Güncelleme Tarihi:
‘‘Özal'ın prensleri’’ kuşağına mensup, insan kaynakları uzmanı, eski bankacı, danışman, ekonomi ve siyaset yazarı Cüneyt Ülsever, şimdi bir romancı aynı zamanda. ‘‘Teneke Evin Torunu’’nda hayatına damgasını vurmuş 16 kişiyi anlatıyor. Geçmişindeki mutsuzluklardan bu kadar rahat bahseden, ‘‘aşk skandalı’’ olarak nitelenebilecek bir olayı böyle samimiyetle anlatan az yazar, daha da az erkek bulunur. Hemen ardından yazdığı ilk roman ‘‘Kara Dul’’ ise, Türkiye'de yine örneklerine az rastlayacağımız türden, yakın geçmişi anlatan bir ‘‘siyasi’’ gerilim romanı. Ülsever son kitabı ‘‘Kendini Arayan Türkiye’’de bir siyasi sentez öneriyor. Ama Türkiye'nin tıkanıklığı karşısında edebiyata sığınmak işime gelmiş olacak ki, onunla sadece romancılığı hakkında konuştum...
Cüneyt Ülsever'in Urumeli göçmeni dedesiyle anneannesi Samsun'da bir teneke evde oturuyorlardı.
Dedesi onu ancak geceleri, uyurken okşayıp severdi. Çünkü, İslam'da erkek çocuklarının okşanmasının doğru karşılanmadığını, aksine hareket edilirse çocukların ‘‘erkek’’ olamayacağına inanırdı...
Annesi Sesibo (Nesibe) çocukken onun ‘‘muhallebi çocuğu’’ olması için her türlü tedbiri almıştı, Mutsuz bir kadındı. Babasından nefret etmiyordu, ama hayatının asıl erkeği olarak oğlunu seçmişti...
Babası Emin Efendi, şehirde yaşadığı halde köylü kalmaya çalışan bir köylüydü. Eziklik, aç kalma korkusu, hastalık hastalığı Emin Efendi'nin en belirgin özellikleriydi...
Kendisi büyüyüp büyük bir bankaya (Emlak Bankası) genel müdür yardımcısı oldu, ama bu alışılmış bir ‘‘başarı öyküsü’’ değildi... Evliydi, ama bir iş arkadaşına aşık oldu. Bunu karısına itiraf etti, evden ayrıldı. Bu aşk yüzünden işinden istifa etmek zorunda kaldı, sonra da uzun süre işsiz kaldı...
AŞK ENZİMLERİ
Ben bütün bunları, gazetecilik yeteneklerimi kullanarak sağdan soldan duyup öğrenmedim.
Bütün bunları o ‘‘itiraf’’ etti.
Onunla Hürriyet'in üçüncü katındaki odasında röportaj yapmaya gittiğimde teybi önünde açık görüp dilini tutamadığını, ağzından kaçırdığını da zannetmeyin.
Bütün bunları sadece bana değil, ‘‘Teneke Evin Torunu’’ adında bir kitap yazıp herkese anlattı.
Bu yılın başında yayımlanan bu kitabı okuduğumda, beni en çok şaşırtan, yazarın kendi hayatıyla ilgili samimiyeti ve cesareti oldu.
Türkiye'de ‘‘özyaşamöyküsü’’ az rastlanan bir tür değil, ama hayatındaki mutsuzluklardan, çaresizliklerden, hatalardan bu kadar rahat bahseden, bir ‘‘aşk skandalı’’ olarak nitelenebilecek bir olayı böyle samimiyetle anlatan az yazar, daha da az erkek bulunur.
Cüneyt Ülsever'in ‘‘Teneke Evin Torunu’’ adlı kitabı 16 portreden oluşuyor. Bunlar, onu hayatı boyunca en çok etkileyen insanlar. Dedesi, annesi ve babasını anlattığı bölümlerdeki açıksözlülük insanı hemen şaşırtıyor. Çünkü bu alışageldiğimiz türden, ‘‘kendisini yetiştiren aile büyüklerine’’ yöneltilmiş bir övgüler dizisi değil. Geçmişe dönük bir hesaplaşma, bir tür psikoterapi. (Kitap üzerine konuşurken, bir dönem psikiyatra gittiğini de söylüyor zaten.)
Sonuncu portre, ‘‘hem dostum, hem arkadaşım, hem de karım’’ Nero'ya (Neriman) ayrılmış. Onunla evlenmeden önce yaşadığı ‘‘yasak aşkı’’ anlatıyor, ama gerçekçi. Gözleri kör eden aşkın dört yıl sürdüğünü söylüyor:
‘‘Dört yıl sonra aşk enzimleri tükeniyor. Ya dırdır ve bıkkınlık başlıyor ya da dostluk enzimleri olaya el koyuyor. Bizde ikinci durum galebe çaldı...’’
Tabii hemen soruyorum: ‘‘Kendisiyle ilgili bu bölümleri yazmanıza karınız ne dedi? Bunların çok mahrem olduğunu düşünmedi mi, itiraz etmedi mi?’’
Bu soruya şaşırmış gibi bir an duruyor, sonra şöyle söylüyor:
‘‘Hayır, hiç bir şey söylemedi. Ben portresini yazdığım insanlara, kendileriyle ilgili bölümleri kitap basılmadan önce gönderdim. Karıma da aynısını yaptım. Okudu, bir yorumda bulunmadı.’’
Hemen kulaklarım dikiliyor. Çünkü kitapta birçok yaşayan ünlünün de portresi var: Şerif Mardin, David Kline, Erol Aksoy, İbrahim Betil, Bülent Şemiler, Mesut Yılmaz vb.
‘‘Onlara da gönderdiniz mi yazdığınız bölümleri? Onlardan nasıl tepki geldi?’’
‘‘Bazısı teşekkür etti, kimisi hiç cevap vermedi. Sadece İbrahim Betil'den birkaç sayfalık bir cevap geldi. Yazdığım olaylarla ilgili bir itirazı yoktu, ama olayları yorumlama biçimimiz arasında farklar olduğunu söylüyordu...’’
KARA DUL
Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi'nde, lisansüstü çalışmalarını Johns Hopkins ve Columbia Üniversiteleri'nde, doktorasını Harvard'da yapan, Bülent Şemiler döneminde Emlak Bankası'nda görev alan, ‘‘Özal'ın prensleri’’ kuşağına mensup, insan kaynakları uzmanı, eski bankacı, danışman, ekonomi ve siyaset yazarı, iktisatçı Cüneyt Ülsever, şimdi bir romancı aynı zamanda.
‘‘Teneke Evin Torunu’’ndan hemen sonra yazdığı ilk roman ‘‘Kara Dul’’, bir ‘‘siyasi’’ gerilim romanı.
ABD'de parlak bir eğitimi tamamladıktan sonra 1986'da Özal'ın çağrısıyla Türkiye'ye dönen, büyük bir kamu bankasının başına getirilen, bu bankayı yeniden yapılandırmak üzere kolları sıvayan bir genç prensin romanı.
Ne kadar aşina değil mi?
Genç genel müdürün banka macerası, siyaset-bürokrasi-işadamı üçgenindeki bir yolsuzluk ve işyerinde yaşanan bir aşk öyküsüyle içiçe geçiyor.
Zekice tasarlanmış yolsuzluk skandalı gerçek bir olaydan mı kaynaklanıyor?
‘‘Hayır’’ diyor Cüneyt Ülsever. Ama bu çapraşık yolsuzluğu bütün ayrıntılarıyla planlamış, uçuşan rakamlar kuruşuna kadar hesaplanmış. Olay da Türkiye gibi yolsuzluk alanında yaratıcılık rekoru kıran bir ülkeye layık bir entrika! (Romanı henüz okumayanları düşünerek açıklamıyorum, ama sonu hem gerçekçi, hem parmak ısırtıcı.)
ŞERİF MARDİN
‘‘Kara Dul’’un kahramanı Murat Kuramacı'nın fikirlerine başvurduğu bir de hoca var ki, onun adı da (Şeref Maraş) Şerif Mardin'i çağrıştırıyor.
Zaten Cüneyt Ülsever ‘‘Teneke Evin Torunu’’nda Şerif Mardin'e de bir bölüm ayırmış. Ona, Yeni Ufuk Gazetesi için yaptığı uzun röportaj sırasında bir kere daha hayran olduğunu söylüyor.
Boğaziçi Üniversitesi'nde okurken Şerif Mardin'in yobaz, hatta CIA ajanı olduğunu düşünen ‘‘entel’’ bir solcu olduğunu söylüyor Cüneyt Ülsever. Şerif Mardin dayanamamış herhalde: ‘‘Evladım, altyapı üstyapıyı şekillendirir diyorsunuz, kültürel kimliğin, dinin toplum üzerindeki bağımsız etkilerini nasıl görmüyorsunuz?’’
Ülsever'in şimdiki yorumu da şöyle:
‘‘Görebilmemiz için Sovyetler'in çökmesi, altından pıtırcık gibi yeni (!) 'milli kimliklerin' fışkırması gerekti. Bunlar da Şerif Hoca bize bu meseleleri anlattıktan 15 sene sonra oldu. Demek ki kabahat bizde değil!’’
Sırada cinayet romanı var
Roman yazan birini buldum, hemen ‘‘nasıl yazdığını’’ soruyorum. Cüneyt Ülsever, büyük, kareli bir defter çıkarıyor. El yazısıyla bütün romanın eskizi var burada. Önce kahramanlar, tek tek, bütün özellikleriyle... Sonra her bölümde olup bitenler. En fazla zaman alanın bu planı hazırlamak olduğunu söylüyor. Sonra bilgisayarın başına geçtiğinde, saati farketmeden, bazen sabaha kadar oturarak, çok daha kısa sürede romanı tamamlıyor.
Ama birçok yazarın başına gelen onun da başına geliyor. Kareli defterde kurguladığı olaylar, kahramanlar, yazmaya başlayınca sık sık yazarına baş kaldırıp değişiveriyorlar.
Şu anda da üzerinde çalıştığı bir roman var. Kendisinin gazete yazılarıyla yakından izlediği 28 Şubat sürecine denk gelen, ama adi bir cinayeti anlatan bir gerilim romanı.
Yaşayan yazarlar arasında en çok Amin Maalouf'u sevdiğini söylüyor Cüneyt Ülsever. Türk okuyucularının tarihi atmosferde geçen romanlarıyla (Semerkant, Tanios Kayası, Afrikalı Leo, Doğunun Limanları vb.) çok iyi tanıdığı, Lübnan asıllı Fransız yazarı Maalouf, büyüleyici bir anlatıcı, bir tür masal ustası.