Güncelleme Tarihi:
26 yıllık makinist Halit Aras. Banliyö trenleriyle Metro'nun mukayese bile kabul etmediğini söylüyor: ‘‘Bu araçlar çok güvenli. Banliyö trenleri ve yolları değildi. Bende 17 ölü var mesela.’’ Ve bir yolcu. Tramvay'ın Akşemsettin durağında rastladığımız liseli Fatma. Tren beklerken Balzac okuyor.
İstanbul Ulaşım'ın Hafif Metro'sunun Aksaray istasyonu, çok sayıda turnikesi, yürüyen merdivenleri, ferah ve temiz peronlarıyla Avrupa'daki örneklerine taş çıkartır durumda. Tabelalar, ‘‘kaybolmaya’’, ‘‘yanlış yöne gitmeye’’ tamamen engel olacak şekilde konmuş, anonslarla da destekleniyor. Beş dakikada bir Otogar ve Yenibosna'ya doğru yola çıkan trenler birkaç durak dışında tamamen yerüstünde gidiyor. Ancak banliyö trenlerinde ve cadde tramvayında olduğu gibi her dakika yol (yani ray) üzerinde bir insan, otomobil ya da minibüs, motosikletli filan görmek mümkün değil. Raylar çevreden belirgin bir şekilde ayrılmış; ayrıca metronun kendi güvenlik sistemi, telsiz aracılığıyla her türlü aksaklıktan haberdar oluyor, duruma müdahale ediyor.
Aksaray'dan başlayarak Emniyet, Topkapı-Ulubatlı, Bayrampaşa, Sağmalcılar, Kartaltepe istasyonlarından geçiyor ve Otogar'a ulaşıyor Hafif Metro. Otogar istasyonu, standart konusunda diğerleriyle aynı; ancak tipik otogar insanlarıyla dolu. Yükler, denkler, bavullar; cep telefonlarıyla yapılan ‘‘İstanbul'a indik, şimdi ne yapacağız?’’ konuşmaları. Çantasını, cüzdanını kaybedenler... Zeytinburnu'ndan metroya girerken bilet kontrol memuru sırt çantamı göstererek uyarmıştı: ‘‘Bu çantaları çok kolay açıyorlar, mümkünse öne alın.’’ Otogar'da yapılan, ‘‘Bir miktar para bulunmuştur, kaybedenlerin istasyon şefliğine gelmeleri...’’ anonsu ‘‘Eh bu da değişik bir İstanbul’’ dedirtiyor insana.
Bende 17 ölü var!
Aksaray'dan yola çıkıp Yenibosna'da son yolcuyu indiren Halit Aras, trenin ön kabininden çıkıp arka kabine doğru yürüyor; iki-üç dakika sonra dönüş yoluna koyulacak. Onunla birlikte Aksaray'a kadar kabinde geliyoruz. Bu metroyla yaptığımız en keyifli yolculuk oluyor.
16 yıl banliyö trenlerinde çalıştıktan sonra, 1989'da İstanbul Ulaşım'a transfer olan Halit Aras 46 yaşında. Yani tam 26 yıllık makinist. Yaptığı işi seviyor: Banliyö trenleriyle karşılaştırmak bile istemiyor yeni aracını: ‘‘Onlar daha ilkel ve mekanikti. Bakımsızdı. Bunlar tamamen bilgisayara bağlı. Daha güvenli, daha temiz, bakımlı, seri. Işığın kırmızı mı yeşil mi olduğunu daha ışığa gelmeden görüyorum. Sonra banliyö trenlerini çok tahrip ettiler. Ayrıca orada çok hırsızlık oluyor. Geçenlerde gittim, boşalmış. Burada bizim kendi güvenliğimiz var, sivil elemanlar tren içinde dolaşıyor.’’
Banliyö trenlerinde çalışırken raylar üzerinde gezinen insanlardan çok şikayetçiymiş. ‘‘Bende 17 ölü var mesela...’’ diyor. Üç-dört tanesi intihar etmiş. Hele biri tam İstanbul Ulaşım'a geçmeden bir gün önce, son seferini yaptığında! Davaların açıldığını, hepsinden beraat ettiğini anlatıyor. Şimdi içi rahat: ‘‘Rayların etrafı örülü, pek insan olmuyor. Ama yine de burası İstanbul! Tünelde bile rastlayabiliyoruz. Hemen güvenliğe haber veriyoruz. Herhangi bir sorun çıkmadı, çok şükür!’’
Kabinde yalnız gidip gelmekten hiç sıkılmıyor. Yolları seyrediyor, düşünüyor. Ne mi düşünüyor? Tabii ki evdeki hesapları! Taa Demiryolları'ndan ‘‘müşterisi’’ yolcular var, şimdi metroyu kullanıyorlar, selamlaşıyor onlarla.
Kendi arabanla olmaz
Aras, tam yolcularla yaşadığı sorunları anlatırken, bir anons geliyor kabine: ‘‘Davutpaşa girişinde yol çalışması yapılıyor, arkadaşlara dikkat edelim.’’ Yani ‘‘Ezmeseniz iyi olur’’ demek istiyorlar. Gülümseyerek devam ediyor Aras: ‘‘Yolcuların kimi uyuyakalır, kimi çocuğunu, kimi eşyasını unutur. Dakik olmaya alıştırdık bir de, bir dakika geç kalsak, söyleniyorlar hemen, minibüsün içinde trafikte nasıl beklediklerini unutuyorlar. Oysa ki çok çabuk gidiyoruz, en fazla 25-30 dakika son durak, kendi araban olsa bu saatte gidemezsin.’’
Kadınlar kaçırıyor
Anlattığına göre bir de en sık olan şey, birkaç kişiden birinin trene binmesi diğerlerinin kalması ya da ters yönlere binmesi. ‘‘En çok dışarıda kalanlar da kadınlar, onlar bir başlıyor konuşmaya, lak lak lak, tren kaçıyor.’’
Bayrampaşa'dan TEM'e paralel geçerken, ‘‘1989'da burada bir tek araba yoktu, şimdi sabah ve akşamları görüyorum, kilitlenip kalıyorlar’’ diyor. Belli ki onlara bakıp gaz veriyor trene; hiç durmadan 80 kilometre hızla ve 1,5 dakikada bir istasyondan diğerine gidebilmenin keyfini yaşayarak...
Akşemsettin ve Balzac!
Tramvay'ın Akşemseddin durağı, semt gibi, adını Fatih Sultan Mehmed'in hocası ve Bayrami tarikatına mensup mutasavvıf Şemseddin Muhammed'den alıyor. Ayasofya Camii'nde ilk cuma hutbesini okuyan Akşemseddin'in İstanbul tarihinde iki önemli rolü var: Birincisi fetih konusunda padişahı cesaretlendirmesi ve bu nedenle İstanbul'un manevi mimarı olarak kabul edilmesi. İkincisi ise Bayramiliğin şehir hayatına girmesi için uygun ortamı hazırlaması.
Ve biz onun adını taşıyan durakta tramvay beklerken Honore de Balzac'ın Vadideki Zambak'ını okuyan Fatma Eraslan'a rastlıyoruz. İşte bu da 30 İstanbul'dan bir başkası. Fatma, Anadolu Dış Ticaret Meslek Lisesi'nde okuyor ve okuduğu alanda yükselmek istiyor. Tramvayı, oturduğu semtten bir durak ötede, Mithatpaşa'da bulunan dükkanlarına gitmek için kullanıyor. Tramvay hayatını çok kolaylaştırmış; çünkü ondan önce dükkana yürüyerek gidermiş ve yürürken kitap okumak da mümkün olmazmış! Semtin ‘‘biraz zengin’’ olduğunu söylüyor, ‘‘Ama eğitim seviyesi düşük’’ diyor. O Balzac, Çehov ve Reşat Nuri okumayı seviyor.