Teşvikiye'yi teşvik etmişlerdi

Güncelleme Tarihi:

Teşvikiyeyi teşvik etmişlerdi
Oluşturulma Tarihi: Ekim 18, 1999 00:00

Haberin Devamı

Osmanlı'nın modernleşmesindeki ilginç uygulamalardan biri, Osmanlı hükümdarlarının Avrupa'daki şehircilik faaliyetlerini örnek alarak imparatorluk başkentinde yeni semtler oluşturma çabalarıydı. Genç İstanbul araştırmacısı Burak Çetintaş 'teşvikle' kurulan bu semtlerden biri olan 'Teşvikiye'nin kuruluş öyküsünü yazıyor.

Sarayın lojman mahallesi

Sultan İkinci Abdülhamid’in tahta geçmesinden sonra, Teşvikiye devlet adamları için bir lojman bölgesi kimliği kazanmaya başladı. Dönemin tüm ileri gelenleri saraydan verilen talimata uyarak Teşvikiye'ye yerleştiler. Hükümdar 1892'de semt sakinleri için Meşrutiyet Camii'ni yaptırdı ve babasının inşa ettirdiği Teşvikiye Camii'ni de tamir ettirdi. İstanbul yakasındaki konağını yahut Boğaziçi'ndeki yalısını buraya naklederek sarayın ve padişahın yakın takibine giren devrin idarecileri sayfiyeye çıkacakları zamanlarda bile saraydan izin almak zorundaydılar. Ancak 33 senelik saltanatı süresince padişahtan neredeyse hiçbir zaman böyle bir izin çıkmadı.

Dönemin önde gelen devlet adamları artık caddenin iki yanında yaşıyorlardı: Teşvikiye Camii'nin karşısından başlayarak bugünkü Osmanbey'e doğru sarayın 'serhafiye'si yani gizli polis şefi Ahmet Fehim Paşa ve İngiliz yanlısı ünlü sadrazam Kámil Paşa'nın konakları, bir diğer sadrazam Halil Rifat Paşa'nın, İngiliz Mehmed Said Paşa'nın, Tunuslu Hayreddin Paşa'nın ve mabeyinci Kambur İzzet Paşa ile Başkátip Tahsin Paşa'nın konakları sıralanıyordu.

Nişantaşı'ndan Harbiye'ye doğru uzanıldığında ise Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi'nin sınırları Dolmabahçe yamaçlarına kadar uzanan geniş çiftliği yeralıyordu. Karşısında, Osmanbey'e ismini veren başmabeynci ve ilk modern matbaanın kurucusu Osman Bey'in geniş bir bahçe içindeki ahşap konağı yeralıyordu.

Bugün İstanbul'un en seçkin ve en kozmopolit semtlerinden olan Teşvikiye, bundan 150 yıl öncesine kadar, ok talimlerinin yapıldığı boş bir araziydi. O zamanlar yemyeşil vadilerin ve tepelerin uzandığı mekánı sadece şehrin dışında sakin bir köşe arayanlar bilir, sık sık gelinen kır kahvelerinde sessizliğin yansıması dinlenirdi.

Bölgedeki ilk hareketlenme 18. yüzyılın ilk çeyreğinde Hacı Hüseyin adında o sıralarda Kasımpaşa Tersane Eminliği yani tersane yöneticiliği görevinde bulunan bir kişinin arazi satın alarak kendisine ait bahçe haline getirmesiyle başladı. Eski tapu kayıtlarına göre Üçüncü Ahmed'in 'Lále Devri' olarak bilinen iktidar döneminde görev yapan Hacı Hüseyin Efendi, sahip olduğu arazilerin Ihlamur'dan Nişantaşı'na uzanan kısmında bağcılık yapılabileceğini farkedince bölgeyi üzüm bağı haline getirmişti. Ancak bu faaliyeti uzun sürmedi. Günün birinde devlet orta derece bir memurun böyle bir araziye nasıl sahip olduğunu merak edince Ağa'nın sadece Ihlamur taraflarında değil, İstanbul'un daha başka birçok yerinde geniş arazileri olduğu ortaya çıktı.

Kırda atış talimleri

Yapılan soruşturmada, Hüseyin Ağa'nın servetini meşru yollardan elde etmediği anlaşılınca hem bütün mallarına el kondu, hem de Ağa kellesinden oldu. Aradan birkaç yıl daha geçti ve İstanbullular'ın 'Hacı Hüseyin Bağları' olarak bildikleri geniş arazi yavaş yavaş 'Ihlamur Mesiresi'ne dönüşmeye başladı.

Ihlamur'un ilk konuğu zamanın hükümdarı Üçüncü Selim'di. Yeni kurduğu ve Nizam-ı Cedid adını verdiği ordusuyla araziye çıkmayı, okla ve tüfekle atış talimleri yapmayı çok seven padişah talimler için askerleriyle birlikte günübirliğine Ihlamur'a gelip gitmeye başladı. 1790'da yapılan bir ziyaret sırasında Ihlamur'un Yıldız'a bakan yamaçlarından yapılan tüfek atışlarından birinde rekor kırılınca da atıcılık geleneklerine uyularak bugün Teşvikiye Camii'nin avlusunun bulunduğu yere ilk 'menziltaşı' yani kurşunun düştüğü yeri gösteren bir taş dikildi. Padişah dört yıl sonra bu taşın hemen gerisine bir sonraki gelişlerinde öğle ve ikindi namazlarını kılabilmek için ahşap bir de cami yaptırdı ve bu cami bugünkü Teşvikiye Camii'nin öncüsü oldu.

Üçüncü Selim gibi askeri talimlere meraklı olan İkinci Mahmud da benzer bir atış rekoru sonrasında bölgeye iki menzil taşı daha diktirdi. Taşların ilki bugün Teşvikiye Camii'nin avlusunda, diğeri de Topağacı Ihlamur Yolu'ndaki 54 numaralı Çınar Apartmanı'nın bahçesinde bulunuyor.

Teşvikiye'nin halka açılması ve ilk imar faaliyeti, 1839'da tahta çıkan Sultan Abdülmecid zamanında yaşandı. O yılların Avrupa'sındaki büyük başkentlerin yeni yerleşim planlarını bizzat hükümdarların çizmesinden ve modern semtler kurmalarından etkilenmiş olan sultan, İstanbul'da da böyle bir semt yaratma hevesindeydi ve 'teşvik edilen' mahalle olan 'Teşvikiye', bu düşünceyle doğdu.

İlk önce Teşvikiye Camii'ni 1853'de yıktırıp kárgir olarak yeniden inşa ettirdi. Arkasından da semti iskána açmak gayretinin sembolü olarak bugün biri Harbiye Karakolu'nun hemen yanında, diğeri de Valikonağı, Teşvikiye ve Rumeli Caddelerinin kesiştiği dörtyol ağızında bulunan iki anıt taşını diktirdi. Sokakların şekillenmesi ve ilk binaların inşası bundan sonra başladı.

Oduncubaşı’nın mekÁnı

Ihlamur ise bu dönemde tam bir mesire yeri olmuştu ve hükümdar buraya iki adet köşk yaptırdı. Köşklerin yerinde Üçüncü Selim'le İkinci Mahmud'un saltanat yıllarında yapılmış olan ahşap bir bağ evi vardı ve yeni binalar Dolmabahçe Sarayı'nın inşaatından artan malzemeyle mimar Balyan'a yaptırıldı.

Semt Maçka'dan Sultan Aziz'in Taşlık'ta inşa ettirmeyi planladığı ancak yaptıramadığı cami projesinin bir parçası olan Maçka Mezarlığı'ndan ve hemen karşısındaki Maçka Jandarma Karakolu ile Siláhhane'den itibaren yapılanmaya başladı . Teşvikiye'ye doğru saray hizmetlileri, başka bir deyişle sermüezzin, ikinci imam, oduncubaşı, kilercibaşı ve benzeri görevlilerin evleri ve konaklari ile yapılanmaya başlayan semt Teşvikiye Camii'nden Osmanbey'e doğru ilerlediğinde dönemin yüksek yöneticilerince itibar gördü ve bu şekilde gelişti.

İstanbul'un yerleşim tarihi bakımından çok genç sayılan Teşvikiye, bugün de İstanbul'un ve İstanbulluların gözbebeği ve öyle kalacağa benziyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!