Güncelleme Tarihi:
Dünya gündeminin nabzı Planet'te atıyor
Türkiye’nin üyeliğiyle başlayacak göç dalgasının AB’de gerginlik yaratacağı konusunda Rachman’a hak veren Joffe Türkiye’nin AB üyeline uzun bir süre için kabul edilmemesi gerektiğini savundu.
İşte Joffe’nin yazısından satırbaşları:
"Gideon Rachman Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyeliğiyle ilgili ikna edici bir teklif sundu: İşçiler ve göçmenler için hareket özgürlüğü olmasın.
Türkiye’den Batı’ya gitmek isteyecek fazla insan var ve makul insanların tepkiden uzak durmak istemelerine rağmen böyle bir dalga Narvik’ten Napoli’ye kadar gerginlik yaratabilecek durumda. Rachman’ın dediği gibi, “Özellikle Türkiye gibi Müslüman ülkelerden gelen kitlesel göç bazı Batı Avrupa ülkelerinde iç politikayı değiştirebilecek kadar tepki görüyor.”
Bu göçmen dalgasını sınırlandırmak öfkeyi ve sağcı popülistlerin siyasi kazançlarını azaltabilir ancak ortada başa bir konu var: Türkiye’nin Doğu’yla Batı arasında bir köprü olduğu söylemiyle sık sık üzeri örtülen jeopolitik tartışmalar.
Bugüne kadar Avrupa Birliği hiçbir zaman “Roma İmparatorluğu sendromu”yla yani ülke topraklarının genişlemesinin yarattığı stratejik çatışmalarla karşı karşıya kalmamıştı. AB ilk genişleme dalgasıyla İngiltere, İskandinavya ve Avusturya’yı üyeliğe kabul ettiğinde, istikrarlı demokrasilere sahip olan pasifleştirilmiş, hatta pasifist toplumları bünyesine katmıştı. (İspanya ve Portekiz bu konuda birer istisna olabilir.)
Ancak Türkiye farklı. Ülke içinde demokrasi henüz gerekli sınavlardan geçmedi. PKK ile mücadele de ne ülke içindeki sükuneti ne de hukukun üstünlüğü prensibine duyulan saygıyı artırıyor. Dışarıdan bakıldığında AB Türkiye’yi kabul ettiği anda yıllardır uzakta tutmayı başardığı Suriye ve İran gibi ülkelerle bir anda komşu olacak. Bu Avrupa’nın yutabilmesi için çok büyük bir lokma.
Erdoğan’ın dış politika anlayışına gelirsek. Geçmişte Ankara Batılıları öfkelendirecek tavırlar göstermemişti ancak bugün Ankara Doğu’ya yönelerek Şam ve Tahran’la mantık evlilikleri yapıyor.
Yeni strateji Türkiye’yi Avrupa’nın gözünde daha popüler hale getirmeyi amaçlayan “ya alırsınız ya başkasına gideriz” hamlesi değil. Bu gelişmeler Türkiye’nin yeni bir hedefi olduğunu gösteriyor. Mısır neredeyse tamamen oyunun dışında kalır, Suudi Arabistan ise İran korkusuyla titrerken, Sünni-Arap dünyasının liderliği ortada kaldı.
Eğer ABD ayrıldıktan sonra Irak parçalanırsa Türkleri Kürtlerin yoğunlukta olduğu Kuzey Irak’ın güvenliğini sağlamak isteyeceklerdir. Bu girişim bir değil iki kazancı beraberinde getiriyor: Bol bol petrol ve PKK’nın sığınaklarının ortadan kaldırılması. Uzun vadede Türkiye’nin Arap dünyası üzerinde kontrol sağlama hedefleri İran hedefleriyle çatışacak.
Böyle bir gelişme kaçınılmaz değil ancak mantıklı. Eğer öyleyse AB Türkiye gibi sınırda olan ve ciddi sorunlar yaratabilecek bir ülkeyi kabul etsin ki? Sakin ve içe dönük bir yer olan AB sınırlarının içinde ve dışında düzeni dayatabilecek gerçek bir imparatorluk değil. AB’nin sistem istikrarın varlığı üzerinde yürüyor. AB büyük hedefleri ya da stratejisi olmayan “örnek bir imparatorluk”.
AB İspanya’da ve Portekiz’de, Çek Cumhuriyeti’nde ve Bulgaristan’da sükuneti sağlayabildi. Ancak bunlar gözünü Avrupa’dan gelecek yatırımlara dikmiş yorgun ülkelerdi. Brüksel’in kuralları altında yaşamak bu ülkelerin işine geliyordu. Ancak Türkiye deyim yerindeyse biraz fazla uzun bir köprü.
Haydi Türklere bütün ticaret ve yatırım ayrıcalıklarını verelim. Türklerin Avrupa’yı evleri olarak görecekleri gün için onlara da bir yatak ayıralım. Ancak bunu şimdi, hatta bir nesil boyunca yapmayalım. Olaya şuradan bakın: 11 milyonluk minik ülke Yunanistan, 1981’de AB’ye üye olduğunda hazır değildi, hala da değil. Türkiye’nin nüfusu 72 milyon."
Bu haber Financial Times'da yayımlanan "Turkey is a bridge too far for Europe" başlıklı yorumdan derlenmiştir.
Planet'i Facebook'tan takip etmek istiyorsanız:
http://www.facebook.com/#!/HurriyetPlanet
Planet'i Twitter'da takip etmek istiyorsanız:
http://twitter.com/HurriyetPlanet