<b>Cüneyt ÜLSEVER</b>
Oluşturulma Tarihi: Ekim 04, 2004 15:00
Türkiye Cumhuriyeti; yukarıdaki sorunun cevabını samimi bir şekilde vermez ve bana göre bariz:
-Hiç değil!, cevabı ile yüzleşmez ise, siyaseten Türkiye’yi almak zorunda hissetseler dahi; ya bizi AB kapısında yıllarca oyalayacaklar; ‘Onlar almış gibi yapacaklar, biz de girmiş gibi yapacağız!’, ya da sonu hüsranla biten bir maceraya atılacağız.
Biz İstanbul’u Anadolu illerinin kötü kopyalarından oluşan bir eklektik şehir yaptık. İstanbul’u bugün (misal) 32 adet Sivaslılar, 29 adet Yozgatlılar, 25 adet Mardinliler,18 adet Trabzonlular vb. dernekleri ile bir garabet haline getirdik. AB içine sızıp, yine de Türk gibi düşünerek/hissederek, Türk gibi beğenerek/iğrenerek, Türk gibi sevinerek/üzülerek, Türk gibi gülerek/ağlayarak yaşam tarzımızı idame ettirmekte inat edersek; son hem bizim için, hem de onlar için korkunç olur.
*
Türkiye kanun düzenlemeleri ile AB normlarına samimi olarak hazırlanıyor ama esas malzemeyi, ana malzemeyi hazırlamıyor:
Türkiye’nin insan sermayesi AB’nin insan sermayesinin normlarına sahip olmadığı gibi, insanımız bu normlara sahip olmadığının da farkında değil!
Sahip olunmayan normlardan ziyade bu durumun farkında olmamak beni daha fazla rahatsız ediyor. İran Cumhurbaşkanı Hatemi diyor ki: ‘Eğer siz daha iyisini öneremiyorsanız, Batı’nın normlarını kabul etmek zorundasınız.’
Biz cin akıllılar olarak; AB üyeliğinin getireceği nimetleri (cukkaları) çoktan hesapladık, üyelik için müzakere tarihi alma durumunda ‘bu kadar yetmez,daha fazla cukka lazım!’ seslerini şimdiden duyuyorum.
Ancak, AB üyeliğinin getireceği külfeti hiç ama hiç kavramadık.
Nedir bu külfet?
Batı’nın insan normları:
AB bizden bireysel seviyede düşünmemizi, meseleler karşısında kendi analizlerimizi yapmamızı, kendi paçamızı kendimizin kurtarmasını, bireysel seviyede üretimden sorumlu olmamızı, ürettiğimiz kadar tüketmemizi, verimlik ve etkinlik gibi kavramları şiar edinmemizi; şahsiyet (birey) olmamızı istiyor.
Devleti baba değil, hizmet aygıtı olarak görmemizi dayatıyor.
Kimsenin kimseyi sırtında taşımamasını istiyor.
İsteyen kırılsın:
AKP’lisi/CHP’lisi, Jakobeni/dindarı, Kemalisti/İslamcısı, Türkü/Kürdü, Akdenizlisi/Karadenizlisi v.b. olarak bir Türkten istenecek en zor iş şahsiyet olmasıdır!
Bir Türk için dünyanın en zor işi şahsiyet olmaktır.
Onların nimet gibi sarıldığı bir hak, bize külfet olacaktır.
Neden?
Türk insanı ile AB insanının zihniyet haritasını tarif eden ideoloji (sosyolojik anlamı ile dünyayı kavrama modeli) ile paradigma (örnek alınan zihinsel yol göstericiler) çok ama çok farklıdır.
Fark ise çok basit ifade edilebilecek korkunç bir uçurumdadır.
Tek doğru/çok doğru!
Türk insanı şu hikayeden ne anlar? Albert Einstein, Princeton Üniversitesi’nde verdiği fizik dersinin sınav sorularını dağıttıktan sonra bir öğrenci itiraz eder:
- Ama Hocam sorular geçen yılki sınavın aynı!
- İyi de bu sene cevaplar farklı!
*
Bizde ise koskoca profesör savunduğu konunun ne kadar gerçek olduğunu vurgulamak için:
- Bu suyun 100 santigrat derecede kaynaması kadar gerçek!, diyor.
Suyun ancak ve ancak NTP (normal ısı derecesi ve basınç altında) 100 derecede kaynadığını, değişik koşullarda ise değişik derecelerde kaynadığını bilmeyen fizik hocalarının ahvadı ile Einstein’ın ahvadı nasıl mecz olacaklar, bilenler bir adım öne çıksınlar.
Bu konuya taktım kafayı, tabii ki devam edecek!)