Güncelleme Tarihi:
Bu yazı son derece hazin bir tesadüfün öyküsüdür: 1926 Haziran'ında Ankara İstiklal Mahkemesi'nde idam talebiyle yargılanıp iki ay sonra darağacında can veren İttihadçı Nail Bey ile 2000 yılının Eylül’ünde tutuklanan ve tutuklanmasının üzerinden tam sekiz ay geçtikten sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne çıkartılan Reklamcı Nail Beyler'in hüzünlü ve aralarındaki pek bilinmeyen kan bağının, ‘‘dede-torun’’ oluşlarının hikáyesi...
Bu yazı, oldukça hüzünlü bir rastlantının öyküsüdür... Ankara'nın şimdi ‘‘Ulus’’ adını taşıyan semtinin arka taraflarındaki eski ‘‘Umumi Hapishane’’ binasının önündeki meydanda, 1926'nın 26 Ağustos akşamı dört adet darağacı kuruldu ve birkaç saat sonra, güneşin doğmasına yakın, dört kişi bu darağaçlarında idam edildi.
Asılanlar, bir zamanlar seneler boyu Türkiye'nin kaderine hükmetmiş olan İttihad ve Terakki Partisi'nin önde gelen isimleriydi: Eski Maliye Nazırı Cavid, Doktor Nazım, Ardahan mebusu Hilmi ve Nail Beyler...
GİZLİ SERVİSTEN GELDİ
Tarihlere ‘‘İzmir suikasti’’ diye geçen hazırlığın içinde olmakla, yani Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı öldürmeye teşebbüsle suçlanmış ve hüküm giymişlerdi.
O gece orada idam edilenlerin arasında bulunan Nail Bey'in kim olduğunu çoğumuz bilmeyiz...
İttihadçılar tarafından kurulan ve bugünün ‘‘MİT’’inin atası olan ‘‘Teşkilát-ı Mahsusa’’nın, yani o devrin gizli servisinin en faal mensuplarındandı. Dünya savaşı sırasında çeşitli hizmetler yapmış, İttihadçı liderlerin Türkiye'den ayrılmasından sonra dışarıya gitmiş, bir ara Rusya'ya geçip orada bulunan Enver Paşa'yla beraber olmuş, iddiaya göre Paşa tarafından Ankara'ya gönderilmiş ve onun için çalışmıştı.
Darağaçlarının kurulmasına ve Nail Bey'in de canından olmasına uzanan hadiseler, o tarihten iki ay öncesine, 1926 Haziran'ına uzanıyordu...
İzmir'de bir suikast teşebbüsü ortaya çıkartılmıştı: Bir yurt gezisinde bulunan ve İzmir'e gelmek üzere olan ‘‘Gazi Paşa’’, şehre girişi sırasında öldürülecekti. Tutuklamalar hemen başladı, İzmir'e bir ‘‘İstiklál Mahkemesi’’ yollandı, mahkeme son derece hızlı bir şekilde çalıştı, herşey bir ay içerisinde tamamlandı, suikast teşebbüsüne katıldıkları gerekçesiyle 13 kişi idama mahkum oldu ve cezaları 1926'nın 13 Temmuz gecesi İzmir'de infaz edildi.
DAVASI TARİHE GEÇTİ
Ama dosya kapanmamış, mahkeme tutuklulardan bazıları hakkında henüz karar vermemişti. Hadise, bir anda İttihad ve Terakki'nin lider kadrosunun temizlenmesi çabasına döndü. Dava Ankara'ya nakledildi, haklarında henüz karar verilmemiş olan tutuklular da Ankara'ya gönderildiler ve yeni tutuklamalar yapıldı. Ankara'da 18 Ağustos'ta başlayan yargılamalar, tarihlere ‘‘İttihadçılar Davası’’ olarak geçecekti.
Nail Bey de, partinin hayatta bulunan lider kadrosuyla beraber yargılananlar arasındaydı ve suikast girişimini teşvik etmekle suçlanıyordu.
EN MEŞHUR SAVUNMA
Sanıklar, savunmalarını 25 Ağustos günü yaptılar. Önce İttihadçılar'ın ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey söz aldı ve adalet tarihimize geçen uzun savunmasını ‘‘Vereceğiniz karar, mutlu zamanlarınızda bir soru işareti şeklinde vicdanınızı rahatsız etmesin’’ diyerek bitirdi.
Savunma sırası Nail Bey'e geldi. Suikast teşebbüsünden haberdar olmadığını söyledi. Son sözü, ‘‘Çocuklarıma ve soyumdan gelecek olanlara bir leke miras bırakacak olan ve az-buçuk aklı başında bulunan vicdan sahibi bir insanın asla kabul edemeyeceği bu uğursuz suikast teşebbüsü ile zerre kadar alákadar değilim. Muhterem heyetinizin adaletine iltica ile beraatime karar verilmesini talep ediyorum’’ oldu.
APAR TOPAR ASILDILAR
Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Necip Ali ve Reşit Galip beylerden oluşan mahkeme heyeti, kararını ertesi gün açıkladı ve Nail Bey ile üç arkadaşını idama mahkûm etti. Hemen o gece asıldılar ve cenazeleri bilinmeyen bir yere defnedildi. Ankara'da görülen davanın suikast bahanesiyle eski İttihadçılar'ı temizleme operasyonu olduğu, seneler sonra Yargıtay kararıyla belgelenecekti.
Bundan tam 75 yıl önce yaşanmış bu acı hadiseyi durup dururken değil, İstanbul'da geçen hafta başlayan bir davada yapılan bir savunma dikkatimi çektiği için yazdım.
DEDESİNİN DAVASINDAKİ GİBİ
Son dava, kamuoyunu aylardır meşgul eden bir tartışmayla, Egebank olayıyla ilgiliydi. Sekiz aydan beri tutuklu olan Egebank sanıkları en nihayet mahkemeye çıkartılmışlar, yargılanmalarına İstanbul'da 1 numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde başlanmıştı.
Yargılananlar arasında meşhur bir reklamcı, Nail Keçili de vardı ve gazeteler Keçili'nin sorgusu sırasında DGM yargıçlarına hitaben ‘‘Yüce heyetinizden haysiyetimin iadesini rica ediyorum’’ dediğini yazdılar.
Dikkatimi, işte Nail Keçili'nin bu sözleri, ‘‘Haysiyetimin iadesini rica ediyorum’’ demesi çekti. Zira aynı ismi taşıyan bir başka sanık, İttihatçı Nail Bey de bundan 75 sene önce Ankara İstiklál Mahkemesi'nin hakimlerine benzer sözler söylemiş, ‘‘Çocuklarıma ve soyumdan gelecek olanlara böyle bir lekeyi miras bırakamam’’ demişti.
İşin ilginç tarafı da işte burada, Nail Beyler'in ‘‘dede-torun’’ olmasındaydı: İttihadçı Nail Bey, Nail Keçili'nin dedesi, yani babasının babasıydı ve tatsız bir kader ‘‘torun’’ Nail Bey'i ‘‘dede’’ Nail Bey'inkine benzer bir savunma yapmak zorunda bırakmıştı.
NEDEN BU YAVAŞLIK?
Benim, Nail Keçili ile derin bir samimiyetim yoktur, sadece tanışırız ve birkaç yemekte beraber olmuşuzdur. Ama bu son davada aklımı kurcalayan bir taraf var: Vakti zamanında bir suikast girişimini, hele Atatürk'ün hayatına kasteden bir teşebbüsü iki ayda ortaya çıkartıp karara bağlayan devletin, şimdilerde çok daha basit bir banka davasını bile aylardır bitirememiş olması ve adaletin tecellisinin giderek yavaşlaması. Nail Keçili bundan sekiz ay önce tutuklandı, bir hapishaneden ötekine nakledildi, bu sekiz ay boyunca bir türlü başlamayan davasına ancak geçen hafta başlandı ve derken duruşma üç ay sonraya bırakıldı.
İşte, yargılama sürecinin bu hali alması beni ürkütüyor ve böyle bir iş günün birinde herkesin ve hepimizin başına gelebilir diye endişeye sevkediyor.
Kusuruma bakma oğlum, ilk defa idam ediliyorum!
'..Nail Bey, hüküm tebliğ edilirken mahzun bir edá ile başını sallayarak ikide bir ‘‘Evet, ádilánedir... Tamam, ádilánedir’’ demiş ve hátıra defterine oğluna hitaben şunları yazmıştı:
‘‘Annenin ve kardeşlerinin gözlerinden öperim. Amcanız size baba olacaktır. Bu mesele ile kat'iyyen hiçbir alákam yoktur. Ama, mahkeme reisi Ali Bey'i suçlamayınız’’
Nail Bey, hatıra defterinin mutlaka oğluna verilmesini tekrar tekrar rica ettikten sonra, ‘‘Reis ve Kılıç Ali Beyler'e mahsus selám eylerim. Hakikaten adaletin hükmünü yerine getirdiler. Várolsunlar! Kendilerine darılacak halim yok’’ diyerek dışarı çıkmış ve sehpanın önüne gelip masanın üzerine çıkınca ‘‘Millet sağolsun! Vatan páyidár olsun!’’ diye bağırarak, celláda ‘‘Şu düğümü arkaya getir. Nasıl olsa boğacak değil mi? Arkadan olsun’’ demiş ve sandalyeye oturmuştu.
Celládın ayağa kalkmasını söylemesi üzerine birdenbire gülmeye başlayarak:
- ‘‘Ne bileyim ben? Her zaman sandalye görünce otururduk. Meğer, bu başka sandalye imiş. Daha evvel idam edilmediğim için teşrifatını bilmiyorum, kusura bakmayın. Yalnız, düğümü arkaya at celládbaşı’’ diye can vermişti' (Feridun Kandemir'in ‘‘İzmir Suikastinin İçyüzü’’ isimli eserinden).