Güncelleme Tarihi:
Türkiye'de iki rakip gücün arasındaki çatışmayı kazanan tarafın bu kimliğin çerçevesini belirleyeceğini de söyleyen Friedman, "Türkiye’yi kimin tanımlayacağı medeniyetler savaşına girip girmeyeceğimiz konusunda da belirleyici olacak. İlgili ancak dikkatli olmalıyız" dedi.
İşte Friedman'ın yazısı:
"İstanbul’dan ayrılırken aklımda Türklerin bana sorduğu dört soru vardı. Cevaplarının ne olduğu çok önemli değil ama bu dört soru bile sizin Türkiye’nin durumunu anlamanızı sağlayacaktır. Farklı gazetecilerin, akademisyenlerin ve iş adamlarının sorduğu bu sorular şöyle özetlenebilir:
Bir: Batı’nın öldüğünü ve Doğu’da yeni güçlerin yükseldiğini düşünüyor musunuz?
İki: Tom, seninle konuşmak çok güzeldi ama yazılarında adımı kullanmazsan bir mahsuru olur mu? Hükümetin bana, gazeteme ya da yaptığım işe tepki göstermesinden çekiniyorum.
Üç: Başbakan Erdoğan’ın, İsrail’in PKK saldırılarının arkasında olduğuna inandığı doğru mu?
Dört: Gerçekten Obama’nın İran yaptırımlarına hayır oyu verdiği için Türkiye’yi cezalandıracağını düşünüyor musun? Ne de olsa ABD’nin Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç Türkiye’nin ABD’ye duyduğu ihtiyaçtan daha büyük.
Batı’nın ölümüyle ilgili soru aslında Türkiye’nin yükselişiyle ilgili. Türkler Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmak istiyordu ancak geri çevrildiler ancak Türk işadamlarının buna eskisi kadar önem verdiğini düşünmüyorum. AB, Hindistan ve Çin gibi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinin arasında bulunan ve Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesi olan Türkiye’nin yanında ölü gibi görünüyor.
ABD bugüne kadar Türkiye’ye bir köprü ya da üs olarak bakıyordu. Türkler ise kendilerini daha farklı görüyor. İstanbul Şehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü araştırmacılarından Muzaffer Şenel, “Türkiye bir köprü değil, bir merkez” dedi.
Sovyetler Birliği’nin yıkılışından bu yana Türkiye Rusya’nın güneyinden Balkanlara, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya ve Ortadoğu’da Irak, İran ve Suriye’ye uzanan kendi ekonomik alanıyla bir merkez haline geldi. Bunu anlamak için Atatürk Havalimanı’nda durup Türk Hava Yolları’nın uçuş listesine bakmanız yeterli. İstanbul’dan benim yarısının adını bile söyleyemediğim şehirlere uçuş var.
Moskova’da otel zincirleri, Bosna’da ve Yunanistan’da banka işleten, Irak’ta yol inşaatları yapan, İran ve Suriye’yle ticaret yapan iş adamlarıyla tanıştım. 1980’de Türkiye’nin toplam ihracatı 3 milyar dolardı. 2008’de bu rakam 132 milyar dolara çıktı. Şu an Anadolu’da yaklaşık 250 tane sanayi bölgesi var. Türkiye’de 1990’larda cep telefonu kullanan kimse yoktu, bugün ise ülkede 64 milyon kayıtlı abone var.
Dolayısıyla, Başbakan Tayyip Erdoğan kendisini, 70 milyon nüfuslu yükselen bir ekonomik motorun lideri olarak görüyor. Erdoğan BM’deki İran yaptırımları oylamasında görüldüğü üzere ülkesinin bağımsız bir jeopolitik rol oynama hakkı olduğunu düşünüyor. Ancak Türkiye’nin nasıl yükseldiğini de göz önünde bulundurmak gerek.
Erdoğan’ın bazı Hugo Chavez-Vladimir Putin benzeri eğilimleri var. Ben daha önce ziyaret ettiğim hiçbir demokratik ülkede bu kadar çok insanın isimlerinin haberlerde kullanılmamasını istediğini görmemiştim. Türkiye’de basın kendi kendine sansür uyguluyor.
Dahası, Erdoğan İsrail’in Gazze’de bulunan Hamas üzerine düzenlediği saldırılara karşı çıkışını komplo teorisi boyutuna taşıdı. İsrail’in PKK’yı desteklediği gibi akıl almaz fikirler taşıyan Başbakan, bunu Türkiye ve yurtdışındaki muhafazakar Müslümanlardan oluşan siyasi tabanını sağlamlaştırmak için kullanıyor.
ABD’nin yapabileceği bir şey var mı? Benim önerim şu: Erdoğan’la kendisine daha fazla destek verilmesini sağlayacak yönde kullanacağı açık tartışmalardan kaçının, ABD’nin kırmızı çizgilerini özel görüşmelerde çizin ve Türkiye’deki demokratların öne geçmesine izin verin.
Türkiye enerjik bir ülke ve kendisine yeni bir kimlik biçmeye çalışıyor. Ülke içinde bu kimlikle ilgili Türkiye’yi Müslüman dünyasına yakın görmek isteyenlerle, laik Batılı ve çoğulcu görmek isteyenler arasında bir tartışma yaşanıyor. Türkiye’yi kimin tanımlayacağı medeniyetler savaşına girip girmeyeceğimiz konusunda da belirleyici olacak. İlgili ancak dikkatli olmalıyız.
Bu Türklerin mücadelesi ve bu konuda çalışıyorlar. Gazze filosu olayından iki hafta önce bir anket AK Parti’nin 2002’den bu yana ilk kez CHP’nin arkasında olduğunu gösterdi. Bu elbette Erdoğan’ın bölgedeki radikal güçlerden biri olan Hamas’ın yanında yer almasının en önemli sebeplerinden biri. Başbakan tabanını harekete geçirmek istiyor. Ancak elindeki kozlara fazla mı güvendi? Erdoğan şimdiye kadar çok kurnaz davranıp rakiplerine kaynar kazandaki kurbağa muamelesi yaptı. Ancak şimdi onlar da olan bitenin farkında.
Türkiye’deki laikler ve ılımlı Müslümanlar alarmda, ılımlı Araplar alamda, ABD’liler alarmda. Türkiye’nin ruhu için yaşanan savaş ciddi bir biçimde değişmek üzere."