Tıp bilgisi olmayana tedaviyi yasakladı

Güncelleme Tarihi:

Tıp bilgisi olmayana tedaviyi yasakladı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 11, 2011 00:00

Hz. Muhammed, tıp alanındaki görüş, tavsiye ve uygulamalarıyla genç İslam toplumuna önemli örnekler bıraktı. Tıp ve hekimlik bilgisine sahip olmayanların tedavi yapamayacaklarıyla ilgili hükmü bu örneklerin en önemlileri arasında.

Haberin Devamı

RİVAYETTİR ki, Hz. Muhammed’in doktorla ilk tanışması, amcası Ebu Talib’in himayesinde geçirdiği çocukluk döneminde oldu. Gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle Mekke’nin Hıristiyan kökenli doktoru Abdurrahmân el-Attar tarafından muayene edildi. Muhammed Hamidullah’ın, “İslam Peygamberi” kitabında el Halebi’den yaptığı alıntıya göre hastalığı muhtemelen göz iltihabıydı.
Taberi, Hanbel ve Ebu Sa’d’ın yazdıkları
Doktor Ebu Rimse et Teymi’nin Hz. Muhammed’e ilgisi ise omzunda bulunan ve “Peygamberlik Mührü” olarak adlandırılan izle ilgilidir. Müslüman olmak için Medine’ye gelen Teymi’nin Hz. Muhammed’i muayene etme isteğini, İbn Hanmel ve İbn Sa’d’ın eserlerinden aktaralım: “Ben tabipler ailesine mensup bir doktorum… İnsan vücudundaki hiçbir kan damarı ve kemik bizim için meçhul değildir. Omzundaki şu hastalığı bana göster. Eğer çıkıntılı bir yumru söz konusu ise onu kesip yerinden çıkarır, ilaçla tedavi ederim.” Hz. Muhammed öneriyi kabul etmez, doktorların ize yönelik ilgisi ise geçmez. “Tarihin Babası” olarak nitelendirilen Ebu Taberi, “Ettabu’l Arab” lakabıyla anılan bir başka doktorun da “Peygamberlik Mührü” ile ilgilendiğini yazar.  İslam kaynaklarına göre Hz. Muhammed’in hayatında, hikayesi ayrıntılarıyla bilinen bir diğer doktor da Damad el- Ezdi’ydi. İmam Zehebi’nin “İslam Tarihi” eseri, Ezdi- Hz. Muhammed diyaloğunu, Ezdi’nin ağzından şöyle anlatır:
“Ben ‘Cin çarpmasına karşı muska yaparım, Allah da benim elimle dilediği kimseye şifa verir. Haydi, gel de sana muska yapayım’ dedim. Hz. Muhammed ise ‘Şüphesiz Hamd Allah’a mahsustur. Ona hamd eder, Ondan yardım dileriz. Allah kime hidayet vermişse onu saptıracak kimse olamaz. Onun sapıttırdığına kimse hidayet veremez. Allah’tan başka ilah olmadığına, onun tek olup, ortağı olmadığına şahadet ederim. Ve Muhammed’in de onun kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederim’ karşılığını verdi. Bu sözleri tekrarlamasını istedim. Üç kere tekrarladı. Bunun üzerine ‘Vallahi ben kahinlerin de sihirbazların da şairlerin de sözlerini duydum. Ama şu kelimeler gibisini asla duymadım… Haydi ver elini de İslam üzere sana biat edeyim’ dedim.” Ve Ezdi, Hz. Muhammed’in yanından bir Müslüman olarak ayrıldı.
Ebi Vakkas’a tavsiyesi
Genç İslam toplumu kaynaklarında adı en çok geçen doktorlar arasında “Tabibü’l Arap” namıyla meşhur Taifli Haris b. Kelede es Sekafi de vardır. Hamidullah’ın satırlarından okuyalım: “...el-Haris, bir zamanlar Resulullah (AS)’ı bile tedavi etmişti. Anlaşıldığına göre kendisi onun tedavisinden çok memnun kalmıştır. Zira, İbn Hacer’in el-İsabe adlı eserinde naklettiğine göre, Sa’d ibn Ebî Vakkas hastalandığında, Resulullah kendisini ziyarete gitmiş ve kendisini el-Haris’e tedavi ettirmesini salık vermiştir.”
İslam toplumuna örnek
Hz. Muhammed, yaşamı boyunca tıp alanındaki görüş, tavsiye ve uygulamalarıyla genç İslam toplumuna onlarca örnek bıraktı. İbn Hanbel’in aktardığı bir hadis bu örnekler arasında öne çıkar: “Bir gün bazı Bedeviler Resulullah’ın huzuruna girmişler ve konuşma sırasında kendisine şöyle bir soru yöneltmişlerdi: İslam’da ilaç kullanmak suretiyle tedavi olmak meşru mudur? Resulullah, gayet anlaşılır bir biçimde şöyle cevap vermiştir: Elbette! Zira, Allah, ihtiyarlık dışında, çare ve dermanını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır.”
Hamidullah da Hz. Muhammed’in dönemin sahte doktorlarıyla ilgili kararlarına değinir: “İbn Mâce ve Nesâ’î’nin naklettiklerine göre, Resulullah, tıp ve hekimlik bilgisine sahip olmayan kimselerin, hastaların tedavisiyle uğraşmalarını resmen yasaklamış ve bu hastalara verecekleri her türlü zarardan kendilerinin sorumlu olacaklarını açıklamıştır. Ebu Davud da Resulullah (AS)’ın, tabibe ödenecek tedavi ücretinin meşru olduğunu açıkladığını nakleder.”

Haberin Devamı

KONULU HADİS PROJESİ

Haberin Devamı

Sadaka müminin kıyametteki gölgesidir

HİCRETİN 90. yılında vefat eden Mısır’ın seçkin alimlerinden Mersed b. Abdullah Mescid’e her gelişinde sadaka olarak vereceği bir şeyler getirirdi. Bir defasında da soğan getirdi. Yakın talebelerinden Yezîd b. Ebî Habîb “Ey Hayrın babası (Eba’l-Hayr) üzerindeki elbiseni kokutan bu şeyle ne yapmak istiyorsun” diye sorar. Bunun üzerine Mersed, “Vallahi evimde sadaka vermek için bundan başka bir şeyim yoktu” der ve Hz. Peygamber’in şu hadisini hatırlatır: “Kıyamet günü müminin (altında serinleyeceği) gölgesi sadakasıdır.” (İbn Hanbel, IV, 233, no: 18207)
Hazırlayan:
Dr. Mahmut Demir/ Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Haberin Devamı

RAMAZAN SÖZLÜĞÜ

Teheccüd Namazı: Arapça bir kelime olan teheccüd, hem uyumak, hem de uyanmak manalarına gelmektedir. Dinî bir kavram olarak teheccüd namazı ise, gece kılınan namaz demektir. Yatsı namazından sonra, terâvîh ve vitir namazının dışında, uyumadan veya bir süre uyuduktan sonra kalkılıp kılınan gece namazlarının tamamı için teheccüd ifadesi kullanılmaktadır. Hz. Peygamberin sürekli olarak devam ettiği teheccüd namazı, sevabı çok bir ibadet olup müminler için menduptur. Teheccüd namazı dört veya sekiz rekat kılınabileceği gibi, iki rekat da kılınabilir. İki rekatta bir selam verilerek kılınması daha faziletlidir.

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN

Haberin Devamı

ZEKAT yükümlülüğü: Zekâtla yükümlü olmak için dinen zengin olmak gerekir. Borcundan ve zarurî ihtiyaçlarından fazla olarak 80.18 gr. altını ya da bunun değerinde parası olan kimse dinen zengin sayılır. Kişinin, temel ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı veya daha fazla mala sahip olduğu andan itibaren bu birikiminin üzerinden bir yıl geçince zekât vermekle yükümlü olur ve bunun kırkta birini (yüzde 2,5) zekat olarak verir. Bundan sonra her yıl aynı tarih gelince elindeki birikiminin bir dökümünü yapar, alacaklarını ekler, borçlarını düşer, temel ihtiyaçlarından fazla olarak yine nisap miktarı mala sahip bulunuyorsa zekâtını tekrar verir.

Haberin Devamı

RAMAZAN SÖZLÜĞÜ

el-RAFİ: Sözlükte kaldıran yükselten ve şerefini artıran anlamına gelen “er-Râfi’” ismi, Allah’ın sıfatı olarak mertebesi en yüce olan, azamet, yücelik ve büyüklük bakımından en üstün olan, kendisinin üstünde hiç kimse bulunmayan; göğü yükselten, Peygamber ve itaatkâr müminlerin itibar, şan ve şerefini artıran demektir. “(O) dereceleri yükselten Arş’ın sahibi (Allah’ın) emrinden olan ruhu, (vahyi) kullarından dilediğine indirir ki, buluşma gününe kadar (insanları) uyarsın.” (Mümin, 40/15) En üstün, en yüce ve en değerli varlık Allah’tır. O azamet sahibidir, yücelerin yücesidir. İman, ibadet, takva ve güzel ahlak ile kullarından dilediğini yüceltir, itibarlı ve değerli yapar, ahirette nimetleriyle ödüllendirir, cennetteki mevkilerini yükseltir. O’nun ve kullarının katında itibarlı olabilmemiz için iyi Müslüman olmamız gerekir.
Hazırlayan Doç. Dr. İsmail Karagöz

DR. ÖMER MENEKŞE: Oruç, sabrın yarısıdır...

HAYAT mevsimler gibidir. Nasıl ki mevsimler değişir. Her kışın ardında bir bahar vardır. İlkbaharda çiçekler açar, ağaçlar yeşillenir ve tabiat canlanmaya başlar. Yaz ayında hayat rengârenk olur, her tarafta kuş cıvıltıları ve neşesi vardır. Tabiat bir nevi bayram eder. Hayat sıcacık olur. Sonbahar gelince hayat yavaş yavaş solmaya ve sararmaya başlar. Kış mevsiminde ise hayat bir nevi ölür. Adeta bembeyaz bir kefen altında kalır bütün canlılar.
Mevsimler nasıl ki böyle hâlden hâle geçer, insanların hayatları ve halleri de böyledir. Bazen insan ruhunda ve kalbinde yazın neşesini yaşar. Hayat cıvıl cıvıl, rengarenk olur onun için. Bazen de sonbahar hüznüne kapılıp, gönül bahçesinin ümit ve sevgi yapraklarını dökmeye başlar. Umutları ve hayalleri bir sonbahar yaprağı gibi solmaya başlar. Sonbahar yağmurları gibi onun da gözyaşı yağmurları olur. Bazen ise kış mevsiminin üşütmesi gibi ruhu ve kalbi bir takım olumsuzluk ve üzüntüler karşısında üşümeye başlar. Bu dört mevsimi her insan haleti ruhiyesinde yaşar. İşte bu başkalaşmalar ve değişimler karşısında insanın dirayetli ve sabırlı olması gerekir. Zira hayat esasen bir mücadele sürecidir. Sabır ise en çetin imtihanlardan başarıyla çıkmayı sağlayan bir anahtar... Başa gelen musibet, felaket ve sıkıntılardan sabırla çıkılır.
Sabır aydınlıktır
İnsanı kendine çeken ve sonu felâket olan günahların, nefsin kötü arzularının karanlığına düşülmez ancak sabırla... Nefse ağır gelen ibadetlerin meşakkatlerine ve külfetlerine katlanılır sabırla.. Sabır aydınlıktır... Peygamberimiz (s.a.s) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurur:
“Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve günah işlememekte sabır...” (Süyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416) Sabır; dayanmaktır zorluklara, tahammül etmek, göğüs germektir acılara... Acele etmeden sükunetle işin sonunu beklemektir, pes etmemek, yılmamaktır... Sabır; başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başkasına şikayet etmemek, yakınmamak, sızlanmamak; zorluklar karşısında hali yalnız Allah’a arz etmek, O’na tevekkül etmek, O’na güvenmektir... Şehevi duyguları, nefsani arzuları frenlemektir... Sorumluluğun bilincine varmak; takva, ciddi bir süreç ister. Bir işin devamlı ve ciddi yapılması için en gerekli azıktır sabır... Kişinin sabrını artırır oruç... Güçlüklere katlanmaya alıştırır oruç... Sabretmektir oruç... Ve sabrı öğretendir oruç... Aç kaldığında hiçbir şey yememeye söz vermektir. Dudakların susuzluktan çatlasa da susuzluğa direnmektir sabır.  Kötü söz söylememektir. Kutlu Nebi buyurur: “Oruç sabrın yarısıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm 44) diye... Sabra yelken açan yürekleri önce Ramazan coşturur... İnsan önce kendini keşfeder. Ne kadar tahammülünün olduğunu keşfetmek için iyi bir başlangıçtır Ramazan... İyilikte yarış etmeye söz vermektir... Kötü olan ne varsa hepsine kilit vurmaktır... Nimetin kadrini bilip, yoksulun ve çaresizin halini anlamaktır... Sabırla nefsi terbiye eden, iradeleri eğiten kutlu bir mevsimdir Ramazan...
Ramaz kelimesi ve ramazan
Oruç da Ramazan’da bir başka anlam kazanır. Araplar, kiri ve tozu silip süpüren yağmura ramzâ derler. Ramazan kelimesi bir görüşe göre buradan alınmıştır. Çünkü Ramazan, yağmurun, pisliği süpürdüğü gibi insanın kötü huylarını, nefsani arzularını ve nihayet günahlarını silip süpürür. Bazıları Ramazan güneşin kavurucu sıcağından taşların yanmasını, kor gibi yakıcı bir hal almasını anlatan Ramaz kelimesinden türemiştir, derler. O vakit Ramazan çekilen hararet, ızdırap ve meşakkatlerle kulun süfli arzularını yakan bir kor olur, kötü arzuların yol açtığı günahlarla kulun Cehennem ateşinde yanmaması için... Ramazan ayında, sabır Ramazanlaşır. Bu ayda sabır, müminin benliğini kaplar. Oruç, açlığa, kavurucu sıcaklığa, susuzluğa ve her türlü mahrumiyete karşı bir meydan okumadır. Oruç, nefsin ok gibi yağan emir yağmurlarına; tutulan bir kalkandır. Peygamberin ifadesiyle “Günahlara, kötülüklere bir kalkandır. (Müslim, “Sıyam”, 162). İnsan oruçluyken, önünde duran yemeğe elini uzatmaz, şırıl şırıl akan suyu yudumlamaz, katlanır, yoksunluğa ve açlığa, direnir zevke ve sefaya... Kulak verir Peygamberi ikaza...
Sabrın sonu selamettir
“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa ‘Ben oruçluyum’ desin.” (Buharî, “Savm”, 9; Müslim, “Sıyâm”, 163) Çünkü Ramazan, “Şehru’s-Sabr” yani ‘sabır ayı’dır. (İbn Mâce, “Sıyam”, 43) Sabrın sonu selamettir. “Sabrın karşılığı cennettir.” (Münzirî, II, 94–95) ve “Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara Sûresi 2/153, 249; Enfal Sûresi 8/46, 66) Sabır ayı, sabır insanına dönüştürdüğü kula veda ederken, sanki inanların kulaklarına usulca fısıldar:“Sabredenlere ödülleri hesapsız verilir.” diye. (Zümer, 39/10)     Dr. Ömer MENEKŞE
DİB. Bilgi Yönetimi ve İletişim Daire Başkanı

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!