Güncelleme Tarihi:
Türkiye olmak şahane bir şey. Küresel krizden neredeyse hiç etkilenmeyen ekonomi bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 11.7, ikinci çeyreğinde ise yüzde 10.3 büyüdü. Osmanlı İmparatorluğu yeniden doğmuşçasına Türkiye Suriye, Ürdün ve Lübnan’la vizeleri kaldırdı, şimdi de serbest ticaret bölgesi oluşturma yönünde adımlar atıyor.
Türkiye sadece kendi bölgesinde değil dünyada da etkili bir güç haline geldi. Ankara Avrupa Konseyi’nin bir sonraki dönem başkanı, Körfez İşbirliği Konseyi gözlemcisi ve ASEAN ile Mercosur’un yeni dostu. Dahası dünya da Türkiye’nin kapısından ayrılmıyor.
Geçtiğimiz hafta ben Ankara’dayken Sudan Dışişleri Bakanı da oradaydı. Fransızlar, Avusturyalılar ve Polonyalılar ülkelerine yeni döndü. Üst düzey Iraklı politikacılar düzeli olarak şehre geliyor. Türkiye diplomasi hizmetlerinin de net ihracatçısı haline geldi. ABD’yle ilişkilerden sorumlu Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Selim Yenel, “İlk kez bizden tavsiye istiyorlar” dedi.
Brezilya ve Güney Afrika benzeri diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye de bir zamanlar Batı’nın Soğuk Savaş’ta yanında olacağını bildiği bir devletti. Bütün bu ülkeler gibi Türklerin de artık başka kimseye ihtiyaç duymadıkları yönünde kendilerine güvenleri sonsuz. Dahası Türkiye, Brezilya ve Nijerya’nın hali hazırda, Güney Afrika ve Hindistan’ın ise önümüzdeki yıl BM Güvenlik Konseyi sandalyelerinde oturması çok merkezli dünya hakkında da bir fikir veriyor.
Ancak diplomatik açıdan Türkiye diğer bütün emsallerinden daha önemli. Zira Türkiye bu ülkeler arasında Ortadoğu’da yer alan tek Müslüman ülke. Dolayısıyla Türkiye’nin nasıl bir güç olacağı diğer ülkelerden daha önemli. Dünyanın gözünün üzerlerinde olduğunu bilen Türk diplomatlar laik, liberal ve sorumluluk sahibi bir d
Son dönemde yaşanan İran ve İsrail gelişmelerinin art arda yaşanması Türkiye’nin İran’ı dost, İsrail’i ise düşman gibi gördüğü yorumlarına neden oldu. Hatta New York Times yazarı Thomas Friedman Türkiye’nin İsrail’e karşı Hamas-Hizbullah-İran cephesine katılacağını yazdı.
Bence bu haksız bir suçlama. İsrail konusunda Ankara’da konuştuğum neredeyse herkes, hatta AK Parti’yi en sert dille eleştiren isimler bile, kamuoyunun Mavi Marmara baskını dolayısıyla duyduğu öfkenin boyutları düşünüldüğünde hiçbir hükümetin özür istemeden kamuoyunun desteğini arkasında tutamayacağını söyledi. İran konusuna gelince, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve ekibinin Batı’nın Tahran Deklarasyonu’nu memnuniyetle karşılayacağına inandığı ortada.
Yine de Türk yetkililer yükselen marka inancının zarar gördüğü ve ciddi bir tamirat gerektiğinin farkında. Yenel bana, “Dikkat çeken bir şeyler yapmak zorundayız” dedi. Hamas’ı Gilad Şalit’i serbest bırakmaya ikna etmek olabilir mi mesela?
Türkiye’nin Ortadoğu’yu ya da İslam’ı Batı’ya tercih ettiğini söylemek bir karikatürden öteye geçmiyor. Türkiye’nin başta Avrupa Birliği olmak üzere Batı kampına tam üye olma isteği hal itici bir güç. Ancak Türkiye aynı zamanda bazen birbiriyle çelişebilen birden fazla şey istiyor. Türkiye Batı, İsrail ve ABD hakkında şüphe duyan bir bölgede bölgesel güç, Lübnan’da Irak’ta ve başka yerlerde Sünniler için bir aracı, dünya genelinde gelişmekte olan ülkeler arasında bir güç odağı ve Batı’nın güvenilir bir müttefiki olmak istiyor.
Türkiye bu seçenekler arasında tercih yapmak zorunda kaldığında komşuluk ilişkileri öne çıkıyor, dolayısıyla da İran yaptırımları konusunda ‘hayır’ oyu veriyor. Örneğin bu hafta yapılan NATO füze kalkanı zirvesinde Davutoğlu böyle bir sistemin Türkiye’nin düşman olarak görmediği İran ve Suriye gibi ülkeleri hedef alacağı gerekçesiyle kalkanla ilgili şüphelerini ortaya koydu.
Türk yetkililer Batı’da politikaları olmasa da kamuoyunu belirleyen “evrensel değerleri” benimsediği konusunda ısrarcı. Ancak Ankara insan hakları konusunda Müslüman kardeşlerine bir nebze de olsa iltimas geçer gibi görünüyor.
Çin ve Hindistan gibi ülkelerin aksine Türkiye ihlalci rejimlerle ilgili savunmalarında “bağımsızlık” söylemlerine değil “Batı’nın” uluslararası hukuk söylemlerine başvuruyor. Aslında bu da bölgesel bir açmaza işaret ediyor. Ortadoğu’da lider olmak isterseniz insan haklarını çok fazla ciddiye alamazsınız. Ancak Türkiye’nin kendi demokrasisiyle ilgili de benzer sorunları var. Türkiye’nin demokrasisi henüz siyaset bilimcilerin deyişiyle “yerleşik” demokrasi kalıplarına uygun hale gelmedi.
Türkiye Batı’nın her yönden memnuniyetle karşılaması gereken bir başarı öyküsü. Ankara’nın Ortadoğu’ya sunduğu ılımlı ve müsamahalı çoğulculuk modeli sadece Türkiye’nin yumuşak gücüne değil, küresel barış ve güvenliğe de katkıda bulunuyor. Bu çok güçlü bir sicil. Ancak Türkiye sadece bölgesinin parlayan yıldızı olmakla yetinmiyor, dünya arenasında rol istiyor. Bu istek, Türkiye’yi, yarışan kimlikleri arasında bir denge tutturmaya zorlayabilir.
Foreign Policy dergisinde James Traub imzasıyla yayımlanan "All Roads Lead to Istanbul" başlıklı makaleden derlenmiştir.
Planet'i Facebook'ta takip etmek için:
http://www.facebook.com/#!/HurriyetPlanet
Planet'i Twitter'da takip etmek için:
http://twitter.com/HurriyetPlanet