Güncelleme Tarihi:
Dokuz çocuklu, ekonomik zorluklar içindeki bir aileden gelen ve tenis dünyasının zirvesine tırmanan Avustralyalı Patrick Rafter'ın hikayesi tam bir Amerikan rüyası. Geçen yıl Amerikan Açık Tenis Turnuvası'nı kazanan Rafter'in bankada birkaç milyon doları, Bermuda'da bir evi ve peşinde ‘‘Seni seviyoruz!’’ diye haykırarak dolaşan bir dolu kız var.
Farklı oyuncular, zaferlerini farklı biçimde kutluyorlar. Bundan 12 ay önce Amerikan Açık Tenis Turnuvası'nın şampiyonu Patrick Rafter'ın şampiyonluk sevinci belleklerden çıkmış değil. Ancak şampiyonluk kutlamaları sadece, şampiyonluğu kazananların korttaki hareketleri ve tavırlarıyla sınırlı değil, bir de bu sporcuların fanları var; Rafter'ın şampiyonluğundan sonra fanlarından bir grup 900 dolarlık bir Chevrolet'yle ülke çapında bir gezi düzenlemişlerdi. Bu gösteriden sonra da şampiyon da fanlarını unutmamış ve onları maçlarına davet etmişti. Şampiyonluktan sonra Patrick Rafter'ın hayatı epey değişmiş. Ancak yine de, ‘‘Ben, her zaman nasıl yaşıyorsam, şimdi de öyle yaşıyorum,’’ diyor ve ekliyor, ‘‘Biliyorsunuz adımın çevresi bir mitle çevrili, ancak yaşantımı değiştirmek istemiyorum. Çok şanslı olduğumu biliyorum, fakat dünya sıralamasında 50'nci sıraya düşersem de mutlu olurum. Bu, 1 numara olup da kıçında bir acı hissetmekten daha iyidir. Hayatı seviyorum.’’
Tabii sevilmeyecek gibi bir hayat değil Rafter'ınki. Bankada birkaç milyon dolar, Bermuda'da bir ev ve arkasında çoğunluğunu tenis fanlarının oluşturduğu bir kadın ordusu. Kadınlar onun maçlarına üzerinde 'Sen Benim Aşk Tanrımsın' yazılı t-shirtler giyerek geliyor. Rafter da kendisini 'kadınların fan'ı olarak görüyor ve ‘‘Bütün heteroseksüeller gibi ben de onlardan hoşlanıyorum. İnsanlar beni ya da oyunumu görmek için geliyorlar. Nedeni umurumda değil, sonuçta geliyorlar. Erkekler kadınlara sarktığında yatmak istiyor, kadınlar erkeklere sarktığında ise bu çok daha masum. Öyle değil mi?’’
Medya televizyonda onun son ilişkisinden bahsederken Rafter, tıpkı bütün kadın fanlarının rüyalarında olduğu gibi, ilişkiye 'açık' biri olarak tarif ediliyor. Bu da onun bu yöndeki ününü günden güne pekiştiriyor.
Amerikan Açık Tenis Turnuvası'nı kazandıktan hemen sonra Rafter'ın başı fena halde derde girmişti. Zafer kutlamalarından hemen sonra bir genç kız, Rafter'ın kendisine tecavüz ettiğini iddia etmişti. ‘‘Onu herhangi bir yerden hatırlamıyorum,’’ diyor şampiyon ve ekliyor, ‘‘O bir psikopattı.’’ Rafter bu olaydan, kendisinden başka kimseye güvenmemek ve bir başkası için risk almamak gibi sonuçlar çıkarmış.
Bu kadar olmaz ki!
İnsan bu kadar ünlü olunca basınla da sorunları bitmiyor tabii ki. Başarı aynı zamanda Rafter'ın hiç istemediği yoğun ilgiyi çekmesine neden olmuş. Turnuvadan sonra Rafter, Bermuda'daki evine ulaştığında bahçesinde Avusturalya medyasıyla karşılaşmış. Dinlenmek için gitiği evinde hiçbir hobisini yapamaz hale gelmiş. ‘‘Özel hayata saygı gösterdikleri sürece basınla hiçbir sorunum yok,’’ diyor.
Ancak bu özel ilgiyi geçen yılın Avusturalya Grand Slam şampiyonu Pat Chas'i örnek göstererek şöyle açıklıyor: ‘‘Biz spora takıntılı bir milletiz. Bu, İngiltere'de monarşi, Amerika'da sinema yıldızları neyse, bizde de ona tekabül ediyor. Pat oldukça zor günler geçirdi ama bunu başarıyla atlattı. O günleri düşünüyorum da... Çevrenizde çığlık atan bir sürü kız... Bütün bunlara katlanmak hiç de kolay değil.’’
Rafter'ın hayatı her ne kadar sürekli medyanın gözü altında da olsa yine de değiştirmediği bazı özellikleri var. Örneğin hala bir arabası yok, ‘‘Gezilere üç bavul elbise ve ayakkabıyla çıkıyorum ama yine de bunların arasında Armani frak yok. Ben bir yuppie değilim. Günlük hayatta grunge tarzdan hoşlanıyorum ve bundan da memnunum,’’ diyor.
Kalabalık aile
Rafter dokuz çocuklu bir ailenin oğlu. Çocukluğunda odasını dört kardeşiyle bölüşmüş. ‘‘Sürekli kavga eder, küfürleşirdik. Orada her gün yeni bir küfür öğrenirdiniz. Biz büyüdükçe ailemiz için mali açıdan daha da zor günler başladı. Ama onları severdim. Onları dünyaya değişmezdim. Ailemiz istediğimiz her şeyi yerine getirmeye çalıştı. Annem bize elbiseler diker, sonra üstlerine Lacoste amblemleri işlerdi. Çok iyi şeyler hatırlıyorum onlar hakkında. Mali olarak işler kötüye gitmeye başladığında da onlar için asla kötü şeyler hissetmedik. Birlikte çok eğlenirdik. Sanırım büyük bir aile içinde büyümek, insanı bencil olmaktan koruyor,’’ diyor Rafter.
Bir eleştirmen bir keresinde ona, başarının onu nasıl değiştireceğini sormuştu. Rafter'ın yanıtı netti: ‘‘Korkmayın, tıpkı şimdi olduğu gibi o zaman da aynı bok çuvalı olacağım.’’
Playboylar Kulübü
Jimmy Connors
Yığınların sevgilisi
Beş Amerika Açık Tenis, iki Wimbledon ve bir de Avusturalya şampiyonluğu olan Jimbo'yu halk, sesli tenis oynamanın öncülüğünü yapması ve bir zamanlar Chris Evert'le nişanlı olması nedeniyle severdi. Connors kortlarda hiçbir zaman ağırbaşlı olmadı ve sekiz şampiyonlukla kazandığı popülariteyi yine kendisi paramparça etti. Bu parçalanmada Connors'un sıkça kullandığı ve onun alamet-i farikası olan şu tür konuşmalar etkili oldu: ‘‘Benimle dans etmeden öpüşmeyi dene, bok yiyenin orospu çocuğu. Sen bir hiçsin. Sen bir yürüyen ölü ceninsin.’’ Ilie Nastase ile yakın arkadaşlığı bile ona çamur atmasına engel değildi. Budapeşte'deki deprem sonrasında yapılan maç sırasında Connors, Nastase'ye şöyle bağırıyordu, ‘‘Ey oğlum evi arasan iyi olur, artık bir evin kalmamış olabilir.’’ Komik adam.
Vitas Gerulaitis
Arabalar, kızlar, uyuşturucu... ve tenis
Gerulaitis 40 yaşına geldiğinde, 1977'den 82'ye kadar 55 final maçından 27'sini kazanarak tenisin ilk 10'u arasına girmişti. Bu arada kazandığı maçlardan çok yatağa attığı kadınlar, bir gece kulübü, iki Rolls Royces'u, bir Ferrari'si, bir Porsche'si ve iki tane de Mercedes'i vardı. Ve -tabii ki- 'rock' müzikle de düşüp kalkıyordu. Ünlü raketin -yine tabii ki- kokainle de sıkı bir ilişkisi vardı. Hayatı her yönüyle aşırılıklarla doluydu. Gerulaitis'in kokainle olan pahalı ilişkisi 1980'in sonlarında polis tarafından Kolombiyalılar'dan 20 bin dolarlık kokain alırken polis tarafından yakalanınca bitti. Gerulaitis hiç beklenmedik bir zamanda, 1994 yılında gaz kaçağı nedeniyle bu her yönüyle ifrata kaçan hayatından ayrıldı.
John McEnroe
Yılan Dilli solak
Dört Amerika Açık Tenis Turnuvası, üç Master ve üç de Wimbledon şampiyonluğu kazandı. Emekli olduktan sonra aslında hem teorik hem de pratik anlamda bir başvuru kaynağı olabilirdi. Fakat McEnroe kortlardaki şımarık imajını hiçbir biçimde değiştirmedi. Diplomasi ve sabır SüperMac'in karekterinde hiçbir zaman en kuvvetli noktalar olmadı. 1977'de Wimbledon yarı finallerine çıktığında daha yeni yetmeydi ama ünü sol elinin gücü ve 'yılan dili' (aynı zamanda lakabı 'Yılan Dilli') üzerine kuruluydu. Hakemler de tıpkı rakipleri gibi onun hedefi olmaktan çekiniyorlardı. Bir hakem onu, ‘‘insanlığın yüzkarası’’ ve profesyonel oyuncu olarak da ‘‘dünyanın en çirkefi’’ diye tanımlamıştı. McEnroe şu anda sade bir hayat sürüyor. Ancak ünlü rock yıldızı Patty Smith'le yaptığı evlilik (ilk eşi sinema yıldızı Tatum O'Neal'di) ve punk rock müzikle olan ilişkisi onu tamamen sersemlemekten kurtarıyor.
Bjorn Borg
Elektrikli Süpürge
1976-1980 arasında Wimbledon'ı beş kez üst üste kazanan Borg, McEnroe ya da Connors'ın aksine kortlarda duygularını belli etmeyen biriydi. Ancak kortların en soğuk adamı -bu arada beş kez Fransa Açık Tenis Turnuvası'nı da kazandı- son yıllarda özellikle tenis dışı aktivitelerde farklı bir görünüm çizmeye başladı. 80'lerin ortalarından itibaren İtalyan porno yıldızı karısıyla da işlerin kötü gitmesi ve art arda gelen başarısızlıklarla bir dizi Monte Carlo orospusuyla birlikte olmaya başladı. Ancak bu seksüel saçmalıklar da yetmedi ve kokaine olan düşkünlüğü nedeniyle 'Elektrikli Süpürge' gibi bir de lakab kazandı. Tenisi bıraktığı 1991 yılında ise artık tenisle ilgili tüm teknolojik gelişmelerden kopmuştu ve hala maçlara eski tahta raketiyle çıkıyordu. Bugün ise Borg sadece bir efsane.