Güncelleme Tarihi:
Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı Ufuk Uras ‘‘Parlamentoya girince aynı Birinci TİP hareketinin yaptığı gibi düşünce düzeyinde TBMM'nin altını üstüne getireceğiz’’ diyor. Türk insanında birikmiş bir öfke olduğunu söyleyen Uras, meclise girmeleri halinde yapacaklarını şöyle anlatıyor: ‘‘Bizim Anadolu'da ‘nefsimizi denetleyelim' diye bir gelenek vardır. Yani arzuların baskı altında tutulmasıdır bu. Biz bütün partililer olarak Türkiye'de bir Akdeniz ve Latin rüzgarı estirmek istiyoruz. İnsanlara, ‘arzularınızı sonuna kadar tüketin' diyeceğiz ve bunu hiç bir kısıtlama olmadan yaşayabilecekleri bir toplum oluşturacağız. Özgürlük ve Dayanışma adını da bu nedenle aldık. Türkiye'de insanlar hep gardlarını koruyarak yaşamaya alıştırılmışlar. İnsanların gardlarını rahatlıkla indirecekleri bir Türkiye için varız biz. Biz bunu bir tür Siyasi Rönesans hareketi olarak görüyoruz.’’
Türk insanı bugüne kadar hep gardını kollayarak yaşamak zorunda bırakıldı. İnsanların gardını kollamak zorunda olmadıkları bir Türkiye istiyoruz biz.
Siz 1959 doğumlusunuz değil mi?
- Evet
Yani 1971'de 12, 1980 de ise 21 yaşındaydınız. Ama bakıyorum partinizin kurucuları arasında Sadun Aren, Fatma Hikmet İşmen, Teslim Töre, Masis Kürkçigil, Ertuğrul Kürkçü, Murat Belge, Mihri Belli var. Bülent Forta, Oğuzhan Müftüoğlu, Ömer Laçiner aktif çalışıyor partide. Bunlar bir anlamda ‘eski tüfek’ler. Bütün bu insanların ortak payda bularak yer aldığı bir partiye sizin başkan olmanız bir ‘yeni, yıpranmamış yüz’ arayışının mı sonucu acaba?
- Olabilir de. Aslında bizim hareketimizde başkan kavramı önemli görülmediğinden pek de başkanın kim olduğu üzerine kafa yormuyoruz. Bizim partide başkanın sözü pek dinlenmez zaten! Bu da bana keyif veriyor. Ancak birisinin bu işi geçici de olsa üstlenmesi gerekiyordu, belirli konuşmalardan sonra ben üstlendim. Ben aslında kendimi bir tür koordinatör olarak görüyorum. Başkanlığın dönüşümlü olması konusunu düşünmekte de yarar var. Örneğin şimdi seçim için Anadolu'yu dolaşıyoruz. Alışık olmadığım için böyle şeylere kızımı özlüyorum.
Bütün bu isimleri bir arada tutmak zor iş olsa gerek?
- Böyle herkesi birarada tutacak bir merci gerekmiyor ki. Bütün bu insanlar belirli bir deneyden geldiler. Geçmişleriyle hesaplaştılar. Hepimiz hesaplaştık. Geleceğe yönelik düşündüler. Ortak paydalar bu düşünme sürecinde kendiliğinden ortaya çıktı. Zorlama, bir merkezden yönlendirme olmadığı için, gayet rahatlıkla bir hedef üzerinde birleşebildiler.
Şu meşhur 1990 öncesi Kuruçeşme toplantılarıydı değil mi, bu hesaplaşma dönemi?
- Evet Kuruçeşme'de herkes biraraya geldi. Beter ve daha beter arasında seçim yapmaya zorlanmak istemeyen insanlardı onlar. Ne yapacağız şimdi, nedir memleketin bu hali toplantılarıydı onlar. Herkes konuştu. Konuşa konuşa bir uzlaşmaya varıldı. ÖDP tamamiyle o dönemin bir ürünüdür. Aslında bu iş 1985 yılında yapılmalıydı ancak o günlerde Mehmet Ali Aybar, ‘‘Ben TKP'lilerle katiyen konuşmam’’ deyince toplantı yapılamadı. Kuruçeşme demokrasi tarihine geçecek bir olay aslında. Gecikmeli de olsa başarılı oldu. O dönemde Berlin Duvarı'nın yıkılması da konuşmaların önemini daha da arttırdı.
ARZULARINIZI TÜKETİN
Hedefiniz nedir, bu kadar farklı siyasetlerden gelen insanları birarada tutan hedef ne?
- Bizim Anadolu'da ‘nefsimizi denetleyelim’ diye bir gelenek vardır. Yani arzuların baskı altında tutulmasıdır bu. Biz bütün partililer olarak Türkiye'de bir Akdeniz ve Latin rüzgarı estirmek istiyoruz. İnsanlara, herkese ‘arzularınızı sonuna kadar tüketin’ diyeceğiz ve bunu hiç bir kısıtlama olmadan yaşayabilecekleri bir toplum oluşturacağız. Özgürlük ve Dayanışma adını da bu nedenle aldık. Türkiye'de insanlar hep gardlarını koruyarak yaşamaya alıştırılmışlar. İnsanların gardlarını rahatlıkla indirecekleri bir Türkiye için varız biz. Biz bunu bir tür Siyasi Rönesans hareketi olarak görüyoruz.
ÊNeden sosyalist söylem gerekiyor bunları sağlamak için?
- Tabii ki sol hareket bu hedefin ulaşılmasında en kritik öge. Ancak biz kendimize sadece sol düşünceye açık bir parti olarak da bakmıyoruz. Onun için de kendimize direkt olarak ‘sol’ parti değil de ‘alternatif siyaset’ diyoruz.
Kendi içinizde yer alan grupların bir bölümü bu tanımdan pek hoşlanmıyordur sanırım.
-Hoşlanmayanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Çünkü ÖDP hareketi aynı zamanda da insanı eğiten bir okul. 21'inci yüzyıla girerken hayata 1930'ların Moskova davalarının savcısının gözüyle bakamayız. Hayat çok renkli. Bütün bu zenginliği kapsayıp, insanlara birey olarak hayatlarını istedikleri gibi yaşamaları hakkının sağlanması gerekiyor. Onun için de biz aslında siyasetin gökkuşağıyız.
ÊSizin hareket dışında kalan ‘sol’ çevrelerden büyük eleştiri alıyorsunuz. Hatta hakaret dolu yazılar yazılıyor.
- Bu normal çünkü onlar değişen yaşamı kavrayamadılar. Biz doğrudan halka kendimizi anlatıyoruz. Onlarla kavga etmeye ne zamanımız ne de niyetimiz var. Bu bir zaman israfından başka bir şey değil. Aşk ve devrimin partisiyiz dediğimizde, aşk kelimesi üzerine o kadar kötü lafları çarpıtarak ettiler ki, insan onlar için utanıyor. Yani canım biz de bu konuda espriyi kendi içimizde yaptık. Aşk ve devrimin partisiyiz diye ilk dediğimizde Can Yücel telefon açtı ve ‘‘Ne o ya, Manukyan devrimci parti mi kurdu’’ dedi. Bunun üzerine espri gayet tabii yaparız da ama biz aşk ve devrimin partisiyiz, buna da sonuna kadar inanırız. Aşkın karşıtı nefrettir ve bunu anlamayanlar da solcu olamaz.
ÊHalk kabul edecek mi dediklerinizi. Şunun için soruyorum, zaman zaman sol, popülizm yapacağım diye halk dalkavukluğu yapar. Halka aslında kendinde olmayan değerler yüklenir. Namusludur herkes, demokrattır bu söylemde. Sonra bir de bakılır ki halk o düşünülen şey değilmiş.
-Halkı öyle kendinde olmayan vasıflarla hayalci bir şekilde tabiki düşünmeyiz. Çünkü istatistikler ortada. Okuma oranı düşük, buna rağmen yüzde 54'ünün evinde kütüphane var. İnsanlar aslında okumuyor sözel kültüre eğilimli. Falan filan...
ÊBir de Murat Belge'nin bir tesbiti olmuştu galiba ‘Proletarya en gerici kesim oldu. Dayak onlarda, ırkçılık onlarda’ diye..
- Bakın şu var. Hayalci değiliz. Ancak şunu da görmek lazım. Yapılan bunca ideolojik taarruza, dipten çalışmaya rağmen Türk halkını bölemediler, birbirine düşman hale getiremediler. Türkiye'yi Lüblanlaştıramadılar. İnsanları tektipleştiremediler. Ayrıca yine bunca taarruza rağmen halk yine içgüdüsüyle teokrasiyi reddediyor. Bu değişmezlik bir anlamda kötü ama bir anlamda da iyi. Çok kötü olan şeyi halk bilinçli olmasa da içgüdüsel olarak reddediyor. Bugün bir arayış var. Öfke var insanlarda. Bu öfkeyi biz iyi şeylere kanalize etmeye çalışmalıyız. Bu öfke iyi şeylere kanalize edildiğinde Türk halkının güzelliği ortaya çıkacak bence.
100 MHP'Lİ BİZE GEÇTİ
Sizce gerçekçi mi bu? Yani ileriye yönelik projeler olmasını anlıyorum, sloganlarınızı anlıyorum da pratikte bu dediğinizi nasıl yapacaksınız? Sonuçta seçimlere giren, oy isteyen bir partisiniz siz.
- Ama bunlar hayal değil, bunları yapıyoruz bile. Anadolu'ya gidip insanların önüne geçmişi temiz, temiz siyaset isteyen, yeni birşeyler söyleyen kişiler olarak çıktığınızda sizi dinliyorlar. Belki inanmayacaksınız ama her yerde örgütlendik. MHP'nin güçlü olduğu Reyhanlı'da bile partimize ilgi oluştu. Salihli'de 100 MHP'li partimize geçti. Erzincan, Kırıkkale, Niğde gibi bizden fazla etkili olacağımız beklenmeyen şehirlerde stat etkinlikleri düzenledik. Statlar doldu. İstanbul'da Refah Partisi Fetih Gecesi düzenledi ertesi gün. ‘Ne Militarizm, ne Teokrasi’ sloganıyla aynı statta demokrasi gecesi düzenledik, 40 bin kişi geldi.
ÊPeki siz varoşlarda konuşuyoruz, Anadolu'da konuşuyoruz diyorsunuz. Bir İstanbullu öğretim görevlisi olarak bu size yabancı değil mi, hangi söylemle konuşuyorsunuz oralarda?
- Ben bir asker çocuğuyum. İlkokulu her yıl ayrı bir şehirde okudum. Anadolu bana hiç ama hiç de yabancı değil. Ayrıca özel söylem de gerekmiyor. İnsanımız artık yeni bir şey duymak istiyor. İçinde duyduğu öfkeyi olumlu bir yöne kanalize etmek, hayatını daha güzelleştirmek, her seçiminde özgür olmak istiyor. Karşılarında çalmayan, çırpmayan, hayat hakkında anlamlı birşeyler söyleyen sıradan insanları görünce de bunu kabul ediyorlar.
TBMM'DE NE OLACAK?
Diyelim ki barajı aştınız, ne yapacaksınız. TBMM'de nasıl tavır alacaksınız?
- Düşünce düzeyinde meclisin altını üstüne getireceğiz.
Birinci TİP dönemini çağrıştırıyor bu tavır bana.
- Aynen öyle. Zaten bir yönümüzle biz kendimizi birinci TİP hareketinin devamı olarak görüyoruz. İlk önce milletvekilleri olarak kendimizde bazı değişiklikleri uygulayacağız. Parlamenter ÖDP'liler katıldıkları oturum başına maaş alabilecekler. Ayrıca milletvekili maaşlarının asgari ücrete endekslenmesi için de önerge vereceğiz. Örneğin asgari ücret artışının yedi misli parlamenter maaşı artırılsın diyeceğiz. Böylece belki asgari ücrette yaşanan faciayı parlamenterler sonunda farkeder. Sonra ben seçilirsem ögretim üyeliğini bırakmak da istemiyorum. Bizce parlamenterlik bir iş bir meslek olarak algılanmamalı. Bunu meslek olarak yapanlardan hayır gelmediği de ortada zaten. Part time parlamenterlik yapabilir miyim, bunu araştırıyorum şimdi.
Dün (salı) tutuklanmışınız?
- Evet ilk kez geldi başıma böyle bir şey.
Êİlk kez mi, şaka ediyor olmalısınız!
- Vallahi. 16 Mart'ı protesto edeceğiz diye elime karanfilleri aldım. Tam anıta doğru gidiyorum, polis yanıma yaklaştı. Kendimi tanıttım, sadece çiçek bırakacağım dedim. Gayet efendi davrandılar, hatta buyrun arabayla götürelim dediler. Memnun oldum bindim, biniş o biniş. Beni Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler, gözaltına alınmışım. Tuhaf bir olaydı.
Eski tüfekler bu olaya bayağı gülmüşlerdir tahmin ediyorum.
- Bence de.
Eşiniz parti başkanı olmanızı pek istemiyormuş, bir yerlerde okudum.
- Evet başta karşı çıkıyordu ama şimdi kendisi Beyoğlu'nda belediye meclisine partimizden aday olacak kadar işin içine girdi.
Hayatınız birden çok değişmiştir herhalde.
- Ben klarnet çalarım. Müzisyen bir aileden geliyorum. Kızkardeşim operada flüt çalıyor. Bu keyfimi de şimdilik fazla yaşayamıyorum. Bu komşular için iyi oldu. Çünkü gürültü yapmama kızıyorlardı. Deep Purple'ı ilk dinlediğimde rock grubunda baterist olmaya karar vermiştim. Kısmet değilmiş!