Güncelleme Tarihi:
Dünya gündeminin nabzı Planet'te atıyor
Türkiye’nin Avrupa’da uzun ve inişli çıkışlı bir tarihi var. 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvuruyla başlayan süreçte, Avrupa Komisyonu’nun ilk başkanı Alman Hıristiyan Demokrat Parti’li Walter Hallstein, “Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır” demişti. Ancak maalesef bu görüş bugün Hallstein’ın partisindeki birçok kişi tarafından benimsenmiyor.
Türkiye Avrupa Birliği’ne ilk kez 1987’de Turgut Özal döneminde resmen başvurdu. Tam bir kabusa dönüşen 1990’lar bu başvuruda ilerleme sağlanmasını zorlaştırdı. Türkiye 1996’da Gümrük Birliği’ne girdi. Ancak o dönemde Doğu Avrupa’da liberalleşen ülkelerin AB’nin kapısında kuyruk olması ve Brüksel’in 1997 yılında 10’dan fazla yeni üye almama kararıyla Türkiye dışarıda kaldı.
Avrupalı liderler iki yıl sonra Türkiye’yi “aday ülke” ilan ederek kendilerini affettirmeye çalıştı. AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde AB üyeliğini bir amaç olarak ortaya koydu ve yaptığı reformlarla AB liderlerini Ekim 2005’te müzakerelere başlamaya ikna etti.
Ancak diplomasideki “ahde vefa” ilkesine karşın Türkiye’nin Avrupa rüyasında bu noktadan ileri gidilemedi. Almanya’da Hıristiyan Demokrat Angela Merkel, Fransa’da da Nicolas Sarkozy başa geçti. İki liderin de Türkiye’nin üyeliğine karşı olmasının yanı sıra Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerde de Türkiye’Ye karşı düşmanca bir kamuoyu oluştu.
Üç konu Türkiye’nin üyeliğini daha da zorlaştırdı: Birincisi Kıbrıs, ikincisi laik elitler ve genelkurmay ile AK Parti hükümeti arasında yaşanan siyasi çatışma, üçüncüsü ise 2008’de başlayan ve özellikle 2009’da Avrupa’yı etkisi altına alan ekonomik kriz. Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde müktesebatın 35 başlığından 18’i AB ya da üye ülkeler tarafından donduruldu. Dolayısıyla müzakereler de durdu.
Türklerin bıkkınlık içinde olması şaşırtıcı değil. Anketler Türkiye’de beş sene öncesine kıyasla AB karşıtlığının çok hızlı bir yükseliş içinde olduğunu gösteriyor. Hem Türkiye’in Başmüzakerecisi Egemen Bağış hem de Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle görüşmelerin rayında gittiğinde ısrarcı. AK Parti hükümeti ise reformları Brüksel’i memnun etmek için değil kendisi için yaptığını söylüyor. Bu mantıklı bir açıklama. Ancak önemli olan istikamet değil yolculuk olsa da gittikleri yere asla varamayacaklarına inanan Türkleri yolda yürümeye ikna etmek çok zor.
Öte yandan Bağış sürekli olarak Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacının arttığını, Türkiye’de ise durumun tam tersi olduğunu söylüyor. Aynı şekilde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da dış politika anlayışının Türkiye’yi Avrupa için daha değerli yaptığını söylemekten hoşlanıyor. Bu da haklı bir iddia ancak yine de iki noktada fazla abartılmış gibi.
Birincisi, yaygın söyleme karşın, AB’ye üyelik aslında hiç müzakere gerektirmiyor. Aday ülkenin 160 bin sayfalık müktesebatın her bir satırına uyum sağlaması gerekiyor. AB’nin Türkiye’ye daha çok ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış bir ifade, sanki ricacı olan Ankara değil Brüksel’miş imajını yaratıyor.
İkincisi Davutoğlu’nun sürdürdüğü gibi bir dış politika anlayışı AB’nin kendi dış politikasına ters düşebilir. Bu sadece İran yaptırımlarına hayır demek ya da İsrail’e karşı konuşmalar yapmakla sınırlı da değil. Türkiye’nin komşularıyla vizeleri kaldırması, AB’nin sınır kontrollerini artırma girişimleriyle çatışan bir adım.
Türkiye’nin üyelik sürecini yeniden rayına sokmak için yapılabilecek bir şey var mı? Bugüne kadar müzakerelere girip de üyeliğe kabul edilmeyen bir ülke olmadı ancak birçok ülke sorunlarla karşılaştı. Türkiye’nin üyeliği adına atılacak en iyi adım Kıbrıs sorununun çözümü olacaktır. Dahası Sarkozy’nin 2012 seçimlerinde koltuğunu kaybetme ihtimali de Türkiye için iyi bir haber.
Ancak sadece oturup beklemek yeterli olmaz. Açık Toplum Enstitüsü’nün Brüksel’deki analistlerinden Heather Grabbe’nin dediği gibi, tam üyeliği beklemeksizin Türkiye’yi bugün AB’nin dış politikasına ve güvenlik politikasına katmak bir başka çözüm yolu olabilir. Cengiz Aktar’ın gündeme getirdiği bir başka çözüm de 2023 yılının hedef tarih ilan edilmesi. Gündeme getirilen diğer öneriler Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda Türk vatandaşlarının ikinci sınıf üye olması anlamına geliyor. Ancak şu anki durum itibariyle kimsenin görüşmeleri durdurmasının anlamı yok.
Yine de bu da kendi sorunlarını beraberinde getiriyor. Sorunların ilki tarafların nasıl meşgul edileceği, ikincisi ise daha da önemli: Türklerin üyeliğe ilgilerini kaybetmemeleri için ne yapılacak?
Economist'in özel Türkiye dosyasında yer alan "A fading European dream" başlıklı haberden derlenmiştir.
Planet'i Facebook'ta takip etmek için:
http://www.facebook.com/#!/HurriyetPlanet
Planet'i Twitter'da takip etmek için:
http://twitter.com/HurriyetPlanet