Güncelleme Tarihi:
Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nevin Yazıcı, Çanakkale Savaşı'nın Türk askerinin inanç, kararlılık ve cesaret mücadelesinin manzumesi olduğunu bildirdi.
Türk askerinin Çanakkale'de ölüm kalım savaşı verdiğini, gelecek nesillerin varlık ve bağımsızlığı için hayatını feda ettiğini dile getiren Yazıcı, sınırlı cephanesi ve kısıtlı imkanlarla gösterilen mücadelenin adeta destanlaştığını, bu zaferin ruhuna uygun olarak “Çanakkale Geçilmez” sözleriyle ebedileştirildiğini söyledi.
Yazıcı, Türk askerinin cephe gerisinde, siper hayatında, mevsim şartlarına meydan okuduğunu, fiziki şartların zorluklarına büyük bir dirençle göğüs gerdiğini, moralini ve maneviyatını, inancıyla ve vatan sevgisiyle diri tutup, ölüm kalım mücadelesi verdiğini belirterek, “Askerin cephedeki sosyal ihtiyaçlarının önemli kısmı gerek menzil teşkilatı, gerek yardım cemiyetleri, gerekse sivil halk tarafından dayanışma ruhuyla giderilmeye çalışıldı” dedi.
Kanlı muharebeler sırasında, tarafların birbirlerine karşı tutum ve davranışlarının, karşılıklı insani ilişkileri geliştirdiğini anlatan Yazıcı, İtilaf Devletleri'nin gerçekleştirdiği asılsız propagandalar ve ön yargıların muharebeler esnasında kaybolduğunu vurguladı.
Yazıcı, Çanakkale Savaşları'nın “meydan muharebesi” olmadığını, Çanakkale Boğazı'nın uzun ve dar yarımadası Gelibolu'da, yüz binlerce insanın kucak kucağa, boğaz boğaza geldiğini, Türk'ün kendi topraklarını korumak için mücadele ettiği meşru bir savunma olduğunu, Türk askerinin bu meşru savunmadaki iradesi, cesareti ve kahramanlığıyla adeta destan yazdığını ifade etti.
Savaşlar sırasında siper hayatı
Yrd. Doç. Dr. Nevin Yazıcı, 18 Mart 1915'te Türk askerinin zaferiyle Çanakkale Deniz Savaşları'nın son bulduğunu, 9 ay sürecek kara muharebelerinin başladığını söyledi. Kara muharebelerinde her iki tarafın yarım milyona yakın zayiat verdiğini anlatan Yazıcı, 25 Nisan 1915'de kazılmaya başlanan siperlerin savaşın sonuna kadar Türk askerlerinin vazgeçilmez hayat sahası olduğunu bildirdi.
Yazıcı, iç içe geçmiş labirentleri andıran ve yüzlerce kilometre uzunluğundaki siperlerin, toprağın altında adeta yeni bir şehir, yeni bir hayat gibi tesis edildiğine işaret ederek, 'İki tarafın siperleri arasındaki mesafe, cephe hattına göre farklılık göstermekle, 8 metre ile 100 metre arasında değişmekteydi. Siperler, bazı yerlerde bir arabanın rahatlıkla geçebileceği 3 metreye yaklaşan derinlikte ve genişlikte kazılmış irtibat yollarıyla bağlanmıştı” dedi.
Siperlerin, cephedeki tüm faaliyetleri, binlerce mevcutlu kıtaları toprağın altında, görünmeden yaşamasını sağlayan büyük bir şehri andırdığını dile getiren Yazıcı, şöyle konuştu:
“Siperlerin her birine isim verilmiş, sokak başlarına da yolları ve kıtaların yerini gösteren tabelalar yerleştirilmişti. En uzun boylu askerlerin bile ayakta durduğunda görülemeyeceği kadar derinlikte, toprağın çökmesini önlemek için kum torbaları ve kazıklarla desteklenen siperlere, zeminlikler ve duvarlar kazılmak suretiyle 'mahfuz mahal' denilen kovuklar yapılmıştı. Asker vaktini mahfuz mahallerde oturarak geçiriyor, gece gündüz elbise ve çizmeyle yatıp, kalkıyordu. Siperden başın kaldırılmasının imkanı yoktu. Bu sebeple savaşan askerlerin çoğu sahili bile görememişti. Müsait zamanlarda cephane ve bomba sandıklarının üstünde uyunabiliyordu. Siperin en lüks yatağı ise koyun postuydu. Bombardıman sırasında asker siperde oturur, beklerdi. Bombalar patladığında siperler sarsılır, her tarafa toprak yağardı. Bomba çok yakına veya siper içinde patladıysa, dumandan nefes alınamaz hale gelir, erlerin çoğu bayılırdı.”
“Siperde en sevilen oyun halat çekmeydi”
Yrd. Doç. Dr. Yazıcı, siperlerin yakın olduğu yerlerde, her iki tarafın askerlerinin birbiriyle konuşabildiğini, bazen de bir şeyler verebildiğini bildirdi.
Düşmanın attığı konservelere karşılık Türk askerinin kendisine bin bir güçlükle gönderilen yemişleri gönderip, Müslüman Türk'ün cömertliğini göstermekten geri kalmadığını dile getiren Yazıcı, düşman siperlerine yakın mesafelerde, Türk askerinin maneviyatını artırmak, karşı tarafa psikolojik baskı oluşturmak için bando tarafından marşlar çalındığını söyledi.
Yazıcı, muharebelerin olmadığı zamanlarda siperdeki askerlerin vakitlerini türkü söyleyip, oyun oynayarak geçirdiğini belirterek, “En sevilen oyun halat çekme, en çok tertiplenen ve ilgi çeken spor ise güreşti. Koşu ve ip çekme oldukça ilgi toplayan yarışmalardı. Erlerin pek çoğu okuma yazma bilmedikleri gibi farklı yörelerden gelenler de birbirlerini anlamakta güçlük çekerdi. Bu nedenle askerler 'Cephe Tiyatroları'nda memleket skeçleri, halk oyunları ve türküler eşliğinde eğitilirdi. Güldürülerle de askerin savaşın psikolojik baskısından uzaklaşması sağlanırdı” diye konuştu.
Askerlerin boş zamanlarında, bombaların boş kapsülleriyle saksılar, mürekkep hokkaları, biblolar ve lambalar yaptığını, böylece yaşadıkları siperleri süsleyip, yuva haline getirdiğini anlatan Yazıcı, siperlerin en hüzünlü anının ise ağır bombardıman altında geçirilen bayramlar olduğunu kaydetti.
Yazıcı, 12 Ağustos 1915'te Ramazan Bayramı'nın ilk günü 11. Tümen'de sade bir tören düzenlendiğini, erlerin elbiselerinin tozlarının alındığını, imkan dahilinde tıraşların olunduğunu, boy abdestlerinin alınıp, bayram namazı kılındığını, bayram kutlamalarını takiben top atışının yeniden başlamasıyla savaşa devam edildiğini ifade etti.
Yazın sıcak, kışın soğuk askeri olumsuz etkiledi
Yrd. Doç. Dr. Yazıcı, havaların ısınmasıyla siper hayatının zorlaştığını, defnedilmemiş cesetler ile temizliğin savaş şartlarında gerektiği gibi sağlanamamasının sinekleri çoğalttığını, bütün cepheyi bir “ölüm kokusu”nun sardığını belirtti. Kokunun kısmen de olsa bastırılması için beyaz bez içine dikilmiş kafur torbacıklarının askerin boynuna ya da göğsüne asıldığını dile getiren Yazıcı, şu bilgileri verdi:
“Sıcakların artırmasıyla azalan su kaynakları, temizliği olumsuz etkilemiştir. Askerlerin günlerce yıkanamamış olması, bit salgınının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Muhtemel bir salgını önlemek için erlerin haftada bir kere yıkanabilmesini sağlamak amacıyla yunaklar (seyyar banyo) hazırlanmıştı. Sık sık bit yoklamaları, sahra tuvaletlerinin söndürülmüş kireçle dezenfekte edilmesi ve küplere musluk takılması gibi tedbirlere başvurulmuştur. Yağmur, siperleri suyla doldurmuş, birçok cephane sandığı ıslanmış, sel askeri zor durumda bırakmıştır. Kış için alınan tedbirlerin yeterli olmayışı birçok askerin dondurucu soğuklara maruz kalmasına neden olmuş, özellikle kasım ve aralık aylarında sıcaklığın sıfır derecenin altına düşmesiyle birçok askerimiz donarak şehit olmuştur.”
Yazıcı, Çanakkale'de Türk ordusunun diğer cephelere nazaran ikmal imkanlarının fazla olduğunu, İstanbul'un yakınlığı, halkın ve askerin zafere inancıyla düzenli bir ikmal faaliyeti sağlandığını bildirdi.
Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin cephe gerisinde hastanelerin tesisi, doktor, sıhhi malzeme ve yaralıların gemilerle nakli gibi birçok hizmet verdiğini anlatan Yazıcı, cemiyetin açtığı çayhanelerle binlerce askerin çay ihtiyacının karşılandığını, ekmek, süt, ayran, yoğurt, sigara gibi temel ihtiyaç maddelerinin de dağıtıldığını kaydetti.