Güncelleme Tarihi:
Ekopolitik Grubu’yla Kürt sorununun çözümü için yaptığı çalışmalar ve Cumhurbaşkanı Gül’le temasları vesilesiyle Türkiye kamuoyu ismini 2008-2009 yılları arasında sık duydu.
TÜRK’ÜM DİYE KOBAY GİBİ ALDIKLARI KOMİTENİN BAŞKANI OLDUM
- Sizin kendi kariyeriniz aslında politik psikolojinin tarihi ile neredeyse paralel ilerlemiş. Politik psikoloji diye bir meslek tam olarak nasıl doğdu?
Mısır Cumhurbaşkanı ABD’ye gitti ve İsrail ile Filistin arasındaki ihtilafın asıl kökeninin psikolojik olduğunu söyledi. Bu yeni bir mesleğin doğuşuna neden oldu. Buna genel olarak politik psikoloji diyorlar. O zaman Amerikan hükümeti Amerikan Psikiyatri Derneği’ne gelerek ‘Gidin Enver Sedat’ın söylediği doğru mu bakınız’ dediler. Ben o zaman o komitede bir kobaydım bir Türk olarak. Amerikalılar bir Yunan, bir de Türk aldılar. Bizi gözleyeceklerdi tahmin ediyorum. Bir şey bildiğimden değil, Türk olduğumdan aldılar diye tahmin ediyorum. Üç sene sonra ben bu komitenin başkanı oldum ve o zamandan beri daha önce üzerine bir şey bilmediğimiz yeni bir meslek ortaya çıktı.
- Sizin bu anlatımınıza bakınca aslında Enver Sedat neredeyse mesleğin fikir babalarından biri olmuş.
O tabii ‘böyle bir şey’ yapın demedi. ‘Bu çatışmanın yüzde 70’i psikoloji’ dedi. Sonra biz, altı sene boyunca İsraillilerle Filistinlileri bir araya getirdik. Keşke durmasaydık. Durmasaydık, bugün yaşananlar olmazdı. Durmamızın sebebi de Filistinliler ya da İsrailliler değildi. Psikiyatri Cemiyeti’nin diğer üyeleri ‘Biz de yapmak istiyoruz’ demeye başlayınca battı gitti. Ben bu arada üniversitede hocaydım, bir bölümün vekil şefiydim, sonra hastanenin şefi oldum. Bana bir hastane verdiler ‘Bunu sen idare et’ dediler. Eski bir tüberküloz hastanesi. Binalarından birine ben eski psikiyatristler, psikanalistler, sosyologlar, tarihçiler davet ettim. Bu arada Reagan ile Gorbaçov ilk defa görüşmeye başlamışlardı. Amerika’ya da ilk defa Rusya’dan psikologlar geliyordu. Bana dediler ki ‘Git bunlarla konuş’. Reagan tabii bize metelik verir mi, biz kimiz? Ama Ruslar çok metelik verdiler, dinlediler bizi. Gorbaçov anlamak için adamlarını gönderdi.
DİN İŞİN İÇİNE GİRİNCE SUAL SORAMAZSINIZ
- Ortadoğu’da son dönemde yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?
Dünya medeniyeti değişiyor. Bunun en önemli nedeni şunlardır (önüne kayıt için koymuş olduğum iPod’u işaret ediyor). İletişim teknolojisi o kadar ilerledi ki sen Çin’desin ben buradayım gibi bir ayrım kalmadı. Küreselleşmeyle beraber çocukları fabrikalarda çalıştırıyorlar. ‘Biz kimiz’ sorusu ortaya çıktı. Her etnik grup biz kimiz diye soruyor. Etnik olarak başladı, sonra işin içine din girdi. Din işin içine girince sual soramazsınız. Bu arada şu oldu; önce dünyadaki iki kutup kayboldu, tek güç Amerika kaldı. Şimdi o da kayboldu, Amerika’nın eski kuvveti yok. Dört-beş tane yerel kuvvet ortaya çıktı. Amerika’nın parası kalmadı, Çin’e borçlu.
‘BİZ KİMİZ’ SORUSU TOPLUMSAL GERİLEME GETİRİR
- Türkiye’de neler oldu bu sırada?
Türkiye’de de dünyanın bu bölgesine ait yerel bir kuvvet olarak ortaya çıkma girişimi oldu. Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın liderliğine oynadı. Bir devrimden sonra genel olarak iki türlü cevap ortaya çıkıyor. Birincisi Atatürk’ün yaptığı gibi bir devrim. Onlar çok nadir. Yepyeni ve dünyaya daha uygun, yükselmeye, bilime, hür olmaya, kadınları ve çocukları korumaya daha uygun bir devrim. Ötekiler hep geriye döner. Devrimi yaptıktan sonra ‘biz kimiz’ ortaya çıkarsa geri dönersin, ‘500 sene önce böyleydik o zamana dönelim’ dersin. Genel olarak bakarsak Arap dünyası böyle oldu.
TÜRKİYE’DE MAĞDURİYETİ DİNLE BAĞDAŞTIRMA VAR
- Türkiye’nin son dönemdeki en büyük sorunu ne sizce?
Bizde de 20 senedir dini kullanma var. Ama ben bunu söylerken çok dikkat etmeliyim, çünkü hemen dinsiz diye adımı çıkarıyorlar. Hanımı Yahudi yapıyorlar, babamı Ermeni yapıyorlar. Google’a girin, benimle ilgili neler var görün. Google’da dört yıldızlıyım. Hanım soruyor ‘Peki nerede paralar’ diye. (Gülüyor) Tehdit mail’leri geliyor. Türkiye’deki sorun da biraz önce anlattığım ‘biz kimiz’ sorusuyla ilgili. Ne zamanki bir toplumda ‘biz kimiz’ sorusu ortaya çıkıyor çok defa toplumsal gerileme başlıyor. Ben biliyorsunuz harplerden sonra pek çok ülkede çalıştım. Bu toplumsal gerilemenin bazı semptomlarını bulduk. Birincisi; eskiye dönüş. Bir araya gelmek için eskiden başınıza gelen kötü olayları kullanırsınız. Mağduriyet sizi birbirinize bağlıyor. Türkiye’de mağduriyeti dinle bağdaştırma var. ‘Ben mağdur oldum ama Allah benim tarafımda olduğu için bana kimse dokunamaz’ durumu. Bu yalnız Türkiye’de değil tüm bölgede yaygın bir durum.
KEŞKE ABDULLAH GÜL İLE YALNIZ KALABİLSEYDİK
- Ekopolitik Grubu ile beraber Cumhurbaşkanı Gül’e Kürt meselesinin çözümü konusunda bir anlamda danışmanlık yaptınız. Tam da hükümetin Kürt açılımını başlattığı yılların hemen öncesine denk düşüyor. Nasıl geldi teklif?
Ekopolitik, ben Türkiye’de hocalık yaparken beni bir konuşma yapmaya davet etti. Dikkatimi çeken şu oldu, hep erkek var, belki son sırada 5 tane hanım oturuyor. Ben bundan duyduğum rahatsızlığı söyledim. Sonra da ‘Bir daha beni aramazlar’ diye düşündüm. Sonra bana dediler ki ‘Biz Türkleri, Kürtleri toplarız, sen konuşturabilir misin’. Bunu iki buçuk sene yaptım. Her toplantıdan sonra Gül’e gider rapor verirdik. Ama keşke Gül ile yalnız kalabilseydik. Çünkü Gül ile yalnız kaldığım zaman uzun süre çok derin konuşabilmiştik. Ötekilerle laf karışıyordu.
- Ekopolitik’in çalışmaları sırasında hatırınızda kalan en kritik anılardan birini anlatır mısınız?
Bu toplantılarda ben kesinlikle fikir beyan etmedim. Ben kimim ki fikir vereyim? İnsanları konuşurduk. Bu toplantılarda en önemli olay şuydu. Cevat Öneş’in yanında Öcalan’ın eski oda arkadaşı Seydi Fırat oturuyor, onun yanında Mete Yarar oturuyor. Öneş MİT Müsteşar Yardımcısı iken Seydi’yi öldürmeye karar veriyorlar, Mete’ye görev veriyorlar. Ve o toplantıda üçü bir arada oturuyor, arkadaşça ve samimiyetle konuşuyorlar. Bunun farkına vardığımız zaman toplantının psikolojisi tamamen değişti ve o güne kadar konuşulmayan ya da yanlış anlaşılan şeyler ortaya çıktı. Bunların bazılarına Tarabya’da rapor vermek için ziyaret ettiğimiz Gül inanamadı.
- Neden 2009’da kesildi bu çalışmalar?
Bana ansızın bir mesaj geliyor ki Ekopolitik yönetenlerin arasındaki kavga nedeniyle paramparça olmuş. Ondan sonra ara sıra Tarık (Çelenk) telefon etti ama hükümetten hiç ses yok. Ben Beşir Atalay’la da konuşurdum. O dönemki çalışmaların belki bir sonucu olmadı ama konuşulmayan birçok şeyi gündeme taşıdık. Artık bunlar konuşulabiliyor.
HÜKÜMET ŞU ANDA BARIŞ SÜRECİNİ SİYASET İÇİN KULLANIYOR
- Hükümetin bugün yürüttüğü süreci nasıl buluyorsunuz?
Ben bugünkü sürecin içinde değilim, o nedenle de içeriğe dönük bir şey söylemem zor. Ama şahsi fikrim olabilir. Şu anda algı şu; siyaset için bunu kullanıyorlar. Araya siyaset girdiği için de hızlı olmuyor. Benim insani ümidim Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra en kısa zamanda Kürt işinin açıkça, anlaşılır şekilde halledilmesi. Bazı şeyler oldu da. Biliyorsunuz geçmişte Kürtçe isimli yerlere de Türk ismi vermişler. Bu tür basit şeyler Türkiye’de konuşulamazdı bile. O bakımdan bugüne kadar yapılanlarla ben gurur duyuyorum.
ÖCALAN’IN ARTIK BU YAŞTA ÖLDÜRME İSTEDİĞİNİ SANMIYORUM
- Öcalan’ın izlediği yöntemi nasıl buluyorsunuz?
Bilmiyorum. Ama sanki benim o zaman öğrendiklerimi teyit eden bir süreç. Öcalan’ın bütün olanlara onay verdiğini düşünüyorum.
- E bu çok doğal değil mi?
Bu yaşta artık öldürme, şiddet istediğini tahmin etmiyorum.
- Gül ile neden daha fazla vaktiniz olmasını isterdiniz?
Çünkü dinleyen adamdı. Onun tek başına karar verip veremeyeceğini bilemem. Çünkü en güçlü Erdoğan’mış. Ben bilmiyorum bu dengeleri.
- Erdoğan’la hiç tanışmadınız mı?
Üç defa elini sıktım, o kadar.
ERDOĞAN KİMLİK DEĞİŞTİRDİ
- Erdoğan’ın sizdeki liderlik algısı nedir?
Kimlik değiştirdi. Ben söylemiyorum. Kendisi söylüyor. Türkiye’de de bir kimlik değişimi oldu. Ama yalnız Erdoğan mı yaptı, nasıl oldu ona detaylı bakmak lazım.
EZAN SESİ O KADAR YÜKSEK Kİ SANKİ MAKİNEYLE BANA EMREDİYORLAR
- Siz o değişimi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çok basit. Türkiye’de yaşamadığım için, senede bir Türkiye’ye gelince hemen görüyorum. Dini kullanma ve eskiye dönüp ‘geçmişte mağdur oldum, çok çektim, şimdi sıra bende, artık benim hakkım’ durumu var.
Bunun inançla alakası yok. Toplumun bana emrettiği şeylere uymak ya da uymamakla ilgisi var. Ben çocukken benim büyükannem beş vakit namaz kılardı. ‘Müezzin Ahmet Efendi ne güzel ezan okuyor’ derdi. Müzik gibi o bizim parçamızdı. Ama şimdi ezan sesleri o kadar yüksek ki sanki bana makineyle emrediyor. Bütün mahallede insanlar uyurken kulaklarına tıpa koyuyor. Bunun dinle alakası yok.
- Seçimlerin sonuçlarına bakarsak bu tür bir siyaset Türkiye toplumunda kabul görüyor ama...
Tabii. Bir otoritem varsa ben sana gerileme döneminde ne verirsem hemen yutarsın.
DÜNYADA YAŞANAN GERİLEME TÜRKİYE’YE DE GELDİ
- Türkiye toplumu bir gerileme mi yaşıyor?
Dünyada olan gerileme Türkiye’ye de geldi. Onlar tabii yeni hüviyet bulduklarını söylüyorlar. Ama benim yaptığım araştırmalara göre evet gerileme var.
- Onlar da diyor ki; eski sistemde askeri vesayet vardı, antidemokratik uygulamalar vardı, biz demokratik yöntemlerle seçildik, bugüne kadar mağdur olan kesimler rahatladı.
Evet bunlar doğru.
- O zaman sorun nerede?
Kendilerine eskiden emir verenlerle aynı zihniyete büründüler.
TÜRKİYE’DE BİLİME ALERJİ VAR
- Bu arada Cumhuriyet’e ne oldu?
Çok şeyler değişti. Mesela ben 2000’li yıllarda Türkiye’den yüzlerce dünyaca tanınmış bilimadamı olmasını isterdim. Olabilirdi de... Ama 20 yıldan beri ilime karşı alerji var. Üniversitede en büyük mesele, örtülü mü örtüsüz mü girdin oldu. Üniversitenin enerjisinin yarısı ona gitti. Ne kadar korkunç bir şey. Türkiye’deki bazı şeyleri takip ederken ben bir komedi kitabı yazayım diyorum. Komik şeyler. Ama ciddi olduğu için çok acılı şeyler.
- Mesela?
Birisi oturuyormuş Pensilvanya’da, Türkiye’nin yarısını idare ediyormuş.
- Size inandırıcı gelmiyor mu Gülen Cemaati’nin yakın zamana kadar ciddi bir güç olduğu iddiası?
Tabii ki ciddi geliyor. Vardı tabii.
- Peki bunun nesi komik o zaman?
Komik olan şu... Mesela Türkiye demeyelim de Zeytin milleti diyelim. Zeytin milleti nasıl idare ediliyor diye bir kitap yazacaksınız. Dışarda birileri var ve ülkeyi yönetiyor. Ama bu gerçekse çok korkunç bir şey.
GÜLENCİLERİ NASIL KOVDUM
- Fethullah Gülen hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaklaşık 20 sene önce falan Türk öğrencilerden biri Türkiye’den gelen üç kişinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Bunlar Gülen’in adamlarıymış. Kasetler, kitaplar getirmişler. O zaman ben kim olduğunu da bilmiyorum Gülen’in. Oturdular anlatıyorlar. ‘Biz burada okul açmak istiyoruz. Siz burada önemli bir kişisiniz. Virginia Üniversitesi ile anlaşalım’ dediler. İçimden güldüm. Virginia Üniversitesi tarihi bir üniversite, imkânı yok. Nazikçe söyledim. Otururken su istediler. Ben de Betty’yi (eşi) çağırdım. Betty bir tepside su dolu bardakları getirdi. Üzerinde de kısa kollu bir giysi var. baktım bu adamlar Betty’nin kollarını açık gördüler, bardakları alamıyorlar tepsiden. Yanlarındaki çocuk aldı da verdi. Orada bitti benim temasım. Onları nasıl kovduğumu da söylemeyeceğim. Fakat şimdi bunlar normal Türkiye’de. Kolunuz açıksa bu tepkiyi verebilirler. Bırakın kolunuzu, heykellere bile tepki var.
IRKÇILIK TEHLİKESİ VAR
- Son dönemde Türkiye algınızın genelde negatif olduğunu anlıyorum.
Tabii ki ülkedeki iyi şeyleri görmemezlik etmeyelim. Anadolu’da altyapı gelişti. Ekonomik olarak Türkiye çok gelişti ama psikolojik gerileme var. Bugün siz Türkiye’de operaya gitmeyi seviyorsanız mesela, bu sizi farklı bir kişi yapıyor. Gidenle gitmeyen sanki ayrı iki türlü insan. Sanki Türkiye’de iki ya da bazen üç türlü insan var. Bunu çok net olarak görüyorum. Uymazsan hemen öteki oluyorsun. İsrailliler de bizim gibidir. Aralarında iyisi var, kötüsü var. Onlar da insan, Filistinliler de insan. Irkçılık ortaya çıkmamalı. Bu çok tehlikeli.
- Şu an Türkiye’de böyle bir tehlike var mı?
Var tabii.
- Böyle bir eğilim varsa, hedefinde ilk kim var?
Yahudi vatandaşlara bir şey olmasın. Türkiye’de yaşayan Yahudi vatandaşlar benden daha fazla Türk. Şimdi ben onlardan biri olsam korkarım. Bunu önlemek lazım. Sayın Gül’ün daha önce böyle bir anda Yahudi cemaatine telefon ederek ‘Biz sizin yanınızdayız’ demişti. O tür şeylerin yapılması lazım.
- Erdoğan’ın liderliğini analiz ettiğinizde sizin yıkıcı-onarıcı kategorizasyonunuza düşen bir yanı var mı?
Ben bir Atatürk’ü yazdım. Öldüğü için ve gençlerin tanıması gerektiğini düşündüğüm için. Mesela o kitap okunmuyor.
KADINA YAPILAN ZULÜM BU ÜLKEYE YAKIŞMIYOR
- Atatürk’e ilginin düştüğünü mü söylemeye çalışıyorsunuz?
Düşme değil de sanki ‘Atatürk hakkında konuşursam bugünkü idarecilerin karşısında görünürüm’ gibi bir durum var. Devamlılık olsaydı çok daha iyi olurdu, devamlılık bozuldu. Kırılmalar oldu. Kırılmalardan sonra değişiklik ihtiyacı ortaya çıktı. Bu değişiklikler sırasında bazı güzel şeyler de oluyor. Ekonomi gelişiyor. Ama ruhi vurulmalar var. Sanki yeni kimliğe uymayan hiçbir şey kabul edilmiyor gibi. Özgürlükler ve hayattan keyif alma zor hale getiriliyor. Burada en büyük sıkıntı kadınlara ve kız çocuklarına. Kadınların kahkaha atması bile ayıp görülüyor. Türkiye’de kadınlara yapılan zulüm bu ülkeye yakışmıyor. Anadolu’nun çoğu yerinde kadın şuna indirgeniyor; bana bakacaksın, yemek vereceksin, çocuk yapacaksın. Ben sizin gibi kadınlardan bahsetmiyorum. Örtülü, örtüsüz diye de ayırmadan söylüyorum. Büyük şehirler dışında hâlâ böyle bir dünya var. Kız çocuklarına ‘Hemen gidip evlenin’ demeyin. Onlara sanki cinsiyeti temsil eden yaratıklar gibi bakıp da ‘Şurada otursun, burada oturmasın’ denemez. Milletin yarısından fazlası hanımdır. Onları bastırdınız mı mahvediyorsunuz milleti.
- Yeni seçilecek cumhurbaşkanına önerileriniz var mı?
Var bir listem (Cebinden üzerinde notlar olan ufak bir kâğıt parçası çıkarıyor). Birincisi kadın meselesinde hassasiyet. İkincisi toplumda ırkçılığın gelişmesini önlemek. Üçüncüsü, çıplak heykel yapmak isteyen varsa o da yapabilsin. Dördüncüsü; eskiyle gurur duymak tamamdır ama eskiden yeniye devamlılığı sağlamak çok daha iyidir. Beşincisi yargı bağımsız kalsın. Altıncısı; politika konuşurken dini içine koymayın. Herkes dilediği gibi konuşabilsin. Son olarak da herkesin kişisel özgürlüklerine saygı duyun.
KÜRT MESELESİNİN TARAFLARI PSİKOLOJİK DANIŞMAN YARDIMIYLA KONUŞMALI
- Kürt meselesi için öneriniz nedir?
Bir komite kurulsun, politika ve medya dışından. Ben ihtiyarladım ama benim gibi birisini bulsunlar. Konuşmalarına psikolojik olarak yardım etsin.
- Kim olabilir bu komitenin başında?
Bilmiyorum.
- Size teklif etseler gelir misiniz?
Tabii ki, benim vazifem o. Ama benim vaktim çok kalmadı, 81’e girdim.
- O zaman şunu söylüyorsunuz, şu anda hükümetin İmralı’da yürüttüğü sürece paralel olarak sivillerin kendi aralarında konuşacağı bir komite lazım.
Evet, psikolojik danışmanlık yardımıyla konuşacaklar. Psikolojik danışman onlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyecek. Ama açık açık konuşabilmeleri ve ötekini daha iyi anlamaları için yardım edecek. Ekopolitik gibi bir grup toplasınlar. Büyük olmasın. Sekiz-on kişi olsun. Önce orada tartışsınlar.
- Akil İnsanlar Komisyonu kurdular geçen sene. O tür bir grup mu?
Sanıyorum o daha çok toplumu yatıştırmak içindi. Hem o süreç bitti, hem de ben büyük başlatmam küçük başlatırım.
İSRAİL’İN ESKİ SOYKIRIM MAĞDURİYETİYLE FİLİSTİNLİLERİN BUGÜNKÜ MAĞDURİYETİ ARASINDA REKABET VAR
- İsrail-Filistin ihtilafı üzerine uzun yıllar mesai yaptınız. İsrail’in bugün Gazze’de uyguladığı aşırı şiddetin kökeninde ne var?
İsrail daha hâlâ bir millet olabilmiş değil. İsrail’in kuruluşunun 52. yıldönümünde Parlamento Başkanı Avraham Burg beni Mount Herzl’a davet etmişti. İsrail’de dünyanın tahmin ediyorum başka hiçbir ülkesinde olmayan bir bakanlık var. Adı ‘absorbtion’. Eski bakanlardan birini tanıdım. Dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudileri toplayıp siz İsraillisiniz diyorlar. Ama sizin uymayan taraflarınız var, bunlardan kurtulmak lazım. Bunun için de ortak bir düşmana ihtiyacınız var.
Bu Gazze’de çocukların öldürülmesi durumu çok korkunç. Çok üzülüyorum. Ama tüneller de gerçek. Bu arada Filistinliler de mağduriyeti bayrak gibi sallıyorlar. Bu nedenle de Gazze Filistinlilerini, İsraillilerle bir araya getirip ‘Eşitsiniz, konuşun’ dediğiniz zaman korkuyorlar. Çünkü mağduriyeti ellerinden aldığınızı düşünüyorlar. Bir de eski İsrail mağduriyeti (yani soykırım) ile bugünkü Filistin mağduriyeti arasında bir rekabet oluyor. Bu psikolojiler devreye girince bunları oturtup konuşturmak imkânsız oluyor. Psikoloji bilmeyenler taraflara ‘şunu şunu yapın’ diye emir verdiğinde psikolojik süreçleri daha da alevlendiriyorlar.
- Bu psikoloji bir statüko şu anda.
Tabii bütün kronik sorunların olduğu ülkelerde böyle.
- Ve eğer psikolojik olarak oyunu değiştirecek bir şey olmazsa İsrail-Filistin ihtilafı böyle gider.
Evet bunu diyorum. Biz birkaç sene önce İsrail’deydik. Netanyahu’nun da tanıdığı bir ismin de aralarında bulunduğu en kıdemli 5 büyükelçiyle ve Batı Şeria’dan önemli isimleri bir araya getirdik. Öyle konuşunca birbirlerini anlıyorlar. Senelerden beri beraber çalıştığım Lord Aldrice, Hamas’la da görüştü Lübnan’da. Onlar da kabul etti. Batı Şeria’dan Gazze’ye gidelim Hamas’la once biz konuşalım gibi bir öneri çıktı. Netanyahu kabul etmedi.
NOBEL’İ BANA DEĞİL PAPA’YA VERİRLER
Bu sene arkadaşlar ‘Senin yaptıkların çok doğru, bunu tekrar Nobel’e bildirelim’ dediler. Daha önce 3-4 adaylığım vardı. Şimdi her taraftan Nobel’e yazılar gidiyor. Benim adaylığımı sembol olarak kullanarak Nobel’e mesaj gönderiyorlar. ‘Büyük grupların psikolojisini anlamadan dünya meselesi çözülmez’ diyen insanlar bunlar. Malezya’dan benim çalışmalarımı bilen ve Nobel’e mektup gönderen insanlar var. Tabii bana vermezler, benim yerime Papa’ya verirler. Ama öyle bir süreç oldu ki iş çok büyüdü.