Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, yazdığı kitaplarla, verdiği eğitimlerle ve ilginç kişiliğiyle Türkiye'de geniş bir kesim tarafından tanınıyor. ABD'de ve Türkiye'de yaşıyor. Yılda 30 bin kişiye hitap ediyor. Cüceloğlu Hürriyet İK Gazetesi okurları için Türk toplumunun ilginç bir analizini yaptı. İşte Cüceloğlu'nun ağzından toplum yapımız...
ABD'YLE FARKIMIZ YOK‘‘Amerika'dan ve Türkiye'den rastgele sistemle sıradan 100'er insan seçin. Her iki ulusun insanlarını para ve zaman bilinci, hayata bakış açıları, aile ilişkileri, çocuk sevgileri, eğitime önem verişlerini, okuma durumlarını aklınıza yaşamla ilgili ne gelirse karşılaştırın. 25 yıl ABD'de kalan ve Türkiye'yi tanıyan biri olarak rahatlıkla söylüyorum pek fark göremezsiniz. Hatta bazı durumlarda Türk insanının artısı olduğunu görüyorum. Örneğin zor durumda olan Türk insanının çabucak morali bozulmaz, altından kalklar, öbürü sallanırken, bizimki ‘Ya Allah' der çabucak toparlanır. Aile ilişkileri bakımından muazzam derece Türk insanı fedakardır. Suyu idareli kullanır, olmadığı zaman da allak bullak olmaz.
NEDEN BÖYLELER?Yine aynı şekilde iki ulusun ülkeyi yöneten aydın kesimi, gazeteci, profesör, doktor, öğretmen, devlet yöneticisini 100'er kişi olarak seçin. İşte o zaman Türklerin aleyhine farkın çok büyük olduğunu görürsünüz. Örneğin, Amerikalı profesörle karşılaşınca o profesörün kendine bakışında müthiş kendine saygı vardır. Yalan söylemez, çünkü aynaya nasıl bakacağını düşünür. İlimi niçim yaptığını, topluma nasıl katkıda bulunduğunu, öğrencilerini iyi yetiştirip yetiştirmediğini sorgular.
Bizde bunu görmüyorum. Türkiye'nin aydınlarıyla ilgili bir sorun olduğu konusunda kuvvetli kanaatim var. Yargılamıyorum. Bu aydınlar, ‘Biz nasıl mendebur oluruz, bu halka nasıl kötülük yaparız' diye bir araya gelmiyorlar. Soru şu: Aydınlar neden böyle? Niye böyle aydın yetişti?
O zaman geldiğim nokta şu: Bizim Türk eğitim sistemi değerler bilinci ve karakter inşa eden bir sistem değil. Türk eğitim sistemi, malumat aktarma üzerine kurulmuş.
Amerika'da eğitimden nasibini almamış insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağımı kesebilir, diye düşünürüm. Amerika'da eğitim düzeyi yükseldikçe, kişinin karakter değişimi, değerler bilinci yücelir. Liseyi bitirmiş insan olgun vatandaştır, üniversiteli güçlüdür. Eğitimin değerleri vardır. Master, doktora alan profesör olan kişinin bilirsin ki temel değerleri vardır. Gerçeğe saygı, hakkaniyet, kişisel sınırlar ve sorumluluk bilinci gibi değerleri oluşmuştur. Sistem bunun üzerine kurulmuştur. Amerika'da eğitim görmemiş birinin değerler bilinci küçüktür.
Türkiye'ye bakınca durum tam tersi. Türkiye'de bir kişi eğitim görmüşse, şehirleşmişse değerler bilinci çok düşüktür. Muazzam bencilleşmiş, kendi ve yakın çevresinden başka hiçbir menfaat tanımayan, sömüren bir tip haline gelmiştir. Gözünün önünde ölebilirsin kılı bile kıpırdamaz. Amerika'daki eğitimli insan ise böyle bir olayla karşılaşırsa uyuyamaz. Oysa Türkiye'nin sıradan insanlarının değerler bilinci daha yüksektir. Nedir bunlar; inançları, hakkaniyet duygusu ki halk buna 'helalinden para kazanma, haram yememe' der; insan onuruna saygı ki, halk buna ‘gönül incitmeme' der; insan haysiyeti, şerefi ve onuruna saygı duymadır.
SOL YARIMKÜREİçselleştirilmişin değerin bizdeki adı vicdandır. Okumuşunda vicdan yok. Bizdeki aydının aldığı müfredat malumata yöneliktir. Beynin sol yarım küresine yönelik bir eğitim alır. Toplumda en güçlüler vicdansızlar. Değerler bilinci küçük olur. Neden böyle durum yaratıldı?
Biz din baskısından kurtulmak ve laik düzene geçmek isteyen düşünce içindeyiz. Bu nedenle eğitimciler değerleri hep din kaynaklı gördüler. Dinden kurtulmak için değerleri işin içine almadılar. Çok büyük hataydı. Çünkü; değerler din kaynaklı olabildiği gibi tamamiyle yaşamdan gelen, yaşam felsefesinden gelen kaynaklardır. Toplumun olduğu her yerde değerlerin olması lazım. Burada işte felsefi zayıflık var.
İlk defa ben söylüyorum. Vicdanın hakim olmadığı toplumda insanların birbirine güven duyması mümkün değil. Yasalarla vicdan olmaz. Güvenin oluşmadığı bir ülkede de ekonomik refahı uzun süre ayakta tutmak mümkün değil. Bunlar artık konuşulmalı, insanlar düşünmeli. Açık seçik şunu söylüyorum. Türk kültürü hasta. Bilim özellikle aydınlarımızın gazetede, televizyonda sahnede, ailede, okullarda, üniversitelerde yaşattığı Türk kültürü hasta. Su hastaysa eninde sonunda
balık hasta olur. Balık hasta diye sürekli balıklarda kabahat bulma, bilgece bir tavır değil. Suya bak.
Onları başka yerlerde mi yetiştiriyoruz? Gerçek şu ki, akvaryum suyu hastaysa sağ balık da koysan o balık da bir süre sonra hasta olur. Açık seçik söylüyorum ve bunu söylemeye devam edeceğim. Her yönden işaret veriyor. Türk kültürü hasta. Biz hala balıklarda kabahati buluyoruz.
Bunun çaresi ne? Önce bir suyun hasta olduğunu kabul edip, suyu rahatlatacak oksejin pompası ve iyileştirecek damla yerine geçecek ne var ona bakalım. Türkiye'de müthiş olanaklar var. Her bir televizyon kanalı, gazete oksijen pompası olabilir. Yazılan her bir kitap, verilen bir konuşma suya damlatılan bir damla olabilir. Benim bilincime göre acı olan bu değerler boşluğunu maalesef çağdaş bilinç bakımından değişmemesi.
MÜTHİŞ POTANSİYELGüven çok önemli bir ihtiyaç. Ben her gidiş gelişimde, ekonomik krizde bunu görüyorum. Değerler bilinci içinde umutluyum. Avrupa Birliği (AB) 'değerleriniz nedir' diye soruyor. Diyor ki, 'bu değerler üzerine anayasa, eğitim ve devletinizi inşaa edin'. Daha önce birbirini boğazlamış insanlar AB çatısı altında birleşmeye doğru gidiyor. Değerlerini birleştiriyor. İnşallah, Türkiye'de değerler bilinci tartışması başlar. Bu tartışma başladığı anda müthiş potansiyelimiz var.
Ben halk çocuğuyum. Zihinsel ve düşünsel olarak çok zenginleştim. Ama gönül bağım Silifke'de, annemin komşusuyla aynı düzeyde. O zemin hiçbir zaman kaybolmadı. Düşünsel zeminiminde çok büyük gelişmeler oldu. Bağnaz, dini taassubun hakim olduğu ortamdan kesinlikle kurtuldum. Özgür düşünürüm. Sevecenliğimde değişim olmadı.
İnsanları değiştirmek, yargılamak istemiyorum. Pencere açmak istiyorum. Onlara, eşlerine, çocuklarına böyle bir pencereden bakabilme kapısını açıyorum. Kendimi pencereci, pencere açıcı olarak görüyorum. Zaten yapacak fazla bir şey de yok. Anne-babalar çocuklarına, eşler birbirine pencere açmalı. Birbirini değiştirmeye kalkmamamalı. Kişi ancak kendisi karar verirse değişebilir. Öğretmenlerin, düşünürlerin, din adamlarının pencere açıcı olmaları lazım.
Silifke’den ABD’ye
Silifke'de 1938'de doğdum. Ailenin 11'inci ve en küçük çocuğuydum. Ortaokul ikideyken Silifke'ye elektrik geldi. Lamba, fener altında çalıştım. Su ya ortaokul bir veya üçte köyümüze geldi, evlere değil. Banyo yapılan yere gusülhane denirdi. Akrepler, çiyanlar çok olduğu için ödüm kopardı. Orada yıkanmazdık, Annem bizi leğen içine oturtturur, yıkardı. Ben 10 yaşındayken öldü.
Annemin ölümü beni çok etkiledi. Böyle bir ortamda geldiğim yer çok anlamlı gözüküyor. Türkiye'de İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nü bitirdim. İyi öğrenciydim. Amerikan'ın gözde üniversitelerinde bilimsel araştırmalar yaptım. Takdirle karşılandım. İngilizce yayınlarım, bilimsel çalışmalarım oldu. Amerika'da öğretim üyeliği yaptım.
Can kültürü
Kendi iç dünyama hiç yabancı düşmedim. Sevgi merkezli bir tasavvuf kültüründe yetiştim diye düşünüyorum. Buna 'can kültürü' diyorum. Amerika'da 'can kültürü' içinde çevre oluşturup, çocuk yetiştirdim. Eşim Amerikalıydı, bu kültür içinde onunla iletişim kurmaya çalıştım.
1996'da Amerika'daki üniversiteden emekli oldum. Kendime pencere açmak hedefimi koydum. Amerika özellikle iletişim ve psikoloji alanında dünyanın en üretken toplumu. Bilimsel anlamda kök saldım. Arkadaşlarımla konuşmak, yeni gelişmeleri gözden geçirmek, seminerlere gitmek, beslenmek gereği duyuyorum. Yılda 4-5 ay Amerikadayım. 7-8 ay Türkiyede kalıyorum. Sürekli gidiş geliş halindeyim, buna aküyü bitirme ve doldurma diyorum.
Dolmuşa binerim, halkı koklarım
Prof.Dr. Cüceloğlu'nunyaşamı ve kendisiyle ilgili söyledikleri ise şöyle:
Bilgin olabilir ama alacak insanın olması çok önemli. Nereye gidersem gideyim, seminerlerim, konferanslarım silme doluyor. Başı örtülü, garsonu, öğretmeni, polis memuru, subayı dinliyor. Karşılayacağımın beş misli davet alıyorum.
Çok önemli bir zamanımı okumaya ve yazmaya ayırmak istiyorum. Şu anda planladığım, dosyasını açtığım 8 kitap var. Okumak, halka karışıp, gözlem yapmak önemli. Bilincim çok gelişti. Bir ortama girdiğim zaman insan dinamiklerini, o dinamikler arkasında yatan düşünce tarzlarını, inançları, heyecanları, beklentileri görebiliyorum. Dolmuşa binmeye bayılırım. Pazar yerlerine giderim. Yürümek ve halkı koklamak isterim.
Çocukları, okul bahçelerini gözlemek, öğretmen yürüyüşünü görmek önemli. Bir ortama gireceğim, ama oradakiler kim olduğumu bilmeyecekler, ben da rahat gözlem yapacağım. Kahvehanelere oturur, çaktırmadan insanları gözlerim. O anki gözlemlerimi kasete aktarırım.