Güncelleme Tarihi:
Dünya gündeminin nabzı Planet'te atıyor
Economist için bir ülkenin kavşakta olduğunu söylemek şaka gibi bir şey oldu ancak Türkiye için bu doğru bir tespit. Önümüzdeki bir ya da iki yıl Türkiye’nin nereye gittiğinin belirlenmesi açısından kritik önem taşıyor.
Ekonomi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar iyi durumda. Türkiye büyüme hızıyla Avrupa’nın en fakir ülkelerini yakaladı bile. Erdoğan hükümeti Türkiye’de reform adına Atatürk’ten bu yana gelen bütün liderlerden fazlasını yaptı. Önümüzdeki yıl yeniden seçilirse, anayasayı yazmaya yeniden başlayacak.
Ancak şüpheler de bu noktada devreye giriyor. Laik elitler Erdoğan’ın ve AK Parti’nin “ılımlı İslamcı” imajının ardında daha radikal istekler yattığı kaygısını taşıyor. İslanbul’un kafelerinde insanlar türban devlet kurumlarına girerse bir sonraki adımın İran olacağından endişe ediyor. Ancak AK Parti içinde, Erdoğan dahil neredeyse herkes dindar insanlar olsa da Türkiye demokratik, çoğulcu ve dindarlığın ciddi bir tehdit yaratmayacağı kadar modern bir ülke. Geçtiğimiz onyıldan alınacak ders şu: Laikler o kadar sık “kurt” diye bağırdı ki AK Parti’yle mücadelelerinin çoğunluğunu kaybetti.
Türkiye’de demokrasinin durumu düşünüldüğünde bu durum daha büyük kaygılar yaratıyor. AK Parti’nin lider kadroları, özellikle Erdoğan, son yıllarda bir hayli partizan ve eleştiriye kapalı bir görünüm çizdi. Bu durum Türkiye’de derin bölünmelere yol açtı. Eylül ayında yapılan referandumun sonuçları bu durumu çok net ortaya koydu.
Bu bölünmeleri aşabilmek için Erdoğan’ın yeni anayasa hazırlanırken muhalefetle işbirliği yapmak için bir yol bulması gerekiyor. Ancak Başbakan bu yönde hiç işaret vermiyor. Türkiye uzun bir süredir güvenilir bir muhalefetten yoksundu, ancak CHP’nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu boşluğu doldurabilir.
Türkiye’de uzun bir süre etkili olan tek parti rejimi hükümetleri etkisi altına alan yolsuzluklara tahammül kültürünün de yerleşmesine neden oldu. Parti liderleri temiz olabilir, ama çevrelerindeki çok insan öyle değil. Bir diğer sorun ise Erdoğan’ın medyada özgür bir tartışma ortamı oluşmasına engel olan otokratik tavrı. Erdoğan’ı eleştirmek için Putin’e benzediğini ifade edenlerin haklı olduğunu söylemek mümkün değil ama Türkiye’deki birçok gazeteci düşündüğünü söyleyemeyeceğini ya da yazamayacağını düşünüyor.
Türkiye yolsuzluk, otokratik liderlik yapısı ya da özgür basınla ilgili korkularla baş etmeye çalışan tek Avrupa ülkesi değil. Ancak şimdiden Türkiye’nin AB üyeliğine yüksek sesle karşı çıkan birçok isim olduğu için Brüksel’den gelen her eleştiri ya da ülke içindeki her siyasi gerginlik, üyelik umutlarına bir kez daha zarar veriyor.
AK Partililerin bir kısmı dahil birçok Türk, bunun önemli olmadığını söylemeye başladı. Türkler, AB’nin Türkiye’yi nasılsa kabul etmeyeceğine dolayısıyla Avrupalıların ne düşündüğünün de önemi olmadığına inanıyor.
Yine de doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye Ortadoğu ülkeleriyle ve hatta Rusya’yla dostluklar geliştirmiş olabilir ancak bir liberal piyasa ekonomisine sahip bir demokrasi olarak Avrupa karşısında gerçek bir alternatifi yok. AB’ye üye olma umutları daha uzun bir süre gerçek olmayabilir. Ancak Türkiye bu alanda bir ilk değil; İngiltere 12 yıl bekledi, İspanya ise dokuz yıl.
Bunun yanında Türkiye’nin sadece Brüksel bürokrasisi istediği için değil, kendi çıkarı için modernleşme adımlarını atmaya devam etmesi gerekiyor. Bu yolda devam ettiği sürece hem gelişmeye hem de önem taşıyan bir ülke olmaya devam edecek. Dolayısıyla önemini yitirmek istemeyen bir Avrupa Türkiye’yi dışarıda tutmakta zorlanacak.
Economist'in özel Türkiye dosyasında yer alan "In it for the long haul" başlıklı haberden derlenmiştir.
Planet'i Twitter'da takip etmek için:
http://twitter.com/HurriyetPlanet