Güncelleme Tarihi:
Dünyanın dört yanından gelen gönüllü askerlerin arasına karıştık ve...
İki üç gün sonra İçişleri Bakanlığı'na gittiğimizde umutluyduk, bizi cepheye göndereceklerdi. Dures'e gitmemizi söylediler. Dures, Arnavutluk'un kuzeybatısında, Tiran'a otomobille normal koşullarda 6-7 saat, kötü yol koşulları nedeniyle 10-12 saat uzaklıkta bir liman kenti.
Limanda ilginç bir görüntü vardı; Avrupa'dan, Amerika'dan, Avustralya'dan, yani dünyanın dört bir yanından Arnavut asıllı insanların gelip gönüllü olarak UÇK askeri oldukları yerdi. Uçaklarla, feribotlarla Dures'e ulaşanların aralarında Arnavut olmayanlara da rastlanıyordu.
Gönüllüler UÇK'nın ‘‘Kayıt Merkezi’’ne başvuruyor, ‘‘kendi iradesiyle’’ savaşa katılmak istediğini belirten bir yazı yazıyor ve form dolduruyor. UÇK gönüllü askeri olabilmek için askerlik yapmış olmak şart. Ancak gönüllüler yine de kuzeyde Kosova-Arnavutluk sınırında bulunan bir kampta iki-üç hafta askeri eğitimden geçirildikten sonra cepheye gönderiliyorlar.
Bugüne kadar kaç gönüllü askerin geldiğine dair kesin bir bilgi yok. Ancak yüzlerce denebilir. O gün biz de en az 200 kişinin kayıt bürosu önündeki kuyruğa girdiğine tanık olduk.
MÜLTECİLER VE GAZETECİLER
Limanda bir gün kaldık. Kayıt bürosunun yetkilisi Halim'le görüştük. Halim, savaşmak isteyenlerin kayıtlarını alan komutan. Bizim gibi pek çok gazeteci Kosova'ya girebilmek için ona başvuruyor. Çoğu kayıt bürosuna sokulmuyor bile...
Halim'in yönlendirmesiyle bu kez de Kukes'e doğru yola çıktık. Kukes de Arnavutluk'un bir sınır kenti. Kosova'ya 30 kilometre uzaklıkta. Orada da çok sayıda mülteciye ve 200 kadar gazeteci ve televizyoncuya rastladık. Tüm gazeteciler de bizim gibi Kosova'ya girmek istiyordu ama hiçbirine izin verilmedi.
ARTIK KOSOVA'DAYIZ
Bu kez Kukes'teki UÇK sorumlusunun yanındaydık. Adı Gani Süla. Basınla ilişkileri ayarlıyor. Tabii ona ulaşmak çok kolay olmadı. Sonunda bir basın toplantısının ardından önüne çıktık ve Türkiye'den geldiğimizi, cepheye gitmek istediğimizi anlattık. Memnuniyetle yardımcı olacağını söylüyordu ama ardından aynı cevap geliyordu: ‘‘Kosova'da durumunu çok kritik. Çatışmalar giderek şiddetleniyor. Hava şartları da durumu güçleştiriyor. Kısaca gitmeniz imkansız!’’
O da birkaç gün daha beklememizi söyleyince, bir haftamızın cepheye gitmek için beklemekle geçtiğini düşündük. Artık kendi başımıza birşeyler yapmalıydık. Sonunda cepheye giden askerlerin arasına karışmaya karar verdik.
Tam da düşündüğümüz gibi oldu. Kukes'ten kuzeye, Kosova'ya giden bir askeri konvoyun arasına karıştık ve sınıra ulaştık. Yolculuğumuzun bir saati otomobille, beş altı saati ise yürüyerek gerçekleşti. Sınırı da yürüyerek geçtik. Artık Kosova'daydık.
Yol boyunca askerler bize çok iyi davrandılar. Zaten her yerden bir tanıdık çıkıyordu. Kimi çocukluk arkadaşımdı, kimiyle aynı okulda okumuştuk. Şimdi cepheye, savaşmaya gidiyorlardı.
Bizi UÇK'nın Yugoslav Ordusu'ndan ele geçirdiği Koşara Sınır Bölgesi'ndeki karakola yerleştirdiler. Niyetimizi anlamışlar ve stratejik olmayan yerlerde fotoğraf çekmemize izin vermişlerdi. Hatta, orada kaldığımız beş gün boyunca, kimi zaman stratejik dedikleri yerlerde bile çekim yaptık.
MOBİL HASTANE İHTİYACI
Komutanın oturduğu eski evde misafirdik artık. Çoğu Türkiye'yi seviyor, bize de haberlerini doğru bir şekilde ulaştıracağımızı düşündükleri için çok yardımcı oluyorlardı. Komutan, en fazla ihtiyaç duydukları şeyin mobil bir hastane olduğunu söyledi. Bu konuda bir an önce yardım istedi. Çünkü yaralıların çoğu, hastaneye yetiştirilemeden kan kaybından ölüyordu.
Burası kurtarılmış bir bölgeydi. Ancak Kosova'ya birkaç kilometre girebilmiştik. Daha ileri gitmek istiyorduk, ısrar ettik. Komutan Yünik'e yakın Rasa dağına kadar gidebileceğimizi söyledi.
Bu dağ Sırp keskin nişancıların mermilerinin ulaşabildiği bir yerdi. Can güvenliğimiz yoktu. Ayrıca, Sırplar tarafından sürekli bombalanıyordu. Dolayısıyla sadece ikinci cephede çekim yapabilecektik. Birinci cephe çok şiddetli çatışmalara sahne oluyordu, oraya gitmemize hiç izin vermediler. ‘‘Ya ölürsünüz ya da yaralanırsınız, o zaman da hem size yazık olur, hem de misyonununuz yarım kalır’’ dediler: ‘‘Halbuki bizim size ihtiyacımız var.’’
MİSAFİRPERVER ASKERLER
Beş gün kaldım Kosova cephelerinde. Hayatımda en çok yaralı ve ölüyü o günlerde gördüm. Daha doğrusu, daha önce hiç görmemiştim. İlginç bir deneyimdi.
Cephede bizi çok iyi karşıladılar. Türk kekleri ve konserveleriyle, sütleriyle besleniyorlardı, bizi de beslediler. Çok misafirperver davrandılar.
Eski ahır gibi bir barakada uyuduk. Sırpların göremedikleri, ağaçlarla kaplı, dağın yamacında, güvenli bir yerdi. Ancak bombardıman zamanlarında içerisi görülmesin diye yastıklarla kapatıyorduk pencere gibi kullanılan aralıkları.