Şermin TERZİ
Oluşturulma Tarihi: Ekim 10, 2010 00:00
Pakistan asıllı Prof. Riaz Hassan, 40 yıldır İslam sosyolojisi üzerinde çalışmalar yapan bir sosyolog. Son 10 yıldır Endonezya, Malezya, Pakistan, Mısır, İran, Türkiye ve Kazakistan’da yaptığı İslami araştırmaların sonuçlarını ‘Müslüman Zihinler’ adlı kitabında topladı. Melbourne Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan kitap, Doğan Kitap tarafından Türkçe’ye çevrildi. Hassan’a ‘İslam tek midir’, ‘Dünyada Müslümanlık nasıl algılanıyor’, ‘İslam’da kadının yeri Kuran’ın suçu mudur’ sorularını yönelttik
Batı’da İslamofobi yaşanırken, bu fobi sebebiyle ilgili İslam dünyasının özeleştiri yaptığını düşünüyor musunuz? - Ne yazık ki, Müslüman nüfuslardaki yüksek cehalet oranı yakın zamana kadar özeleştiriye yol açmadı. Eğitimin çoğu ezbere, eleştiriye kapalı öğrenme metoduna dayalı. Bu tür mekanik bir eğitim ne üretime ne de özeleştiriye yol açmaz. Müslüman ülkelerde dünya çapında üniversiteler olmaması da bunun bir yansıması. Ancak, okuryazarlık ve eğitim düzeyleri yükseldikçe özeleştiri önem kazanacak ve bu da Müslüman dünyada politik, dini ve entelektüel koşulları değiştirecek.
Peki, kutsal kitabı “Oku” diye başlayan bir dinin mensuplarının, bu kadar cahil kalmasının sebebi ne?- Bu “Oku” kelimesinin anlamına göre değişir. Bu kelime aynı zamanda “Anlat-ezberden oku” anlamlarına da gelebilir. Müslüman toplumların çoğundaki okuma-yazma oranlarındaki düşüklüğün ve cehaletin yüksekliğinin nedeni 18. yüzyıldan itibaren, onları yöneten sömürgecilerin politikaları, sosyal ve ekonomik az gelişmişlik. Bütün Arap ülkelerin toplamının bilimsel üretimi, İsrail’in tek başına bilimsel üretiminin altında. Bu problem Türkiye gibi ülkelerde ele alınıyor ama diğer Müslüman halklarının global bilgi ekonomisinde saygın şekilde hayatta kalabilmesi için bu durumu acilen düzeltmeleri gerekiyor. Okur-yazarlık oranını belirleyen din değil, ekonomik, politik ve sosyal koşullardır.
Batı’ya göre İslam köktenci, bağnaz, kadın düşmanı ve yekpare bir Ortaçağ dini. Bu algıda isabetli noktalar var mı? - Bu görüşlerin çoğu cehalete dayanıyor. SSCB’nin dağılmasının, İran devriminin ve 11 Eylül saldırılarının ardından Batı yeni düşman olarak İslam’ı seçti. Bunun yanında Filistin, Bosna, Çeçenistan, Irak’ın işgali, Afganistan konusundaki anlaşmazlıklar ve teröre savaşla karşılık veren Batılı yabancı politikalar, Müslüman ülkelerde bir anti-Batı tavır oluşmasına sebep oldu. Batı medyasının İslam’ı şiddet, mantıksızlık, fanatiklik ve çağdışılıkla özdeşleştirme eğilimi, Batının İslam’a karşı tavrını belirledi. Bu tür algılar İslam ve Batı ülkeleri arasında bir ahlaki kutuplaşmaya sebep oldu. Bu konu artık öyle bir noktada ki, Batı ve Müslüman ülkelerin medyaları ve politik liderleri tarafından acilen ele alınmalı.
“Her terörist Müslümandır, ama bütün Müslümanlar terörist değildir” yaftası sizce Müslümanlar üzerinde nasıl bir psikolojik etki bırakıyor?- Arap dünyasında, Arap ülkelerinin İsrail’in yayılımcı politikalarını ve Filistin topraklarının sert ve vahşice istilasını durduramamasının yarattığı utanç hissi giderek büyüyor. Bu durum, bazı Müslüman gruplardaki militanlığın yükselişinin en güçlü sebebi.
Yedi ülkede araştırmanızı yürütürken sizi en çok hangi ülkeler ve hangi sonuçlar şaşırttı?- İran’daki ılımlı dini yaklaşımlar ile Mısır, Malezya, Endonezya ve Pakistan’daki kuvvetli dini inanç beni şaşırttı. İran ve Pakistan gibi politik ve dini kurumları kaynaşmış olan Müslüman ülkelerde, İslami kurumların toplumdaki itibarının daha yüksek olmasını bekliyordum. Araştırma sonuçları din ile politikanın ayrı tutulduğu ülkelerde insanların zihninde dini kurumların daha saygın bir yeri olduğunu gösteriyor. İslami partiler ve İslami devlet için mücadele eden ulema için bence bunda büyük bir mesaj vardır. O da şudur; güce ya da insanların sevgisine sahip olabilirsiniz, ancak ikisine birden sahip olamazsınız. Aynı zamanda devlet politikaları İslam’a karşı olan ülkelerde, bu tür politikalar onların politik meşrutiyetlerini olumsuz etkiliyor.
BAŞKA DİN UYGULAMALARI ÇIKMA İHTİMALİ HEP VARDIR
Türkiye’de laiklerin en büyük kaygısı İran gibi olmak. Her iki ülkeyi de karşılaştırmalı olarak araştırdınız. Siz böyle bir ihtimal olduğunu düşünüyor musunuz? - Benim görüşüme göre bu Türk laiklerinin yersiz bir endişesinden ibaret. İran ve Türkiye’yi şekillendiren dini ve politik rota çok farklı ve bu ülkelerin politik sistemleri de bunu yansıtıyor. Türkiye ‘aşırı tutucu laik’ bir ülkeden güçlü bir ‘tutucu olmayan laik demokratik’ topluma doğru ilerlerken, İran ‘kuramsal’ ülkeden yavaş yavaş ‘demokratik’ bir ülke olmaya ilerlemektedir. Türkiye gibi olmaya çalışacak ülke aslında İran’dır.
Kitabınıza göre, İslam dünyasındaki Müslümanlar, inançlarını birbirlerinden oldukça farklı şekillerde yaşıyor. Buradan yola çıkarsak, “Tek bir İslam yoktur” diyebilir miyiz?
- Müslüman dünyası, her şeyin aynı olduğu blok bir evren değil. Oldukça ayrışmış bir dünya. Farklı ülkelerin, tarihleri ve halklarının yaratılışlarıyla uyumlu farklı politik ve sosyal yörüngeleri olduğunu gördüm. İslami dünya dini açıdan melez bir dünya. Aynı Hıristiyan ülkelerinde olduğu gibi, Müslüman ülkelerde de dini ve politik gerilim ve anlaşmazlıklara sebep olan mezhep ayrılıkları ve diğer önemli farklılıklar görülüyor.
İslam ve demokrasi sizce birbirleriyle uyumlu bir sistem mi?- Müslüman ülkeler halifelik, padişahlık, askeri diktatörlük, diktatörlük, komünizm, milliyetçi sosyalizm, din devleti, dini faşizm ve demokrasi gibi geniş bir yelpaze oluşturan çeşitli yönetimlerle yönetiliyorlar. Demokrasi İslam’la uyumsuz değildir. Çünkü ikisi de insanın özel değerini ifade ederken, aynı zamanda devletin elinden ilahilik rolünü alarak gerçek otoriteyi ulemanın değil insanların eline vermektedir.
Din bir ihtiyaç mıdır?- Bir sosyolog olarak sadece insan toplulukları ve davranışlarıyla ilgili gözlemlenebilir gerçekleri tanımlayabilirim. Neredeyse tüm insan topluluğunda bir tür din ve maneviyat bulunmaktadır.
İslam’da dinsel köktencilik, Yahudilik’te Siyonizm, Hıristiyanlık’ta da Evanjelist bir hareket var. Öyle görünüyor ki dinlerde baskıcı bir iklim hakim. Bu yüzden siyasetçi yazar Jacques Attali, her bireyin istediği dinden istediği bölümü alacağı bir ‘lego dinler çağı’nın geleceğini söylüyor. Katılıyor musunuz?- Gelecekte böyle evrimsel bir dini uygulamanın ya da başka tip dini uygulamaların ortaya çıkma ihtimali her zaman var.
HZ. HATİCE’Yİ ÖRNEK ALSALARDI ERKEKLERDEN ÜSTÜN OLURLARDIİslam’da kadın haklarının bu kadar geri kalmasının sebebi Kuran mı? Yoksa kutsal metinleri, bugüne kadar hep kadınlara karşı yorumlayan erkekler mi?- Kadınların statüsünün sebebi Kuran değil, kutsal metinlerin yorumlanışı. Aslında Müslümanlar, Hz. Peygamber’in ilk karısı Hz. Hatice’yi örnek alsalar, kadınların pozisyonları sadece erkeklere eşit olmakla kalmaz, aynı zamanda onlardan üstün olurdu. Hz. Hatice, başarılı bir iş kadınıydı ve toplumda ticari alanda önemli bir rol üstlenmişti. Peygamber’e evlenme teklifini yapan da kendisiydi. Bu da, bu tür bir
seçim yapabilecek kadar özgür olduğunu gösteriyor. Entelektüel kılavuzluğunun ve aile bağlantılarının İslami peygamberlik tarihinde, önemli bir rolü vardır. İslami kanunlarda kadınlara mülk edinme, miras hak etme gibi hakların bulunması kendisine mal edilebilir.