Toprak bizden iyi koruyor

Güncelleme Tarihi:

Toprak bizden iyi koruyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 27, 1999 00:00

Haberin Devamı

Her taşının altında bir tarih bulunan ülkemizde halen 30 arkeolojik kazı devam ediyor. Ancak tarihi eserleri kurtarmak adına yapılan her kazı, ören yerlerini dedektörlü, kazmalı yağmacıların açık hedefi haline getiriyor. Üstelik eserleri yağmacılardan kurtarıp müzelere götürmek de kesin çözüm olamıyor, çünkü en çok eser oralardan çalınıyor. Antik kentlere bir bekçinin bile çok görüldüğünü belirten arkeologlar ise artık isyan ediyor: ‘‘Kazıları durdurun, çünkü toprak bizden daha iyi koruyor.’’

Tarihi eser yağmacılığı ülkemizde yeni değil; tarihi eserleri bekleyen tehlikeler de sadece bununla sınırlı değil. Toprağın metrelerce altında yüzlerce yıllık uykusundan uyandırılan her eser yok olmanın eşiğine geliveriyor. Üstelik eserleri yağmacılardan kurtarıp müzelere götürmek de kesin çözüm olamıyor. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'nın rakamlarına göre, 1993-1996 yılları arasında çalınan eserlerin yüzde 84'ünün müzelerden çalındığı anlaşılmakta. Sadece 1997 yılı içinde müzelerden ve ören yerlerinden 700'ü aşkın tarihi eser çalınmış durumda.

Öncelikle bazen onlarca yıl devam eden kazılarda, antik kentlerin üzerindeki toprağı almak, onları doğa şartlarının olumsuz etkilerine açık bırakıyor.

MÜZELERİN DURUMU İÇLER ACISI

Ören yerlerini korumak için bazen tek bir bekçi bile çok görüldüğünden turistlerin hatıra alma istekleri binlerce yıllık değerlerin kaybına neden oluyor. En kötüsü de duvarları, yolları, mezarları ortaya çıkan kentler, hazine avcılarının ağzını sulandırmaya başlıyor. Bazen bir kazma kürekle başlayan hazine avcılığı, zaman zaman dedektörlerin dinamitlerin hatta iş makinalarının kullanıldığı bir talana dönüşüyor. Değerli ancak ağır mermer bloklar, taşınmak için parçalara ayrılıyor. Tümünü götürmeye gerek görmeyen yağmacıların hışmına uğrayan başsız heykeller gibi.

Anadolu'da yaşamış birçok medeniyet bu topraklara çok büyük miras bırakmış ama çoğu kıymeti bilinmeden sereserpe duruyor. Anadolu'daki tarihi SİT alanları arasında önemli bir yeri olan ve Eskişehir ili sınırları içersinde bulunan Frigler'e ait Antik Yazılıkaya Kenti de bunlardan biri ve o da korunmayı bekliyor. Çünkü beş köy büyüklüğündeki bir vadide kurulu olan antik kent yedi ay ücretli beş ay ücretsiz olarak çalışan geçici bir bekçi tarafından korunuyor! Yetkililer ise bu vadiyi korumak için en az on bekçinin istihdam edilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Bunu anlatırken de acı bir olayı hatırlatıyorlar bize: Afyon ili sınırları içinde olan Frig kaya anıtı Büyük Kapı Kaya ve Küçük Kapı Kaya, altın bulmak için her yolu deneyen define avcıları tarafından yerle bir edildi. O sırada bölgede geçici bir bekçi bile yoktu. Son olarak Datça'da M.Ö. 3. Yüzyıl'da kurulan antik Knidos Kenti'nden tarihi sunak taşı çalındı. Kış aylarında jandarma karakolunun bile boşaltılıp, devre dışı bırakıldığı yöre, tarihi kent hırsızlarının insafına terkedilmiş durumda.

Yağmadan kurtarılıp müzlere konulan tarihi eserler ise yine de tam olarak kurtulmuş sayılmıyor. Öncelikle Türkiye'de çok sayıda eser bulunduğundan dış ülkelerde müzelik sayılan birçok eser Türkiye'de yer yokluğu nedeniyle sergilenmeden depolarda bekliyor. Zaman zaman müzelerde değişimli olarak sergiye çıkan bu eserlerin korunması için yeterli uzman kadro mevcut değil. Periyodik olarak restorasyonu yapılmayan eserler zaman içinde bozuluyor ve kaybolup gidiyor.

Açık ören yerlerini tehdit eden tarihi eser hırsızlığı müzeler sözkonusu olduğunda daha organize hale geliyor. Türkiye'deki birçok SİT alanı gibi müzelerimiz de ‘‘kültür politikamız’’ gereği sözde koruma altında. Bu nedenle eserlerin çoğu müzelerden çalınıyor. Bir müzenin iyi bir şekilde korunması için yetiştirilmiş özel güvenlik elemanlarına ya da en azından kadrolu bekçilere, müzeyi her an gözetleyecek kameralara, geniş çaplı bir ışıklandırma sistemine ve müzenin etrafını çevreleyecek duvarlara ihtiyaç var. Fakat bunlar Türkiye'nin belli başlı birkaç müzesi hariç lüks sayılıyor.

Kültür Bakanlığı'na genel bütçeden ayrılan binde 3'lük ödenekle bunların yapılması mümkün değil. Bu giderlerin karşılanması için tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sponsorluk kavramını yerleştirmek gerekiyor. Ancak tüm bunlar da yeterli olmuyor kimi zaman. Eskişehir Arkeoloji Müzesi, Kültür Bakanlığı tarafından ‘‘korunan’’ müzelerimizden. Bir ara silah ruhsatı olmayan bir kadın bekçi tarafından emniyeti sağlanan müze şimdilerde geçici kadrolu bir bekçinin koruması altında.

Bu müzenin gerçek bir korumaya kavuşması için gerekli 15 milyarı vermeye hazır şirketler bulunmuş durumda. Ancak Eskişehir Arkeoloji Müze Müdürü bir yıldır, Kültür Müdürü ise altı aydır geçici görevle Ankara'da olduğu için asal görevlerinin başında değiller ve bu yüzden gerekli prosedür işleyemiyor. İlgililere duyurulur.

SAHTELERİ SERGİLENİYOR

Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Genel Başkanı Prof.Dr. Levent Zoroğlu, Türkiye'de büyük bir soygunun yaşandığını belirtiyor. Ona göre, Türkiye'de soyulmayan müze yok! ‘‘Bazı müzelerde çalınan gerçek eserlerin yerine sahteleri sergileniyor; sadece 1997 yılı içinde kaçak yapılan kazılardan ve müzelerden 700'ü aşkın tarihi eser çalındı. İstiyorlarsa müzelerin kataloglarıyla varolanlar karşılaştırılsın. O zaman gerçek daha iyi ortaya çıkar’’ diyor. Müze bodrumlarının da tıklım tıklım dolu olduğunu belirten Zoroğlu, ‘‘Alt yapısı gerçekleşmeden, koruma ve kullanma koşulları dikkate alınmadan yapılan arkeolojik kazılar, bir yıkımın başlangıcıdır’’ diye devam ediyor ve ekliyor: ‘‘Çıkartmayın. Koruyamıyoruz; toprak bizden daha iyi koruyor.’’

Tüm yeraltı ve yerüstü kültür varlıklarının devletin malı olduğunu ve bunları arkeolojik kazılarla çıkarma hakkının da yasayla Kültür Bakanlığı'na ait olduğunu söyleyen Zoroğlu, şunları söylüyor:

‘‘Doğal olarak Türk kazılarının parasal harcamalarının büyük bir bölümünün kaynağı, devlet bütçesinden binde üç oranında pay alan Kültür Bakanlığı'ndan sağlanmakta. Ülkemizin genel ekonomik ve sosyal sorunları yüzünden günümüzde müzelerimizin büyük bir çoğunluğu atıl duruma gelmiştir. Öncelikle yeteri kadar uzman arkeolog hatta master ve doktora yapmış olan meslektaşlarımız olduğu halde bunların istihdamı gerçekleşmemektedir. Sonuçta da müzelerimizden tarihi eserler çalınıyor, SİT alanları talan ediliyor. Müzelerimiz uzman personelsiz ve bekçisiz kalmıştır.’’

Zoroğlu'nun dedikleri gerek Yazılıkaya'da, gerekse Knidos'ta ve birçok müzede maalesef karşımıza çıkıyor. Zoroğlu, şu anda içinde bulundukları durum gözönüne alınırsa, müzelerden eser çalınıyor olması gayet doğal. Çünkü müzelerimizde eser sergileme, saklama, depolama, temizleme, koruma gibi en basit uygulamalar için bile tam bir kaos yaşanıyor. Bu durumdaki müzeler, üstüne üstlük bir de Belçika ya da Hollanda büyüklüğündeki bir alanda bulunan ve bünyesinde her tarihi dÖneme ait kalıntıları barındıran kentlerin korunması ve kollanması gÖrevlerini de üstleniyor. Dolayısıyla Zoroğlu, ‘‘Araçtan ve iletişim olanaklarından yoksun olan böylesi müzelerin soyulması, bu müzelerin olduğu bölgelerde kaçak kazıların ve eski eser hırsızlığının artması da kaçınılmaz bir sonuçtur’’ diyor.

Doğadan çok insan zarar veriyor

Tarihi eserlerin yok olması ve tahrifatı doğal ve doğal olmayan sebeplerden kaynaklanıyor. Sel, deprem, erozyon, yangın gibi doğal afetler elbette tarihi eserlere zarar veriyor ama ne yazık ki onlar en çok insan eliyle ortaya çıkan etkenlerden zarar görüyorlar. Savaşlar, bu zararı verenlerin en yıkıcılarından biri.

Ancak bir de tarihi eserlerin doğrudan hedef alınması var ki buna Vandalizm adı veriliyor. Vandalizmin çeşitli şekilleri ve gerekçeleri var. En önde geleni ideoloji ve milliyetçilik adı altında sistematik olarak yapılanı. Örneğin bir zamanlar Osmanlı egemenliğinde yaşayan ve şimdi bağımsız birer devlet olan coğrafyalarda, Osmanlı kültürünü yok etmek için ondan kalana tüm eserlerin ortadan kaldırılması çabası vardı. İnsanlar tarihlerinin istemedikleri bölümlerini, kanıtları yok ederek ortadan kaldırabileceklerini düşününce, bu tür eserler bir Vandalizm tehdidiyle karşılaşıyor.

Diğer bir Vandalizm türü ise yine örneğin Türkiye'yi ziyaret eden ancak Türk kültürünü beğenmeyen turistlerin bazı eserleri bilinçli olarak tahrip etmesi... Tabii bir de tarih bilincinden yoksun kesim var; eserlerin üzerine yazı yazıyor, kazıyor ya da bir parçasını evine hatıra olarak götürmek istiyor! Bu da Vandalizm'in bir başka türü oluyor.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!