Temizel'in üç İstanbul'u

Güncelleme Tarihi:

Temizelin üç İstanbulu
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 1999 00:00

Haberin Devamı

Tartı memuru Bilal Bey'in oğlu

Hürriyet yazarı Gülçin Telci, onun için yazdığı yazıya ‘‘Tartı memuru Bilal Bey'in oğlu’’ başlığını atmıştı. Zekeriya Temizel'in babası, Toprak Mahsulleri Ofisi’nden emekli tartı memuru Bilal Bey'di. 1948'de Tokat'ta doğan Zekeriya Temizel, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu, lisansüstü eğitimini Strasboug Üniversitesi'nde yaptıktan sonra Paris'te OECD'de çalıştı. Maliye Müfettişliği, Gelirler Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. Sonra 3 yıl İstanbul Defterdarı, ardından Gelirler Genel Müdürü oldu. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi'nde ders verdi. Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği Onursal Danışmanlığı, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi'nin kurucu üyeliği ve bir dönem de başkanlığını yaptı. 1995'de

DSP İstanbul Milletvekili ve Maliye Bakanı oldu.

Zekeriya Bey'i İstanbul, defterdar ve maliye bakanı olarak tanıyor. Oysa yerel yönetime ilişkin çalışmalarınız var. Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi'ni kurdunuz, ‘‘Yurttaşın Yönetime Karşı Korunmasında Bağımsız Bir Denetim Organı: Ombudsman’’ başlıklı bir kitap yazdınız. Bu akademiyi ve kitabınızı anlatır mısınız?

Gerçek demokrasinin yerel yönetimlerde ortaya çıkacağını inanan bir insanım. Bizde yerel demokrasi maalesef gelişmemiştir. On yıl önce, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi'ni yerel demokrasinin gelişmesine katkıda bulunması amacıyla kurduk. Akademi önemli üretimlerde bulundu. Bugün ‘‘Yerel Gündem 21’’ projesini yürütüyor. Benim de bu çerçevede birçok çalışmam var. Akademi'de, yurttaşın yönetime karşı korunmasında çok etkili bir görev üstlenen ‘‘ombudsmanlık’’ konusunda sözünü ettiğiniz araştırmayı yaptım.

Ombudsmanlık konusunu biraz açar mısınız?

Ombudsmanlık: yurttaşların normal hukuk yollarından çözemedikleri sorunlarını çözebilmelerini amaçlayan bir kurumdur. Vatandaşla yönetim arasındaki ihtilafları yargıya intikal etmeden, çatışmaya dönüşmeden çözer. Bu kuruluş şu anda 100'ün üzerinde ülkede var. Sembolleştiği için söyleyelim, Papua Yeni Gine'de bile ombudsmanlık kurumu vardır. Fakat Türkiye'de bu oluşum kurulamadı. Çünkü bu konunun Danıştay'ın görev alanına girdiği iddia edildi. Yurttaş, ombudsmanlara karşı karşıya kaldığı sorunları çözmeleri için doğrudan doğruya başvurur. Bu kurum olayı inceler ve bir öneride bulunur. Bu çözüm çok itibarlı, yansız, vicdanına inanılan o kişiden geldiği için yönetim genellikle bunu kabul eder.

Siz İstanbul Defterdarı'yken Hazine'ye ait metruk yapıları sivil toplum örgütlerinin kullanımına sundunuz. Bu sayede Milli Emlak'a ait çok sayıda bina sokak çocukları ve kadınlar için sığınma evine dönüştürüldü.

Kamu mülkünün korunması demek, onun etrafını telle çevirip insanların girmesini engellemek demek değildir. Kamu malı, kamu yararına kullanılarak korunur. Bizim kamu mülklerini kamu yararına kullanacak kişilere vermek temel amaç olmalıdır şeklinde bir düşüncemiz vardı. Bu projeyle onu hayata geçirdik. Devletin çok sayıda mülkü var. Çoğu İstanbul'da harap bir vaziyette. Topluma kazandırılmaları halinde hem kent kazanır, hem de kentli.

Tarih için Paris örneği

Özellikle Suriçi'ndeki tarihi doku yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tüm adaylar uygarlıktan söz ediyor ama birçok uygarlığa beşik olmuş olan tarihi kent üzerine bir proje üretmiyor.

Paris konusunda Fransa özel bir yasa çıkardı. Eski Paris'in içinde kalan bölgede çok sayıda tarihi bina vardı. Bu binalar zamanla metrukleşmiş, insanlar tarafından terk edilmişti. Ayrıca 1900'lü yılların başında bu tarihi binalar o kadar kötüydü ki içlerinde tuvaletleri bile yoktu. Bir yasa çıkarıldı ve bu binaları onaranlara faizsiz kredi verildi. İşte bu tam İstanbul'un ihtiyacı olan birşey.

Toplu Konut İdaresi, kentin dışında siteler yapmakla uğraştı. Bu arada kentin merkezi çökmeye başladı ve buna seyirci kalındı.

Kastetmek istediğim tam da buydu. Biz ‘‘İstanbul'un geleceğini kurtaralım’’ diye bir söylemle ortaya çıktık. Geleceğin İstanbul'unu düşünürken aslında kasdettiğimiz olay, yepyeni bloklar ya da gökdelenlerden ibaret değil. Eski İstanbul'un yaşanan ve bu tür işlevler için kullanılan bir hale getirilmesi. Tarihi binaların onarıldıktan sonra turizm, finans gibi alanlarda kullanılması mümkün. Üç aşamalı bir programımız var. Birincisi, kaynağı olanlara uzun sürelerle buraları tahsis edebiliriz. Çokuluslu şirketler ve Türk şirketleri burayı tarihi özelliklerine uygun onararak kullanabilir. İkinci çözüm, devletin bu alana doğrudan kaynak ayırmasıdır. Üçüncü yöntem ise, ‘‘Fener ve Balat Projesi’’nde olduğu gibi uluslararası kuruluşları buna katmaktır.

Aday olduğunuzda bazıları, ‘‘Temizel, İstanbul'u kazanamaz. Çünkü iş çevreleri onu sevmez’’ dediler. Buna cevap vermediniz?

Buna inanmıyorum. Ben nerede bulunuyorsam, o işin gereğini yerine getiririm. Maliye bakanı olarak makamımın gereğini yerine getirdim. O sırada da iş çevreleriyle, herkesle birebir konuştum. Görevinin gereğini yerine getiren bir insanın herkesin istediğini yerine getirmesi elbette mümkün olamaz. Ama çağdaş bir düzeydeki tartışmalardan ötürü kimsenin kırgın olacağına ihtimal veremiyorum.

İstanbul'la ilgili projelerinize geçelim.

Üçlü bir İstanbul düşümüz var. İlk olarak, ‘‘Geleceğin İstanbul'u.’’ İstanbul'un 1998'de dünyanın yaşadığı ekonomik gelişmelerden sonra, dünya kenti olma olasılığı ortaya çıktı. İstanbul önceleri azman bir sanayi kentiydi. Bunlar artık İstanbul'dan yavaş yavaş çekilmeye başladı. O zaman İstanbul bir finans, ticaret, turizm ve kongre merkezi olarak gelişecek. İkinci önemli konu: Ulaşım. İstanbullular, istedikleri zaman istedikleri yere ulaşamıyor. Yerin altında ikinci bir İstanbul yaratarak, doğayı bozmadan bu sorunu çözeceğiz. Bir de yokların İstanbul'u var. Çocukların oyun alanları, yaşlıların dinlenme yerleri yok. Özürlüler evlere kapanmış durumda. Bunu çözmek mümkün. Hükümetimiz, tüp geçit için gerekli finansmanı ayarladı. Ankara'da en son bu iş için uğraştım.

Ekmeğin fiyatını düşürmek, 1.8 milyon İstanbullu'ya sigorta gibi vaadleri nasıl karşılıyorsunuz?

İnsanlar iktidarı ele geçirdiği anda onun tek sahibi olduğunu düşünerek, sürekli başkalarına iane dağıtıyor. Bu demokrasi anlayışına sığmaz. Bugün asgari ücretle çalışan bir kişinin, normal ödenen sigorta primlerinin içinde sadece sağlık sigortasına bakın. Onun payını 1 milyon 800 kişiyle çarpın. Bunun yıllık tutarını alın. Ondan sonra da İstanbul'un bütçesinde bu ne kadar yer alacak buna bakın.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!