor’’ dediği Andrei Ratiu, henüz 36 yaşında bir Romen. Bükreş Üniversitesi Matematik Bölümü'nde ve Fransa'da yedi üniversitede ders vermiş. 5 yıldır Bilgi'de ve Türkiye'de olmasının nedeni Hindistan'da yoga yaparken tanıştığı turizmci Türk eşi. Dört yaşında bir oğulları var. Kendini yabancı hissetmiyor, ‘‘yemekler, insanların davranışları çok benziyor, tek farkımız din ve dil.’’ Hoşsohbet, Andrei. Öğrencilerini biraz ‘‘rahat’’ buluyor.

OLEG BELEGRADEK (Rus, Bilgi Üniversitesi)

Katı görünmüyor, sahiden katı!

Oleg Belegradek de Bilgi'nin ilan sonucu sahip olduğu matematik profesörlerinden. 52 yıl önce Rusya'da doğdu. Ülkesinde Kemerova Üniversitesi'nde, Londra, Toronto ve Kaliforniya'da matematik dersleri verdi. Belegradek'in Türkiye'de üçüncü yılı. İlk kez yabancı bir ülkede bu kadar uzun kaldığını söylüyor. Gelmeden tarihinden çok etkilendiği İstanbul'u beklediğinden çok daha ileride bulmuş. Öğrencilerinden de çok memnun. Ama öğrenciler ondan ne kadar memnun, belirsiz; sadece katı görünmüyor, sahiden katı! Plan, disiplin istiyor, yani onları biraz yoruyor!

RICHARD HIGHT (Amerikalı, Koç Üniversitesi)

Başarı oranı yüzde 95

Hayatınızda kaç üniversite hocası tanıdınız, akademik çalışmalarına ara verdiği dönemlerde marangozluk, balıkçılık, eyaletlerarası polis memurluğu, papazlık gibi işler yapmış olsun? İşte o Richard Hight. (52) Bu işleri yapmasına ve okul sonrası Beykoz'da teknesiyle uğraşmasına bakıp çelebi biri olduğunu sanmayın, bugün Koç Üniversitesi'nin İlgiliz Dil Merkezi Direktörü ve ‘‘kuralları’’yla altında çalışan 23 Amerikalı hocayı ve öğrencileri silkelemekle meşgul! Ama ona sorsanız, az bildiği Türkçe'de sürekli şu cümleyi kullanıyor: ‘‘Ben hiçbir şey bilmiyorum!’’ Hayatının çoğunu Arizona'da geçirdikten sonra kendini dışarılara atmış; 3 yıl Polonya'da, 2 yıl Endonezya'da yaşayıp noktayı 6 yıl önce Polonyalı eşiyle birlikte Türkiye'de koymuş: ‘‘Buradaki güzel şeyleri anlatmam için yeterli kasediniz yoktur’’ dedi ve bir örnek verdi: ‘‘Bir yerden alışveriş ederken gözlüğümüzü, cüzdanımızı, unutursak, insanlar vermek için peşimizden koşuyor. Endonezya'da olsa o unuttuğumuz şey uçup giderdi!’’ Bir kapkaç felaketi yaşamamış belli ki. Öğrencileri için Richard Hight demek ‘‘ağır ders’’, ‘‘zorlayan kurallar’’, ‘‘sınıfta kalma korkusu’’ demek. Ama derslerinde çok şey öğreniyorlar. O ise sürekli formül isteyen Türk usulü öğrenciliği yadırgıyor biraz. Sonuçta onun dediği oluyor ve sonuç mükemmel: Başarı oranı yüzde 95.

JEFF-LOUIS MCAULEY (Amerikalı, Bilgi Üniversitesi)

Matematikçi baba ile çellist oğlu aynı üniversitede

Baba-oğul McAuley'ler ülkelerinden çok uzak bir noktada, aynı üniversitede, birbirinden ayrı dersler veren iki hoca. Louis McAuley, 1924 doğumlu bir Güney Carolina'lı. Oklahama Üniversitesi'nde Matemetik eğitimi aldıktan sonra Wisconsin Üniversitesi'nde doçentlik, Rutgers Üniversitesi'nde profesörlük ve bölüm başkanlığı, Princeton Üniversitesi'nde araştırmalar yaptı. Emeklilik pek hoşuna gitmemişti ki, Bilgi Üniversitesi Matematik Bölümü Başkanı Ali Nesin'in, dünya matematikçilerinin okuduğu dergiye verdiği ilan üzerine, soluğu tarihinden çok etkilendiği İstanbul'da aldı. Gelmeden önce üç oğluna tek tek sordu; ‘‘Türkiye'ye gidiyorum ne dersin?’’ Büyük ‘‘Eee, ne yapacaksın orada?’’ diye inanamadı. Ortanca ‘‘Okey, ben de ara sıra ziyaretine gelirim’’ dedi. Üçüncüsü, ‘‘Ben de seninle geliyorum!’’ diye bağırdı! İşte o Jeff'ti. Jeff McAuley, besteciliği ve akademisyenliği birarada yürüten ödüllü bir çellist. Caz eğitimi de aldı. Chicago, San Francisco ve New York'da konserler verdi. San Francisco ve Los Angeles'da sahnelenen bazı oyunların müziklerini besteledi. Çeşitli ülkelerde müzik festivallerine katılıyor. Halk müziklerine duyduğu ilgi onu Türkiye'ye getiren. Babasıyla aynı evde de oturuyorlar, hem de on yıl aradan sonra yeniden. Peki ev işlerini kim yapıyor? Baba, ‘‘Hiç kimse, ev çok pis!’’ diyor korkulan hoca tavrıyla. Ama öğrencilerine karşı müşfik ve öğretici olduğunu öğrenmemiz zor olmuyor.

JOHN FREELY (Amerikalı, Boğaziçi Üniversitesi)

En yakın arkadaşı Karıncaezmez Şevki’ydi

70 yılı aşkın bir süre önce New York'ta doğdu. Dilekolay, 1960'tan bu yana İstanbul'da yaşıyor. İrlanda asıllı Amerikalı. Ama daha çok bir Türk bohemi. Çünkü hayatı Boğaziçi Üniversitesi'nin akademik ortamıyla, Beyoğlu'nun kültür, sanat ve eğlence hayatı arasında geçti. En yakın arkadaşlarından biri, ünlü Galatasaray amigosu ve dolmuş şoförü ‘‘Karıncaezmez’’ lakaplı Şevki'ydi. Engin Cezzar, Haldun Dormen, Genco Erkal, Ara Güler, Aliye Berger, Halikarnas Balıkçısı, Füreya da. Kendisi fizikçi ama hayatının önemlice bir bölümünü de Osmanlı'yla, İstanbul'la ilgili tarihi ve rehber nitelikli kitaplar yazmaya ayırdı (Son kitabı Son Mesih Sabetay, şu anda yazdığı bir Cem Sultan kitabı). Kendisi bir fizik profesörü, yanlış anlamayın, ama yazdığı 40 kitaptan sadece biri fizik konulu. Söylediğine göre bütün fizikçiler böyle; bir fizikçi arkadaşı Bodrum'da arkeolojik çalışmalar yapıyor, bir diğeri aktör, öteki şoför. Çünkü fiziği anlayan her şeyi anlar! Üstelik sadece fizik dersi vermiyor, bilim tarihini anlatıyor, güzel sanatlar bölümünde dersler veriyor, Arkeometri Enstitüsü'nde çalışmalar yapıyor. Freely Türkiye'ye gelmeyi çok istemiş, çünkü ‘‘my büyükbaba’’ diyor, ‘‘Kırım'da savaşmış, bacağından yaralandığı için Selimiye Askeri Hastanesi'nde kalmış, geri dönerken de İstanbul'la ilgili bir sürü kitap getirmişti. Çok merak ettim İstanbul'u.’’ Zaten Amerika'daki akademik ortamdan, banliyö yaşantısından nefret edermiş, buradaki akademik ortamın daha renkli olduğuna karar vermiş sonra. Tabii bir de Çiçek Pasajı ortamının! (Şimdi torunu onun izinde, biz konuşurken içerde uyuyordu, dedesi de ‘‘Akşamcı, her gece orada, sonra da böyle akşama kadar uyuyor’’ diye söylenip duruyordu) Freely, Boğaziçi Üniversitesi'nin bahçesindeki evinde, ressam eşiyle birlikte yaşıyor. Üç çocuğundan ikisi de Türkiye'de yaşıyor, en büyük kızı Marlene Freely, İngiltere'de tanınmış bir gazeteci ve yazar. Sadece Türk öğrencisi yok Boğaziçi'nde, 61 ülkeden gelen gençlere ders veriyor. Öğrencileri en çok ‘‘formel’’ olmamasını seviyorlar; hayat boyu sahip olduğu tek bir kravatı var ve onu da sadece evlenirken giymiş. Artık derslerinin nasıl geçtiğini siz düşünün.

BRYAN GILROY (İngiliz, Sabancı Üniversitesi)

İngiliz ama esprileri sıcak

Dış görünüşüyle tipik bir İngiliz erkeği; ama içi değil. Öyle olsa, esprileri ‘‘sıcak’’ olur muydu? Hem 1978'de ülkesini terkedip Akdeniz, Güney Amerika, Ortadoğu gibi bölgelerde dolanıp, sonra Türkiye'ye yerleşmekten bu kadar mutlu görünür müydü? 3.5 yıldır Sabancı Üniversitesi'nde Eğitim Yönetimi hocası Bryan Gilroy (43). Hertfordshire Üniversitesi'nden ve Royal Society of Arts'tan diplomaları var. ABD Colorado Üniversitesi'nde Eğitim İdaresi Yüksek Lisansı yapmış, İngiltere'de Nottingham Üniversitesi'nde ders vermiş. Aslında arkeolog olmak istermiş. 1990'da Ankara'ya Bilkent Üniversitesi'ne gelip 1998'e kadar ders vermiş. Ailesinden edindiği bir alışkanlıkla gezmeyi seviyor, iki yıl Mısır'da kalması, oradan Kolombiya'ya uzanması bu yüzden. Açıkça söylüyor ki, İngiltere'yi sevmiyor, neden mi? ‘‘Şu havaya bak!’’ Bir de nedenini bilmiyor ama Amerika'da en iyi arkadaşları hep Türkler'miş; eşi de Türk, iki de çocukları var. Evi burası artık. Hem hobisi arkeoloji açısından bulunmaz bir cennette, gider mi! Ankara'da yaşarken hiç gelmek istemediği kaos şehir İstanbul'un Ortaköy'üne yerleştiğinden beri de Ankara'ya gitmek istemiyor. İngiltere ise tamamen konu dışı. Türk öğrencileri seviyor, yeterince özgür olamadıkları için üzülüyor, üniversite çağında bile bir problem çıktığında hálá anne-babalarını aramalarına şaşırıyor!

HISASHI YAMAMOTO (Japon, İTÜ)

Askeri disipline cuk diye oturdu

Hisashi Yamamoto, İTÜ Denizcilik Fakültesi öğrencilerinin, zaten alışık oldukları askeri disipline cuk oturan bir hoca. Denizcilik İşletmesi ve Denizcilik İngilizcesi dersleri veriyor. 1948 Tokyo doğumlu. Keio Üniversitesi'nde ekonomi okuduktan sonra, uzun yıllar Japonya'nın en büyük denizcilik şirketlerinden biri adına ABD'de, İngiltere'de çalışmış. Hocalık deneyimi Türkiye'de başlamış. 1997'den bu yana Türkiye'de yaşayan Yamamoto, sık sık İTÜ Denizcilik Fakültesi'nin temsilen yurtdışına çıkıyor, seminerlere, proje tartışmalarına katılıyor. Evi ve ailesi burada.

WEISLAW ZAREMBA (Polonyalı, Sabancı Ü.)

Öğrencileriyle birlikte sergi açıyor

O, Afrodisias civarındaki Athena heykeli tarafından çarpıldığından bu yana Türkiye'yi çok seviyor ve resimlerini yaparken ilhamını antik dünyadan alıyor. Türkiye'nin sanatçılar için bir cennet olduğunu düşünüyor. Polonyalı ressam, doçent Weislaw Zaremba, Gdansk Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu. 1993-94 ve 1998-99 arası Bilkent'te ders verdi. Türkiye, İtalya, Fransa, Amerika ve Japonya'da onlarca kişisel sergi açtı, 100'ün üzerinde karma sergiye katıldı. Şimdi Sabancı Üniversitesi'nde her yıl öğrencileriyle birlikte, adının verildiği galeride sergi açıyor.‘‘Riskli bu yaptığım’’ diyor, ‘‘bazıları benden iyi!’’ Onu ilginç bir sanatçı ve öğretmen yapan özelliklerinden biri, resim öğretirken bir yandan da öğrencilerin mühendislik derslerine girmelerini, bilgisayarı çok iyi öğrenmelerini önermesi. 21. Yüzyıl sanatının böyle gelişeceğini düşünüyor. Türkiye'ye daha uzun süreliğine yeniden gelmesi, Türk öğrencilerini unutamamış olmasından. Hatta birini hálá arıyor, ‘‘Siz gazetecisiniz bilirsiniz, Burcu Bakkaloğlu nerede şimdi?’’

Konservatuvarda iki komşu

VENİAMİN VARŞAVSKY (Rus)

Moskova doğumlu Veniamin Varşavsky (57) yedi yaşından bu yana keman çalıyor. 12 yıldır İstanbul Devlet Konservatuvarı'nın en sevilen hocalarından. Öğrencilerinin sınırlarını zorlamasıyla, seviyesini inanılmaz bir şekilde yükseltmesiyle tanınıyor. Çoğu, daha önce hiç görmediği teknikleri onunla tanıyor ve büyüleniyor. Bu şans da onların yarışmalarda, konserlerde öne çıkmasını sağlıyor. Sevilmesinin bir nedeni de öğrencisine ‘‘baba’’ gibi davranması, psikolojisinden çok iyi anlaması. Prof. Aslanov onun için ‘‘O bir Rus Türk’’ diyor; ‘‘Kökleri bıraktı buraya yerleşti. Ama tek üzüntümüz hálá bekar. Bir türlü evlendiremedik bir Türk kızıyla.’’

RAMİZ MALİK ASLANOV (Azeri)

1971'de 28 yaşındayken Bakü Radyo Televizyon Senfoni Orkestrası'nın başına getirildiğinde en genç müzik direktörüydü. Bugün 59 yaşında, İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda. Profesör Ramiz Malik Aslanov, Bakü doğumlu. Yedi yaşında çello çalmaya başladı. Bakü Konservatuvarı'ndaki hocası, dünyaca ünlü çellist Mstislav Rostropovich'ti. Hayatı, Moskova, Leningrad, Bakü, Gürcistan, Orta Asya'da orkestra yönetmekle geçti. 1977'de Mısır, 1988'de Irak'taydı; Milli Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü olarak, savaş başlayana kadar tabii. 1995'ten beri İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda. Eşi de İstanbul Üniversitesi'nde mühendislik dersleri veriyor. Aslanov'un yönettiği okul orkestrası, 80 kişiden oluşuyor. Türkiye'nin en genç orkestralarından biri. Ancak başarıları boylarını aşıyor. Uluslararası festivallerde çalıyorlar. Bu yıl Eylül’de Bonn'da yapılacak Beethoven Festivali için seçilmişler. Bunda Aslanov'un payı elbette çok büyük. Yılda 10-15 konser verdiği öğrencileri, yarışmayı tamamen onun sayesinde kazandıklarını düşünüyor. Kendisini hoca gibi görmüyor, ‘‘Ben orkestra şefiyim, onlara orkestrada nasıl çalınması gerektiğini öğretiyorum ve çoğu profesyonel orkestralarda da çalıyor. Ve bu orkestraların aradığı elemanlar oluyorlar.’’

STANDFORD J. SHAW (Amerikalı, Bilkent Üniversitesi)

Mısır yılanlarından Türk tarihine kaçtı

Bilkent Üniversitesi Türk Tarihi Profesörü Standford J. Shaw, 1930 yılında ABD'nin ‘‘Erzurum gibi’’ çok soğuk olan Minnesota eyaletinde doğar. Bu yüzden 1947'de orayı terk eder ve asla geri dönmez. Kaliforniya Standford Üniversitesi'nde İngiliz Tarihi okur, mastır yapar. İngilizler'in Mısır'daki varlığıyla ilgili tarihe merak sarar. O zamanlar İngilizler'in harika olduğunu ve Ortadoğu’ya medeniyet götürdüklerini düşünmektedir. Sonra berbat ve 1. Dünya Savaşı sırasında binlerce Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi'nin ölümüne sebep olduklarına karar verecektir ya, doktorasını Princeton Üniversitesi'nde Ortadoğu tarihi üzerine yapar. Ama gelin görün ki Kahire'deki arşiv ortamı kötüdür ve kutuların arkasında yılanlar vardır. Derhal Mısır'dan vazgeçerek, İstanbul'a gelir ve Türk tarihi üzerine yoğunlaşır. Yıl 1955. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Zeki Velidi Togan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Fuat Köprülü gibi hocalarla çalışma şansı elde eder. Sonra, Kaliforniya Üniversitesi'nde Türk tarihi profesörü ve Harvard'da Menderes hükümetinden ayrılan Köprülü'nün asistanı olacak, eşi Eser Kural'ı da orada tanıyacaktır. Emekliliğinden sonra 1999'da Bilkent'e gelir; burada artık ‘‘modern Türkiye’’ profesörü olduğunu söyler, çünkü Bilkent, dünyanın en ünlü Osmanlı tarihi profesörünü (Halil İnalcık) zaten barındırmaktadır! Şu günlerde 1. Dünya Savaşı sırasındaki Osmanlı'yı kaleme alan Shaw, Türk öğrencilerin çok sıkıcı bulduğu bir konuyu, eğlenceli bir ders haline getirmekte usta. Onun bir anlamda ayaklı tarih olması, tarih meraklısı gençleri büyüler. O ise Türk öğrencilerinden, bakış açılarını biraz daha genişletmelerini bekler.

HELGA RITTERSBERBER TILIÇ (Alman, ODTÜ)

Gündelikçi kadınlarımızı yazan Alman

O da bir Alman gelin. Bonn Üniversitesi'nde ve bir yıl da ABD'de insan coğrafyası, sosyoloji ve kentleşme okudu. Mastırını, Almanya'daki Türk, İtalyan ve Yugoslav işçiler üzerine yaptı (1984). Ama sadece Almanya'da araştırmak yetmedi, çalışmalarını bu işçilerin ülkelerinde de sürdürmek istedi. Onu Türkiye'ye getiren bu. Tamamen buralı olmasını sağlayan ise gazeteci Doğan Tılıç'la yaptığı evlilik. Bu nedenle doktorasına Türkiye'de devam etti, aynı zamanda ODTÜ Sosyoloji'de asistanlığa başladı. Ama tabii sistem ve bürokrasi farklı olduğu için, çok fazla ders almak zorunda kaldı, YÖK kuralları nedeniyle doktorası ve işi arasında tercih yapmak zorunda bırakıldı, doktorasını Almanya'da bitirmeye mecbur edildi, çok zaman kaybetti. Sistemin zorluklarını şimdi de ‘‘yabancı gelin’’ olma durumuyla yaşıyor. Yani ona çok çektirmişiz -hálá da çektiriyoruz ya-, yine de yıldıramamışız; bugün yardımcı doçent, bir yandan akademik derslerini verirken, bir yandan da öğrencilerini yanına alarak Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki gecekondulara araştırma seferleri düzenliyor. Biraz ‘‘disiplinli’’. Hayır kırbacı yok, ama kırbaç yerine geçebilecek yöntemleri var! Biri 12, diğeri sekiz aylık iki oğlu ve Sibel Kalaycıoğlu'yla beraber yazdığı ‘‘Cömert Ablaların Sadık Hanımları’’ adlı, Türkiye'deki gündelikçi kadınları anlatan bir kitabı da. Kimi yakınları ‘‘sen artık asimile oldun’’, kimi öğrencileri ‘‘O yabancı değil ki, bizden biri’’ dese de, Helga zaman zaman Helga'lığını yapıyor. ‘‘Hayır ben Almanım, bu kadarını da yapamayacağım’’ dediği yerler oluyor.

CHRISTOPH K. NEUMANN (Alman, İTÜ)

Dersini bitirebilen esprisini anlar

Almanya'nın kuzeyinde, eski doğu Berlin sınırına yakın, küçük bir kentte doğdu, 1962'de. Münih Üniversitesi'nde, yakındoğu kültür ve tarihi ile Türkoloji okudu. Aynı zamanda siyasal bilimler ve yeni Alman edebiyatı. Öğrenciliğinin bir yılı Ege Üniversitesi'nde geçti. Doktorasını da Münih'te yaptı. Yakındoğu ilgisini çekiyordu ki bu onu Osmanlı'ya götürdü. Yolu böylece İstanbul'a düştü. 3,5 yıl İstanbul'daki Alman Araştırma Enstitüsü'nde görev yaptı. İki yıl da Prag'daki Çek Milli Kütüphanesi'nde Osmanlı el yazmalarını inceledi. 1998'den bu yana İTÜ Fen Edebiyat Fakültesi'nde, ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nda Kimlikler’’, ‘‘Erken Modern Toplumlarda Adalet, Hukuk, Cürüm’’, ‘‘Batılı Olmayan Moderniteler’’ gibi adları olan dersler veriyor. Bunların küreselleşmeyle de yakından ilgili, zengin konular olduğunu düşünüyor. Zengin ama aynı zamanda zor. Kontenjanı bu yüzden pek dolmuyor. Öğrencileri, ‘‘hayır doluyor, ama dolu devam etmesi mümkün olmuyor’’ diyor. Derslerinin müdavimlerini tatlı dili ve esprili tarzı etkiliyor. Bir de dersteki tüm iktidar ilişkisini ortadan kaldırıp, herkesi birbirini göreceği şekilde dairesel oturtması. Sakalı tamamen kişisel zevki. Özel bir dindarlığı, tarikatçılığı yok. ‘‘Bu saatten sonra tıraş olursam, eşim, çocuklarım dahil kimse beni tanımaz. 18 yaşımdan beri böyle’’ diyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!