Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 29, 2001 01:25
Hürriyet yazarı Serdar Turgut'un başlattığı teknokrat hükümeti tartışması geçen hafta da sürdü. Cumhurbaşkanı ‘‘Demokratik ilkelerle bağdaşmayan hükümet modellerinin geçerliliği olamaz’’ dedi ama bu çıkış tartışmanın hızını kesmedi.
Çünkü bu tip modellere Türkiye pek yabancı sayılmazdı. Model özellikle 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra çok denendi, ama hep başarısız oldu. Süngülerin gölgesinde, görünüşte anayasal, partilerüstü, teknokratların çoğunlukta olduğu hükümetler kurulabiliyordu. Ama onları başarılı kılacak siyasi irade yoktu.
Ara dönem hükümeti ya da teknokrat hükümeti, iki şekilde kurulabiliyor. Ya bir askeri darbe oluyor, parlamento ve partiler feshediliyor. Böylece zaten bir ‘‘teknokrat hükümeti’’ kurmaktan başka çare kalmıyor.
İkinci seçenekte ise, teknokrat hükümeti, en azından görünürde Anayasa'nın sınırlarını aşmadan oluşturulabiliyor. Başbakanın mutlaka bir TBMM üyesi olması gerekiyor. Ancak bakanlar parlamento dışından atanabiliyor. Önemli olan, böyle bir hükümetin TBMM'den güvenoyu alması.
Türkiye tarihi, her iki tür hükümetlerle dolu. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra parlamento ve Anayasa feshedildiğinden, bu teknokrat hükümetleri kolayca kuruldu. Ama asıl ilginç olan, 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra kurulan teknokrat hükümetleri. Çünkü bu hükümetler yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci seçeneğin iyi örnekleri.
Ordu 12 Mart 1971'de bir muhtıra verdi. Parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı. Ama ‘‘koşullar’’ çok değişmişti. Askerler bir teknokrat hükümeti istiyorlardı. Eğer böyle bir ‘‘tarafsız’’ başbakan Meclis içinden çıkar da güvenoyu alırsa, sorun kalmazdı. Bunun için tarafsız bir milletvekili aranmaya başlandı.
Askerlerin gözü CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Nihat Erim'deydi. Kuşlar bunu parti başkanı İsmet İnönü'ye de ulaştırdı. İsmet Paşa, Erim'i yanına çağırarak partiden istifa edip başbakanlığa hazırlanmasını istedi. İki gün sonra Erim artık Bağımsız Kocaeli Milletvekili olarak anılmaya başlanmıştı. 26 Mart günü CHP'den istifa etti. Böylece artık ‘‘bağımsız başbakan’’ olan Erim ‘‘partiler üstü reform hükümeti’’ni kurdu.
EN PARLAK HÜKÜMET
Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Güven Partisi'nin desteğini alan Erim hükümetine AP 5, CHP 3, MGP'de 1 bakanla katıldı. Bu arada hükümette yer almaları için Dünya Bankası'nda çalışan eski plancılardan Atilla Karaosmanoğlu ile NATO Genel Sekreterinin Birinci Yardımcısı Osman Olcay yurda çağırıldı. Bu hükümetin üzerinde en çok konuşulan üyesi olan genç Karaosmanoğlu, yurda gelir gelmez Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak kabinedeki yerini aldı. En önemli görevlerden birini, yani ekonomiyi düzeltme işini üstlendi.
Hükümetin 27 üyesinden 15'i parlamento dışındandı. Türkiye'nin ilk kadın bakanı Prof. Dr. Türkan Saylan da bunların içindeydi. Herkes, hükümetteki bu teknokratları övüyor, ‘‘Türkiye'ye hiç bu kadar kaliteli hükümet gelmedi’’ diyordu. Ama yine herkes biliyordu ki, eğer süngülerin gölgesi olmasaydı, partiler böyle çabucak uzlaşamazlar, partisinden istifa etmiş bir milletvekilini başbakan olarak atamak da Cumhurbaşkanı'nın aklına bile gelmezdi.
İtirazlar olmadı değil. Dönemin CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, 12 Mart'ın ince ayar bir askeri darbe olduğunu, Erim hükümetine yardım etmenin askeri darbeye destek anlamına geldiğini açıkladı. Bu pürüze rağmen hükümet Meclis'ten güvenoyu aldı. Hükümet, ‘‘Ya reform yaparız ya gideriz’’ diyerek büyük iddialarla yola çıktı.
11'LERİN İSYANI
Fakat, güvenoyu almak, desteği garantilemek anlamına gelmiyordu. Tam tersine... Yeni hükümet, ilk günden itibaren özellikle parlamento içinden müthiş bir dirençle karşılaştı. Sırada bekleyen eğitim, toprak, enerji, mali, idari ve hukuk reformları tek tek tökezlemeye başladı. Bugün Kemal Derviş'in başına gelenlerin benzeri Atilla Karaosmanoğlu'nun da başına geldi. Özellikle Maliye Bakanı'nın direnciyle karşılaşan Karaosmanoğlu, mali reform yapamadı.
Hükümet meclis içindeki kıskaca daha fazla dayanamadı ve Nihat Erim 26 Ekim 1971'de istifasını sundu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay istifayı kabul etmedi, hükümet ikna edildi ve yola devam kararı alındı.
Anayasal teknokrat hükümeti 3 Aralık 1971'e, yani 11'ler olayına kadar yönetimde kaldı. Aralarında Türkan Akyol, Atilla Karaosmanoğlu, Mehmet Özgüneş, Selahattin Babüroğlu, Osman Olcay'ın da yer aldığı 11 bakanın istifa gerekçesini Atilla Sav açıkladı:
‘‘Yurdumuzun muhtaç olduğu kalkınma hamlesini ve reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirmek amacıyla kurulan hükümette görev almıştık. Bu amaçları gerçekleştirme olanağı kalmadığı inancıyla görevlerimizden çekiliyoruz.’’
SINIFTA KALDILAR
I. Erim hükümeti 3 Aralık'ta görevden ayrıldığında enflasyon felaket bir durumdaydı. İşbaşına geldiklerinde yüzde 11'de seyreden enflasyon oranı dokuz ay içinde yüzde 23.3'e fırladı. Ardından II. Erim hükümeti kuruldu ve iktidarda altı ay kaldı. İstifa ettiğinde ekonomik tablo alt üst olmuştu.
Üçüncü anayasal teknokrat hükümetinin Başbakanı Ferit Melen'in hükümet programında eğitimle ilgili bölümünde, ‘‘İlkokulların sekiz yıla çıkarılması çalışmalarına devam edilecek’’ denilmekteydi. Haliyle programda yer alan hiçbir vaat yerine getirilemedi.
Kontenjan Senatörü Naim Talu'nun hükümetindeki bakanlardan sadece ikisi Meclis dışındandı. Ama bağımsız başbakan, partiler üstü yönetim anlayışı gibi nedenlerle bu hükümet tipik bir ara rejim hükümetiydi. Kontenjan Senatörü Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak tarafından kurulan hükümetin ise tam 16 bakanı, TBMM dışındandı. Daha sonra politikada yıldızları parlayan bu bakanlar arasında Haluk Cillov, Turhan Esener, Erhan Işıl, İlhan Evliyaoğlu, Mehmet Gölhan gibi isimler de yer alıyordu.
70'li yıllara damgasını vuran bütün bu hükümetler başarısız oldular.
Atilla Karaosmanoğlu
Bana sen nereden geldin diye sordular
Teknokrat hükümeti önerisi, problemlerin çözümünde faturayı başkalarına yazacak yollar aramaktır. Teknokratik hükümet meseleleri bilen insanların sorunları çözmesi anlamına geliyorsa bu eğitime sahip insanlar TBMM'de de var.
Önemli olan hükümete girecek insanların nasıl davranacağı ve onları yönetime getirenlerin davranışlarıdır. Davranışlarımızda değişiklik olmazsa bütün hükümetlerin alacağı sonuçlar aynı olur.
Ben neden böyle bir tartışma çıktı anlamış değilim. Benim de içinde bulunduğum hükümetin kuruluşunda acilen gereken reformların yapılması söz konusuydu. Partilerin önerisiyle gelen bakanların dışındaki üyelere, taslak program okutulmuş ve programdaki reformları yapmaya istekli oldukları konusunda onay aldıktan sonra görev verilmişti.
Fakat hükümet kurulduktan sonra önce TBMM hükümete destek konusunda şüphe ifade etmeye başladı. Mesela bir toplantıda ben konuşurken, partili milletvekillerinden birisi -ki hükümette temsilcisi bulunan bir partinin üyesiydi- ‘‘Sen nereden geldin?’’ diye sormuştu. Ben de hükümetin meclisten kendi partisi dahil, güven oyu aldığını söyledim.
Bir siyasi kadro, reform programına sahip çıkıp yurdun her tarafında bunu destekleyen toplantılar yapmaz da sadece hükümet, meclis ya da medya karşısında destekliyormuş gibi yaparsa reformların yapılması ve hükümetin başarılı olması olanaksızdır.
Benim problemlerim şöyle başladı: Merkez Bankası ve DPT'nin başına getirmek istediğim iki kişi için hükümetin ve partilerin desteğini alamadım. Sıkı bir mali çizgi yürütmemiz gerektiği halde, Başbakan'ın ‘‘Benim arkadaşımdır, Maliye Bakanlığı'na getirdim’’ dediği Sait Naci Ergin, çeşitli bakanlıklara bol miktarda ilave kadrolar dağıtmaya başladı. Bu içerden sabote etmek gibi bir şey.
Daha önceki hükümetin karar verdiği KİT'lerin üreteceği mal ve hizmetlerin fiyatlarıyla ilgili bir kararname vardı (bu mali dengeyi kurmak için gerekli bir düzenlemeydi); başlangıçta ulaştırma bakanı bunu uygulamaya razı olmadı ve fiyat düzenlemelerine TBMM üyeleri karşı çıktılar.
Tarım bakanımız toprak reformuyla ilgili çalışmalara katılmak istemedi. Böyle olunca da dışardan güçlü görünen bu kadro gerekli reformları yapamadı. Dolayısıyla hedeflerini tüm halka anlatma imkanı olmayan teknokratların başarılı olma imkanı yoktur.