Güncelleme Tarihi:
13 dakikalık filmde, Sultan Vahdeddin Sevr Anlaşmasını zaman kazanmak için kabul ettiğini anlatırken, İstanbul'dan ayrılış gününde ağlamasına dikkat çekiliyor. Sonart Medya’ya yaptırılan filmin yönetmen ve yapımcısı Ahmet Nesim Şahin. Senaryosunu Meltem Kımız Şener ile Nejat Şener’in yaptığı filmin, müzikleri ise Serkan Akgün’e ait.
“Dünü hatırlamak bugünü anlamaktır- Türk Tarih Kurumu”, yazısıyla sona eren film hakkında tarihçiler ise şöyle diyor:
SOFUOĞLU: “DOĞRU BULMADIM”
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Adnan Sofuoğlu, Türk Tarih Kurumu’nun böyle bir film yaptırmasını çok gerekli bulmadığını, başka meseleler varken bunun yapılmasını doğru bulmadığını söyledi. Filmde tek bir konunun, Vahdeddin’in ayrılışının genel olaylardan soyutlanarak ele alındığını belirten Sofuoğlu, Milli Mücadele tarihine vakıf olmayan bir vatandaşın bu filmden, o döneme ilişkin bir fikir edinemeyeceğini vurguladı.
“Evet, Mustafa Kemal Paşa’yı devlet başkanı olarak, 3. Orduyu denetlemekle görevlendirmişti. Karadeniz’de Rum Pontus, Doğu vilayetlerinde Ermeniler dolayısıyla büyük sorunlar vardı; bu nedenle de müfettiş olarak yetkileri diğerlerinden daha genişti. Ama burada resmi görevlendirme Milli Mücadele’yi başlatması için değildi” diyen Sofuoğlu, Sevr Anlaşmasının ise zaten Sultan Vahdettin tarafından imzalanamadığına dikkat çekti.
“Saltanat Şurası toplanarak Sevr’in imzalanması için bir heyet oluşturuldu ve Paris’e gönderildi. Osmanlı Anayasası’na göre anlaşmanın önce Meclis’ten geçmesi sonra da padişah tarafından onaylanması gerekiyordu. Ama Meclis dağıtılmıştı. Dolayısıyla da padişah imzalayamazdı. Zaten hiç kimse Sevr-i gönülden imzalamamıştır. Damat Ferit Paşa hükümeti imzalamıştır ama Ankara bunu kabul etmemiştir” dedi.
Sofuoğlu, böyle bir filmi çok gerekli bulmadığını, başka meseleler varken bunun yapılmasının doğru olmadığını söyledi. “Türkiye’nin geçmişten günümüze önemli sorunlarıyla ilgili belgeseller, filmler yaptırılabilirdi. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nda cepheler ya da bizi töhmet altında bırakan ama gerçekte öyle olmayan Ermeni meselesine dair belgeseller yapılabilirdi” diye konuştu.
"SİYASİ KURGU OLMUŞ..."
Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimi Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu, böyle bir film yapmanın Türk Tarih Kurumu'nun işi olmadığını vurguladı. Erdoğdu, "Bu bir kurgu. Bunun ismi, fiction historical novel, yani gerçeklere dayanmayan tarihsel kurgu. Tarihsel bir hikayecik. Gerçeklerle bire bir örtüşen bir film değil" diye konuştu. Filmi, "Bu dönemin resmi tarihi" olarak nitelendiren Erdoğdu, "Daha önce de başka bir resmi tarih vardı. Bu da bu dönemin resmi tarihi. Bir anlamda, resmi tarihlerin çarpışması. Siyasi bir film olmuş" dedi.
"VAHDETTİN'İN İNGİLİZLERE SIĞINMA GEREKÇESİ GERÇEKLERE DAYANMIYOR"
Filmde, Padişah Vahdettin'in İngilizlere sığınma gerekçesinin "bilimsel gerçeklere dayanmadığını" vurgulayan Erdoğdu, "filmdeki sığınma gerekçesi kurgu. Milli Mücadele başından itibaren Saltanatı ve Hilafeti koruma amacı taşıyordu. Bu Atatürk'ün Samsun'a çıkışından itibaren, Amasya, Sivas, Erzurum, tüm kongrelerde dile getirildi. Yani Padişah'a "biz seni korumak için mücadele ediyoruz" mesajı verildi. Vahdettin buna rağmen İngilizlere sığındı. Sığınmanın sanki Padişah'ın mücadeleye katkısı gibi gösterilmesi yanlış" dedi.
"SEVR'İ İSTANBUL HÜKÜMETİ İMZALADI, ANADOLU KARŞI ÇIKTI"
Milli mücadelenin esnaf, ulema, halk, mutasavvıf şeyhler, askeri ve sivil bürokrasi tarafından hep birlikte verildiğine, milletin tümünün verdiği bir mücadele olduğu için adının "Milli Mücadele" olduğunu, bunun bir "ölüm-kalım mücadelesi" olduğunu da hatırlatan Erdoğdu, "İstanbul hükümeti Sevr'i imzaladı. Millet ise, Sevr'e karşı mücadele verdi. İstanbul hükümeti yenilgiyi kabul ederken, Millet elimizdeki her şeyi kaybetme pahasına, mücadele ederiz, dedi. Dolayısıyla, filmde Sevr'in zaman kazanmak için imzalanmış gibi gösterilmesi kurgudur. Siyasi bir kurgudur" dedi. Filmin, belgesel değil, bir 'romancık, tarihçik' olarak nitelendirilebileceğini kaydeden Erdoğdu, "Çok büyük boşluklar var" dedi.
"ÇOK DRAMATİK, GERÇEKLERİ YANSITMIYOR"
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Öğretim Üyelerinden Doçent Dr. Bahri Ata'nın değerlendirmesi ise şöyle:
"Türk Tarih Kurumu Başkanı'nın, on o beş dakikalık eğitici filmler hazırlanması gerektiği görüşüne katılıyorum ama 100 filmlik bu serinin çekişmeli, tartışmalı konularla başlamasını doğru bulmuyorum. Çanakkale, Sarıkamış, Yemen gibi konularla başlayabilirdi.
Filme gelince, film tarihi dokümanlara dayanarak hazırlanmış; örneğin ilk sahne Atatürk'ün Padişah Vahdettin'le son görüşmesini anlatmak için, General Charles H. Sherrill'e çizdiği krokiden alınmış. İkinci sahne ise Vahdeddin'in anılarından alınmış ama 1919-1922 yıllarında neler olduğuna hiç değinilmemiş. Düzce ve Bolu isyanları yok örneğin, bu isyanlarda padişahın tavrı, rolü neydi? o isyancıların elinde top vardı; alelade bir isyan değildi; arkasında saray tarafından görevlendirilmiş subaylar vardı. Bu bir çeşit Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki savaşa benzer. Örneğin bu yok.
Bu film Vahdeddin'in görüş açısıyla yapılmış. Ama Vahdeddin'in 13 Mart 1924 tarihli ABD Başkanı Coolidge'e San Remo'dan yazdığı mektuba yer verilseydi daha nesnel bir film olurdu. O mektubunda Vahdeddin, meşru iktidarının gasp edildiğini ileri sürer, Milli Mücadeleye, Atatürk'e bakışını anlatır. Film genel olarak çok dramatik, gerçekleri yansıtmıyor. Tarih, siyah ya da beyaz değildir; gridir, bütün renkleri barındırır. Bu film Vahdeddin bakış açısıyla yapılmış.
Evet, artık öğrencileri sınıfta tutabilmek çok zor; bunun için tarihi de eğitici kısa filmlerle anlatmalıyız. Türk Tarih Kurumu da herkesin hem fikir olduğu konularla başlamalı"
"BU BİR İNTİHAR, DENİZE ATLAMAK YERİNE İNGİLİZ GEMİSİNE ATLAMIŞ; GÜNAH ÇIKARMIŞ"
Doçent Doktor Bülent Arı, filmi heyecan verici bulmadığını, filmde padişahın kim olduğunun belli olmadığını söyledi. Mabeyn başkatibinin padişahın tepesinde tahakküm edici bir şekilde durduğunu, saray protokol kurallarına uyulmadığını belirtti.
Vahdeddin için İngilizler'e sığınmayı siyasi bir intihar olarak düşünmek gerektiğini belirten Arı, şöyle konuştu:
"Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler'e karşı savaşıyoruz, yeniliyoruz, İstanbul'u işgal ediyorlar. Vahdeddin saltanatı kaybedince onlara sığınıyor.
Bu ızdırap verici bir durum ve filmde bu çaresizliği görüyoruz. Bir anlamda Vahdeddin'in günah çıkarışı. Bunu bir siyasi intihar gibi düşünebilirsiniz. Yıldırım Beyazıt'ın intiharı gibi; denize atlayacağına İngiliz gemisiyle gidiyor. Anadolu hareketi başarılı olunca bir anlamda huzur içinde gidiyor. Ama bir intihar tabii. Çok yaşamıyor zaten. Yanında hemen hemen hiçbir şey götürmüyor. Filmde bu çaresizlik ve hüzün var. Hatıralardan alınarak hazırlanmış bir film, çok dramatize edilmiş,
MHP'Lİ HALAÇOĞLU: "VAHDEDDİN HAİN DEĞİLDİR"
Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından ve MHP Grup Başkanvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu filmin tarihi gerçeklere bağlı kalınarak hazırlandığını ancak başlangıç noktasının yanlış olduğunu söyledi. Sultan Vahdeddin için 'hain midir değil midir' tartışmasına işaret eden Halaçoğlu, "Hayır, hain değildir. Mustafa Kemal'i fevkalade yetkilerle Samsun'a gönderiyor. Evet, İngilizler'in onayını alıyor ama niye gönderdiğini biliyor. Zaten bir hafta sonra da İngilizler'den 'yanlış adam göndermişsiniz, derhal geri çekin' yazısı alıyor ama o direniyor. Elimde Mustafa Kemal'in kendisine gönderdiği telgraflar var. Yaptıklarını rapor ediyor ama İngilizler'in baskısına daha fazla dayanamayan Vahdeddin, 'vatanı kurtarma çabanız ve aşiretleri teşkilatlandırmanız İngilizler'in hoşuna gitmiyor. Derhal İstanbul'a çağrılmanız isteniyor, diye telgraf gönderiyor. Yani bunu istemeyerek gönderdiği aşikar" dedi.
Halaçoğlu, Damat Ferit Hükümeti'nin Mustafa Kemal'in askeri tüm nişan ve madalyalarının alınması kararına karşın; daha sonra kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin padişah adına bu madalyaları geri verdiğini vurguladı. 24 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in idam fermanı çıktığını ama bunun altında çok dikkat çekici bir cümlenin yer aldığını belirterek, "Yakalandığında tekrar muhakeme edilmek suretiyle, diyor. Yani görüldüğü yerde vurulması değil, yeniden yargılanmasına hükmediyor" dedi.
Ancak Halaçoğlu, Vahdeddin'in en büyük hatasının ülkesini işgal eden bir devlete, İngiltere'ye sığınmasını kabul edemediğini belirterek, "Ben olsaydım, kellemi de kesseler topraklarımı işgal etmiş bir ülkeye sığınmazdım. İngiltere'ye sığınmasını hazmedemiyorum" dedi.