Güncelleme Tarihi:
Züğürt Ağa'da maraba Remo, Eşkıya'da sokak çetesi üyesi, Lola + bilidikid travesti Şehrazat: Celal Perk
Celal Perk, cuma günü gösterime giren Kutluğ Ataman'ın yönettiği ‘‘Lola + bilidikid’’ filminde travesti Şehrazat rolünü oynuyor. Ataman'ın filmi, 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali Panorama Bölümü açılış filmi olarak Teddy Bear Özel Ödülü almış ayrıca İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde de Hürriyet Uluslararası Halk Ödülü sahibi olmuştu.
Celal Perk, Lola + bilidikid'in, travestilerin dünyası aracılığı ile aslında insan doğasını anlattığını savunuyor: ‘‘Almanya'da baskıya, ayrımcılığa uğrayan Türklerin kendi içlerinde de ‘kendilerinden bulmadıkları' insanlara karşı yaptıkları ayrımcılığı ve baskıyı anlatıyor. Bir paradoksa dönüşen bu zaafın altını çiziyor.’’
Filmine hazırlanırken ve çekimler sırasında yaşadığı sürecin kendisine çok şey kattığını düşünüyor: ‘‘Travesti Şehrazat rolüne hazırlanırken travestilerin olduğu gece kulüplerine gittik. Birçok şeyi sorgulayan ve ön yargılardan arınmaya çalışan bir insan olarak, yine de travestiler hakkında bir takım önyargılar taşıdığımı farkettim. Mesela, Türkiye'deki travestilerin neden ille de seks işçiliği yaptığını anlayamıyordum. Ama filmin Berlin'deki çekimlerinde bu konu kafamda netleşti. Gerçekten de buradakilerin neredeyse başka hiçbir şansı yok. Oradakilerin en azından şov yapma, dans etme gibi bir olanakları var.’’
HER ROL BİR MUAMMA
Celal, toplumun dışına itilen travestilerin de bir başka ucu yaşadıklarını görmüş: ‘‘Merhaba ya da hoşçakal derken saçlarını öyle bir savuruyorlar ki, hiç bir kadın o hareketi öyle yapmaz. Kendilerine seçtikleri kimliğin altını çizebilmek için onlar da doğal olmayan bazı davranışlar içine giriyorlar. Ama bizim orada bir film çalışması için bulunduğumuzu öğrenince abartılı davranışların yerini daha doğal tavırlar alıyordu. Aslında şu anda herkesin bir şeyi taklit ettiği ve giderek taklit ettiği şeye dönüştüğü bir travesti dönem yaşanıyor. Türkiye ciddi bir oturak alemine dönüşmüş durumda. Bence bu çok daha tehlikeli.’’
Kutluğ Ataman’nın ilk uzun metrajlı filmi Karanlık Sular'ı gördükten sonra, bu yönetmenle çalışmayı çok istemiş: ‘‘Bizi Meltem Cumbul tanıştırdı. Kendisiyle çalışmak istediğimi söyledim. Aslında Lola'nın oyuncu seçimi tamamlanmıştı, ama son anda bir oyuncudan vazgeçince, önce deneme çekimlerim yapıldı, sonra film ekibine.’’
Türkiye'de özellikle ‘‘kendini kanıtlamış’’ oyuncuların deneme çekimlerinden hiç hoşlanmadığını hatırlatınca, şöyle diyor: ‘‘Hangi başarıyı kanıtlamış olursa olsun oyuncuların kendilerini deneme çekimlerinde yeniden yeniden sınamasını çok doğru buluyorum. Çünkü her rol oyuncu için çözülmesi gereken bir muammadır. Özellikle güzel, çirkin, iyi, kötü diye sınıflandıran oyuncu şablonlarının dışına çıkması için bir fırsattır.’’
DEDESİ DE ZÜĞÜRT AĞA
Sinemaya Züğürt Ağa filmindeki Remo rolüyle başlayan Perk, dedesi de bir nevi Züğürt Ağa sayılabilecek doğu kökenli, kalabalık bir aileden geliyor; altı kardeşin en küçüğü, 1965 doğumlu. Annesi, babasını terkedip İstanbul'a gelince, zor ama bağımsız bir hayata başlıyor. Küçük yaştan itibaren çalışmak zorunda kaldığı için yaptığı işler aracılığıyla farklı dünyalarla tanışıyor. Yaşıtları evden çıkamazken onun cirit attığı sokaklar, oyunculukla arasındaki ilk köprü:
‘‘Sokakta tanıdığım insanların hikayelerini eve taşımaya başladım. İlk seyircilerim annem ve kardeşlerimdi. Sonra bir gün araba yıkarken İstanbul Çocuk Radyosu'nun bir sınav açtığını öğrenince, sekiz yaşında radyoya girdim. Radyoyu bir bankanın çocuk tiyatrosu izledi ve lise bitene kadar çok sayıda oyunda rol aldım.’’
Celal Perk, sahne üzerinde olmaktan zevk alır, ancak oyunculuğu üst sınıfa ait bir iş gibi gördüğü için meslek olarak benimseyemez: ‘‘En azından benim geldiğim kültür ve koşullarım açısından lükstü’’. Zaten ailede herkes; annesi doktor, babası deniz subayı, büyük ablası avukat, küçük ablası gazeteci olmasını ister. Sonunda oyuncu olur ve bu rollerde oynayarak bir anlamda bütün ailesini memnun eder. Bu arada üç yıl iktisat fakültesinde, başarılı ama mutsuz bir öğrencilik geçirdikten sonra konservatuvarın tiyatro bölümüne girer.
Celal Perk ‘‘sancılı’’ nitelediği konservatuar döneminde oyunculuk eğitim üzerine çokça kafa yormuş: ‘‘İstisnaları ayırarak söylüyorum, okulda da belli şablonlar sözkonusuydu. Ödevlerimi hep hocaların istediği ve benim istediğim diye ikiye katlayarak yapardım. Konservatuvarda öğrencilere doğru yanlış diye öğretilen her şey gerçek hayatta, seyirci karşısında farklı oluyordu. Örneğin bize sahnede elinizi kolunuzu fazla oynatmayın denilirken, seyrettiğim çalıştığım kimi oyuncular elini, kolunu, kaşını, gözünü sakınmadan kullandığı halde doğal oluyorlardı. O zaman farkettim ki, en temel şey yaptığına inanmak.’’
Konservatuar yıllarında ve sonrasında yedi sinema filminde rol alır: Züğürt Ağa, Kaşık Düşmanı, Kör Gülüşan, Üç Halka Yirmibeş, Selamsız Bandosu, Eşkıya ve son olarak Lola + bilidikid ve Bilidikid. Ödül kazandığı halde hayata geçmeyen iki de senaryo çalışması var.
Konservatuvardan mezun olduktan sonra memur oyuncu olmak istemez ve kuruculuğunu Zuhal Olcay, Haluk Bilginer ve Ahmet Levendoğlu'nun yaptığı Tiyatro Stüdyosu'nda geçtiğimiz yıla kadar oyuncu ve asistan olarak görev alır. Kan Kardeşleri, Histeri ve Balkon oynadığı oyunlardan bazıları.
SHAKESPEARE Mİ, ÇEHOV MU?
Celal Perk sinemaya Züğürt Ağa ile adım atmayı hem şans, hem şanssızlık olarak görüyor: ‘‘Şans, çünkü Yeşilçam koşullarının üstünde çekilmişti, ama o filmden sonra sürekli köylü rolleri gelmeye başladı. Temel sorunsa bana hep aynı köylüyü oynatmak istemeleriydi. Züğürt Ağa'daki maraba Remo rolümle Ertem Eğilmez'in dikkatini çekmişim. Beni yarının komik starı yapmak istediğini söyledi. Önerdiği projeler heyecanlandırmakla birlikte tedirgin etti. Çünkü hiçbir şeyin tekrarı olmayı, belli şablonları doldurmayı istemiyordum. Bu nedenle gelen tekliflerin çoğunu yalnızca içimdeki renkleri yitirmemek, doğama yakın durabilmek için reddettim.’’
Celal Perk oyunculuğunda da, hayatında da çeşitliliğin, renkliliğin açıklığın arayışında. İddialı ama iktidar kurmayan işler yapmanın peşinde. Belki de onu Shakespeare ve Çehov hakkında söyledikleri üzerinden anlamak en doğrusu: ‘‘Tanrısal olandan, mükemmellikten pek hoşlanmıyorum. Erdemlerimiz ortak olabilir, fakat kişi olarak farkımızı kusurlarımız gösterir. Tam da bu nedenle Shakespeare'dan çok Çehov'a yakın hissediyorum kendimi. Çehov'un kahramanları ‘olmak ya da olmamak' gibi son derece edebi cümlelerle değil de, ‘bu vişne bahçesini satalım mı, satmayalım mı' gibi sıradan cümlelerle ifade ediyorlar varoluş meselelerini. Tıpkı hayattaki gibi; çünkü hayat basit ve olağanüstüdür.’’
Filmin konusu
İstanbul'da altı, Ankara ve İzmir'de birer sinemada gösterime giren
Lola + bilidikid'in hikayesi şöyle:
Murat, 17 yaşında Berlin'de doğup büyümüş bir Türk gencidir. Ailesinde en çok sözü geçen kişi ağabeyi Osman'dır. Murat, yıllar önce evden kovulmuş bir abisi olduğunu öğrenir. Berlin'in karanlık sokaklarında onu aramaya başlar. Sonunda onu bulduğunda hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşır: Abisinin adı Lola olmuştur: Berlin gecelerinin süslü çocuğu Lola... Zamanla kendini ‘‘kiralık’’ Türk gençlerinin ve travestilerin oluşturduğu bir alt kültürün içine iyice dalmış olarak bulur. Bu çevre Murat'ın yeni yuvası haline gelir; kötü ışıklandırılmış barların özgür ve rahat atmosferine, köhne BMW'lerden yükselen hip-hop müziğe ve hiçbir kuralın geçerli olmadığı Berlin sokaklarına hayrandır Murat. Kısa bir süre için mutlu olur-kader işin içine girene kadar.
Lola ve Murat arasında anında çok sıcak bir arkadaşlık doğar, ama Lola'nın Osman'la ilgili bir sırrı vardır. Herşeyin köküne inmeye kararlı olan Murat, kendi ailesinin geçmişini araştırmaya başlar. Sonunda Lola'nın aslında yıllar önce Osman tarafından evden kovulduğunu öğrenir. Ama bunun da, buzdağının görünen ucundan başka bir şey olmadığı ortaya çıkar. Eski yaralar açılır ve şiddet dalgaları kardeşleri sonunda uçurumun kenarına kadar getirir.