Söyleşinin yapıldığı yıllarda muhtemelen haklıydı Attilá İlhan. Hatta İlhan'ın yorumunu, hayli farklı açılardan destekleyenler de vardı. Söz gelişi polisiyedeki zayıflığımızı, Osmanlı'da şövalye geleneğinin olmamasına, toplumsal mirasımızda düellonun bulunmamasına, bunun yerine pusu kurmayı tercih etmemize bağlayanlar bile vardı. Ne var ki, son zamanlarda durum tersine döndü. Hayır, birdenbire şövalyeler üretip puslu ormanlarda düello düzenlemedik. Ama kitapçı vitrinlerindeki Türk polisiyelerinde belirgin bir artış var. Pek çok yeni isim edebiyata ilk adımını bu türle yaptı. Üstelik, polisiye yazarlar arasında kadınlar ön plana çıktı. Ne oldu da polisiye böyle rağbet kazandı? Yeni polisiye yazarlardan bazılarına sorduk.
Polisiye popüler kültürün parçasıdır ama bu sanat değildir anlamına gelmez1 Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada kitap okuru sayısında bir artış var. Kitlesel eğlence çeşitleri olan TV, sinema ve müziğin kalitesi düşüyor. Bir de, insanların gerçeklerden kaçmaya eskisinden daha çok ihtiyaçları var. Polisiye gibi popüler romanlar da bu kaçışı kanıtlıyor.
2
Eğlence için okuduğum kitapların büyük kısmı polisiye. Doğal olarak aynı konuda yazmaktan da aynı derecede zevk alacağımı düşündüm. Ayrıca popüler kültür ilgimi çok çekiyor ve polisiye en ilginç örneklerden birisi.
3 Pop müziği eleştirip analiz etmek nasıl absürdse, aynı şey polisiye için de geçerli. Daha önce de belirttiğim gibi, polisiye popüler kültürün bir parçasıdır. Bu, polisiye sanat değildir anlamına gelmiyor elbette. Ama sadece 'alçak sanat'tır ve 'yüksek sanat' gibi kalıcı bir özelliği yoktur.
Polisiye yazdığımı öğrenince hoşgörüyle gülümsüyorlar1 Türkiye'de son iki yılda, polisiye yazınında hızlı bir üretim aşamasına geçildiği malum. Aslında geçende Ahmet Oktay'ın yazı konusu yaptığı gibi, sadece polisiyede değil, genel olarak roman yazımında bir patlama yaşanıyor galiba. Polisiyenin tür olarak yüzeysel ele alışlara, dilde çalakalemliğe, üslupta disiplinsizliğe daha hoşgörülü bir tür olarak algılanması da tercih edilmesinde rol oynuyor olabilir. İnsan ilişkilerinde, gerek özel gerek kamusal alanda her türlü hukuksuzluğun yaşamın en ince ayrıntısına kadar kendini hissettirdiği bir toplumda insanlar elbette arada bir silkinip yeniden uyumaya başlamadan önce suçlunun yenilgisini isteyeceklerdir. Gerçekte olamayanı kurguda oldurmaya çalışmak bu bir bakıma. Polis-mafya, mafya-devlet ilişkilerini, devlet-birey ilişkilerini, şiddetin arka sokaklarını, insanın karanlık yüzünü, korkumuzun elverdiğince sorgulamaya çalışıyoruz.
2 Beni polisiye yazmaya yönelten sebepleri anlatabilmem için uzanabileceğim bir kanepeye ihtiyacım var. Belki bu sayede ben de bilebilirdim nedenlerimi! Şaka bir yana, kuytuluğu seven biri olarak oralara bakmayı, izdüşümlerini insanın durmaksızın değişen yüzlerinde okumayı, tesadüflerin izini sürmeyi, ayrıntıları, hele hele portreleri oldum olası sevmişimdir. Ama bir türün içine hapsolmaktan çok da hazzetmiyorum. Onun kalıplarını zorlamayı seviyorum. İkinci kısa romanım böyle bir çabanın ürünü.
3 Polisiyenin edebi türler içinde üvey evlat muamelesi gördüğüne ilişkin kanı, bir roman yazdıktan sonra benim için de geçerli hale geldi. Roman yazdığımı duyunca ilgi gösterenlerin çoğu, ille de tür adı isteyip ‘‘polisiye’’ olduğunu duyunca tebessümle hoş gördüler. Benim asıl canımı sıkan, bu alanda cahil kalmış okur değil, eleştirmen kesimi. Pek çok saygın isim, polisiye roman söz konusu olduğunda dilsiz kesiliyor.
Kadın dedektifler artık silah kullanabiliyor, internetle içiçe1 Amerika'da da, İngiltere'de de her zaman gözdeydi polisiye. Polisiye romanlarda, 1930'lardan 1960'lara kadar kadın dedektifler ve kadın kahramanlar boy gösterdi. Fakat bunların hepsini aşan tek bir isim oldu. ‘‘Miss Marple.’’ Agatha Christie'nin 1930'larda ortaya çıkardığı 60 yaşlarındaki akıllı tonton kadın. Son 10 yılda kadın dedektifler de çağa uygun olarak değişime uğradılar tabii. Onlar şimdi daha analitik zekálı, silah kullanabilen, netle içiçe kadınlar. Ben her tür roman okurum. Fakat bana en çok heyecan veren hep polisiye oldu. Okumayı sevdiğim tarzı yazmayı da seviyorum. Biraz da İngiltere olsa gerek. İlk gençliğimde çok gizemli gelirdi bana. Karlı ve yağmurlu havasıyla, kurşunî bulutlarıyla ve elbette Yorkshire'ın ‘‘Uğultulu Tepeleri’’yle.
2Polisiye yazımı pek kolay olmayan, çok katı kuralları olan bir tarz. Aksiyonu hızla ortaya sürmek zorundayım ve kahramanlarımın tüm duygularını ortaya çıkarmam da gerekli. Roman boyunca asla haksızlık edemem ve taraf tutamam. İnanılır olmakla beraber, bunun bir hayál ürünü olduğu çizgisinde de sürekli kalmak zorundayım. Bir aşk romanının yarısında fikir değiştirebilirsiniz ama polisiyede, okuyucuya ilk sayfada ne sunduysam, son sayfaya kadar sadık kalmak zorundayım. Her yazdığım satırın 320 sayfa sonraki etkisini de düşünüyorum.
3 Bence polisiye tam tersine, üstüne titrenen bir evlat. Benim İngiltere'de tahsil gördüğüm ilkgençlik yıllarımda da, ABD'deki 20 yıllık yaşamım boyunca da, polisiye romanlar daima liste başıydı. 50 bin polisiye roman ve herbirinin en az 10 bin okuyucusu var. 500 milyon okuyucu! Neticede, öteki yazı türlerinin ne altında, ne de üstünde. Sadece kendine has bir tarzla edebiyatın tam merkezinde yer alıyor.
İlk kitabımda maktul Alman'dı, şimdi sıra hayatı çekilmez kılan Türkler'de1 Yayımlanan telif eserlerin sayısında bir artış var Türkiye'de. Bu, polisiyeye de yansıyor. Romanın da tür olarak Türkiye'ye gecikmeli girmesi gibi, Batı'da, özellikle Amerika'da 1900'lerden beri rağbet gören polisiyenin sevilmesi biraz geç oldu. Şimdi, Türkiye'de ‘‘son yıllarda’’ polisiyenin okunması ve hatta yazılması ile bu bilgi arasında bir koşutluk kurulabilir mi? Bence evet. Ekonomik gidişatın sonucu -ya da nedeni- olarak şiddet ve bir yığın pislik Türk toplumunun gündelik hayatına girdi. En zekice kurgulanan polisiyeleri gölgede bırakacak üçkağıtlar, rüşvet senaryoları, yalan dolan, mide bulandıran siyasetçiler de cabası. Bu ortamda zavallı bir Türk yazarın ne yazması bekleniyor, aşk şiiri mi?
2‘‘Bütün bayanlar çiçektir’’ önermesinin öznesi olan kadınlardan biri değilim. Bir çiçeğin aklının ucundan geçirmeyeceği şeyleri, adam öldürmeyi falan hayal edebiliyorum örneğin. Gerçek hayatta cinayet işleyemesem de, romanlarımda bana kötülüğü dokunanları öldürebilirim hiç olmazsa, diye düşündüm. İlk romanımda maktul bir Alman'dı. Şimdilik Almanlarla ödeştim. Sıra, hayatı çekilmez kılan Türklere geldi. İkinci kitapta maktul İstanbul otopark mafyasından biri. Kötüler öldürmekle biter mi diye soruyorsanız, onuncu kitabımdan sonra yanıtı hep birlikte öğreneceğiz.
3 Türkiye'de polisiyenin küçümsendiğinin, yeterince entelektüel bulunmadığının farkındayım. Maalesef Türk edebiyat álemi dünyaya, değişmelere açık değil. Polisiye, birinin birini öldürmesinden ibaretmiş, koca bir roman boyunca da katil aranırmış gibi algılanıyor. Oysa polisiye hem son derece siyasi, hem de düzen karşıtı bir tür. Polisiyenin bir cinayet ya da muamma çözümüne indirgenmesi, polisiyelerdeki toplum eleştirisinin görmezden gelinmesi yanlış. Ayrıca, edebiyat türleri kalın çizgilerle ayrılmıyor ki birbirinden. Polisiyenin muazzam başarısı, bence polisiyeyi edebi bir tür olarak küçümseyenlere verilen en iyi yanıt oldu.
Mike Hammer ve Dedektif Nik'le çocukluğumda tanıştım1 Polisiyede de arz talep yasası işliyor. Son yıllarda yüksek reyting alan diziler, gişe yapan
filmler, çok satan çeviri romanlar, Stephen King'ler, Patricia Cornwell'ler, Clive Cussler'lar, Grange'ler, John Le Carre'lar Türkiye'de de kendi türdeşlerini yaratmaya başladı. Elbette Türkiye'nin toplumsal yapısındaki evrilmeler, yeni yaşam tarzları, yüksek tempolu, dinamik kentli yaşamının yaygınlaşması ve yüzümüzün her şeye karşın Batı'ya daha dönük hale gelmesi, bu talebi körükledi. Toplumsal yaşamdaki değişmeler ‘‘suç’’ların da niteliklerini değiştirmeye başladı. Organize suçlardaki, planlı cinayetlerdeki artış, ekonomik suçların ön plana çıkması, hatta mafyanın kabuk değiştirmesi etkili oldu.
2 Daha çocukluğumda Mike Hammer'la, James Bond'la, Sherlock Holmes'la başlayan bir ilgi ve serüven. Ve elbette Hürriyet Gazetesi'ndeki ‘‘Dedektif Nik.’’ İlgi alanımdaki bu türde yazmak zaten benim için bir idealdi. Ama belirtmek istediğim en önemli şeylerden biri de şu: Polisiye benim için aynı zamanda anlatmak istediklerimi söyleyebilmek konusunda bir araç. Ben ‘‘Kod Adı Majestik’’te sıradan bir polisiye olayı anlatmıyorum. Gündemimizdeki en önemli konulardan biri olan siyaset-ticaret-mafya ilişkisini, varoluş nedenleriyle birlikte irdelemeye çalışıyorum. Onun için ben yazdığım türü ‘‘toplumsal polisiye’’ olarak adlandırıyorum.
3 Edebiyatçılar polisiyeyi sanatsal bir tür olmaktan çok bir zanaat gibi görme eğiliminde. Ama unutmasınlar ki iyi bir polisiye yazarında, bir romancıda bulunması gereken niteliklerin yanında, bir de yüksek ve keskin zeká gereklidir. Ben yazmaya çok genç yaşlarda şiirle başladım. Suyun başında o günlerde kimler varsa, bugün de onlar var. Ve onların günümüzün dinamiklerini anlayabilmeleri mümkün değil.
Kertenkele Uykusu, Nihan Taştekin (Oğlak)
Kitapçı Dükkánı, Esmahan Aykol (Everest)
Rüzgár, Kan ve Kelebek, Ayşe Akdeniz (Doğan)
Siyah Beyaz, Birol Oğuz (Oğlak)
Kayıp Adada Cinayet, Hasan Doğan (Oğlak)
Bir Irkçının İhaneti, Rıdvan Akar (Doğan)
Matruşka, M. Metin Kaplan (Timaş)
Kod Adı Majestik, Ender Sevinç (Doğan)