Güncelleme Tarihi:
Projesi dört yıl önce bitirilmesine rağmen Tekfur Sarayı'nın onarımına bir türlü başlanamadı. Kültür Bakanlığı bürokrasisinin ve bakanlığa bağlı Anıtlar Kurulu'nun engellemeleri yüzünden, dünyanın ayakta kalmış tek Bizans sarayı olan eserin onarımı yapılamadı. Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın da imzası bulunan protokol, bakana rağmen bir türlü uygulamaya koyulamadı.
Tekfur Sarayı'nın bürokrasinin mahzenlerinde boğulma macerası dört yıl önce eski Kültür Bakanı İsmail Kahraman zamanında başladı. Dönemin Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan, Tekfur Sarayı'nın çevresinde bulunan baraka ve gecekonduları yıkarak eseri ortaya çıkardı. Sonra da Kültür Bakanlığı'na başvurarak, sarayın onarılmasını istedi. Ama İsmail Kahraman, olumsuz yanıt verdi. Aynı dönemde Anıtlar Kurulu'nun başında bulunan ünlü Bizans tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice'yi de görevden alan Kahraman'ın, ‘‘Bir Bizans sarayının onarılması için beş kuruş vermem’’ dediği kulaktan kulağa yayıldı.
Bu söylentiyi duyan Tantan, tekrar bakanlığa başvurarak, sarayın Fatih Belediyesi'ne tahsis edilmesi halinde bulunacak sponsorlarla, devletin ve belediyenin kasasından beş kuruş para çıkmadan restorasyonun yapılacağını bildirdi. Kahraman, Tantan'a yazılı bir cevap göndererek, böyle bir tahsisin mümkün olmadığını ifade etti.
Hükümetin değişmesinden sonra Kültür Bakanlığı'nın başına İstemihan Talay getirildi. Talay, Fatih Belediyesi'nin talebine sıcak baktığını bildirerek, tahsis isteğini onayladı. Tekfur Sarayı'nın Fatih Belediyesi'nin uhdesine geçmesinden sonra çok daha zorlu bir süreç başladı. Belediye Başkanı Tantan, işadamları ve çeşitli vakıflarla tek tek irtibata geçerek sponsor aradı. Sarayın geniş bir çevreye yayılması ve hacminin büyük olmasından ötürü restorasyon maliyeti çok yüksekti. Bu yüzden aylarca, bu işi yüklenecek işadamı bulunamadı.
Bir tabela bahane edildi
Bu sırada Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi hocalarından Prof. Haluk Sezgin, röleve projesini hazırladı. Projenin ortaya çıkmasından sonra çalışmalarını hızlandıran belediyenin imdadına Rahmi Koç Vakfı yetişti. İşadamı Rahmi Koç, vakfın, onarımı karşılıksız olarak üstleneceğini bildiren yazılı bir metni belediyeye gönderdi. Garanti İnşaat projenin uygulamasını yapmak üzere, araç gereçlerini Tekfur Sarayı'na taşıdı. Herşey hazırdı, ekipler çalışmaya başladı.
Ama, Kültür Bakanlığı bürokratları tekrar devreye girdi. Anıtlar Kurulu kararı gereği, projenin tasdik edilmesi için arkeolojik kazı yapılması gerekiyordu. Belediye ve onarım ekibi, kazı izni için bakanlığa başvurduklarında, bürokratlar, İsmail Kahraman döneminde yazılan, tahsis reddi yazısını öne sürerek böyle bir çalışmanın hukuki olarak başlatılamayacağını bildirdi. İstanbul'dan Ankara'ya yazılar gitti geldi. Yeni Bakan İstemihan Talay'ın onay metinleri bürokratların masalarına götürüldü. Bakanın da devreye girmesiyle sorun belirli ölçüde çözüldü.
Saray girişine, ‘‘Tekfur Sarayı'nın restorasyonu, Kültür Bakanlığı ile Fatih Belediyesi işbirliğiyle yapılmaktadır’’ ibaresi yazan bir tabela asılması gerekiyordu. Bu tabelanın, oraya asılabileceği konusundaki izin kararının onaylanması tam bir buçuk ayda yapılabildi. Bu aylar içinde, ha bugün ha yarın sonuçlanacak diye bütün bir ekip, araç gereç, iskeleler inşaat alanında bekletildi. Tam o günlerde Tantan, milletvekilliğine aday olmak için belediye başkanlığından ayrılmak zorunda kalınca Anıtlar Kurulu'nun isteğiyle, restorasyon çalışması durduruldu, inşaat mühürlendi.
Büyük fırsat kaçtı
Böylece, Türkiye turizmine Ayasofya kadar gelir getirmeye aday bir sarayın onarılması ve günışığına çıkarılması için ortaya çıkan en önemli fırsat kaçırılmış oldu. Yüzyıllar boyu eski eser yağmacıları tarafından talan edilen, dünyanın tek Bizans sarayı biraz daha bu şekilde bırakılırsa tamamen çökerek ortadan kalkacak. Rahmi Koç Vakfı, bürokratik engeller aşılırsa onarımı üstlendiklerini bildiren protokolün hala geçerli olduğunu bildirdi.
Projesi gönüllüler tarafından yapılan, finansmanı Rahmi Koç Vakfı'nca karşılanan ve getireceği gelir, olduğu gibi devletin kasasına girecek olan saray şimdi kaderini bekliyor.
1400 yıldır ayakta
Tekfur Sarayı, hem bir Bizans imparatorluk sarayı hem de bir prens evidir. Aynı zamanda Kaşıkçı Elması'nın ilk bulunduğu yer ve 'Yahudihane'dir. Bir tarafıyla 'Çinici karhanesi' diğer yanıyla Piri Reis'in meşhur İstanbul minyatürünün en önemli figürüdür. Burada elmaslar içinde yüzen imparatorlar da kalmıştır, yoksul Yahudiler ve düşkün şarapçılar da. İki imparatorluğun en görkemli günlerini de görmüştür, İstanbul işgal altındayken rahiplerin 'meleklerin cinsiyeti' üzerine yaptıkları tartışmalara da şahit olmuştur. Hala dimdik ayakta duran taş duvarları ve mermer sütunları 'Bizans entrikaları'nın en amansızını, kanlı iç çekişmeleri, vahşi dış savaşları da izlemiş ama bu arada az da olsa mutlu insanların şen kahkahalarını da duymuştur. Bedenindeki herhangi bir taşı alıp bir kaset gibi çözmek olanağı olsa kimbilir ne iç çekişler ve katliam buyrukları gelir kulağımıza.
Buradaki her taş işte bu kadar kıymetlidir. Çünkü şimdilik dört duvardan ibaret bir bina gibi gözüken bu yer, dünyada ayakta kalmış olan tek Bizans Sarayı'dır. İmparator bu sarayı inşa ettirmeye niyetlendiğinde, ‘‘Başkentime karadan tek bir atlı girse görmeliyim, limanıma yanaşan tek bir gemi gözümden kaçmamalı ve gök kubbemde uçan tek bir kuşu bile izlemeliyim’’ diye düşünmüş olmalı. O yüzden sarayı Edirnekapısı'ndan Ayvansaray'a, Pera'dan, Yedikule'ye, Prens Adaları'ndan Kalkedon'a kadar her yeri görebilen Balat sırtlarındaki bu tepeye yerleştirmiştir.
Sarayın yapılış tarihine ilişkin kayıtlar biraz karışık. 16. yüzyıldaki kaynaklarda buradan Konstantin Sarayı (Palatium Constantini) olarak söz edilir. Fakat daha sonraki kayıtlarda Porfiregennetos Sarayı olarak geçer. Babasının hükümdarlığı sırasında dünyaya gelen prenslere verilen porfiregennetos ünvanınından da anlaşıldığı gibi burada yetişkin prenslerin ikamet etmiş olduğu düşünülebilir. Diğer yandan bazı tarihsel kaynaklar, sarayın geçmişinin çok daha eski dönemlere kadar uzandığını gösteriyor. Tamara Talbot Rice'nin ‘‘Bizans'ta Günlük Yaşam’’ adlı eserinde, sarayın 7. yüzyıla ait bir İstanbul haritasında yer aldığı görülüyor.
Bizans’tan miras kaldı
Aslında bu eser geniş bir idari yapılar topluluğunun önemli bir parçası. Burası Bizans imparatorların 12. yüzyıldan itibaren içinde yaşadıkları Blahernai Sarayı kompleksinin en güneyde ve yüksekteki bir parçası.
1621'de Bizans Latin istilasından kurtulduğunda bu sarayın yeniden onarılıp kullanıldığı anlaşılıyor. İlk Bizans imparatorluk sarayının, Sultanahmet Meydanı ile kıyı arasındaki sahayı kaplayan ‘‘Büyük Saray’’ olduğu bilinir. Bu saray 12. yüzyıldan itibaren boşaltılarak yıkılmaya terkedilmiştir. Bu büyük kompleksten bugün sadece sahilde, bir parçası ile bir cephe kalıntısı ile merdiven kulesi durmaktadır. Bizans'ın son asırlarında kullanılan görkemli Blahernai Sarayı komleksinden ise bugün sadece Tekfur Sarayı denilen bu yapı ayakta kalmışt
Saray fetihten sonra da çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. 16. yüzyılda yapılan Piri Reis haritasında saraya önemli bir yer verilmiştir. Yine aynı asırda İstanbul'a gelen Melchior Lorichs'in İstanbul panoramasında da bina sağlam bir halde ve üstü çift meyilli çatıyla örtülü olarak resmedilmiştir.
İstanbul'da inşa edilen selatin külliyeleri için çini yaptırılmak üzere 1718'de İznik'ten getirilen bir grup ustanın burada bir çini imalathanesi (karhanesi) kurduğu biliniyor. Burada yapılan çiniler, ‘‘Tekfur Sarayı Çinileri’’ olarak Türk sanatında önemli bir yere sahip.
19. yüzyıl ortalarında saray bir ara ‘‘Yahudihane’’ (Museviler'in toplu olarak oturdukları sosyal mesken) olmuş ama 1865'teki yangından sonra boşaltılmış. Bir söylentiye göre Topkapı Sarayı hazinesindeki ‘‘Kaşıkçı Elması’’ Tekfur Sarayı içinde bulunarak, birkaç el değiştirdikten sonra padişah IV. Mehmet zamanında saraya girmiştir.
20. yüzyıl başında dört duvardan ibaret bir harabe haline gelen saray 1955-1970 arasında yapılan birkaç kademeli tamirle ayakta tutulmaya çalışıldı. 1959'da Danimarkalı genç mimar adayları burada bir çalışma yaparak, binanın rölevelerini çıkarmışlardı. Ama dünyada bir eşi daha olmayan hazine değerindeki bu eser, köklü bir şekilde elden geçirilmeli, çevresinde arkeolojik kazı yapılmalı ve bölgedeki diğer saray yapılarıyla birleştirilmeliydi.