Güncelleme Tarihi:
TBMM’nin açılışının üzerinden sadece yedi ay geçmiş; 25 Kasım 1920, 102. içtima (birleşim), 1. Celse (oturum). Meclis Genel Kurulu’nda Trabzon Mebusu Hüsrev Bey’in takriri (önergesi) ve Karesi (Balıkesir) Mebusu Hasan Basri Bey ve arkadaşlarının önergeyle aynı konulu “Teklifi kanunisi- Kanun teklifi” ile ilgili görüşmelerin son günü. Teklif kabul edilirse, 7 ay içinde TBMM’de yasalaşan 55. Kanun olacak; adı “Düğünlerde men’i israfat” yani düğünlerde israfın yasaklanması. Hüsrev Bey önergesinin gerekçesini aylar önce TBMM kürsüsünde şöyle dile getirmişti:
“...Köylümüz düğün yüzünden pek perişan oluyor. Saadet ocağı, diye kurulan aile düğün israfı yüzünden borç içinde kalıyor. Köylüler hükümetten bu israfın önüne geçecek önlemler bekliyor. Mesela: Kına gecesi, içkili çalgılı davetler, cihaz asmak, teşhir etmek, düğün bohçaları, hediye takdimi, cihaz tedariki için mal ve mülk satmak, araba alayları gibi masrafların meni, fukaranın rencide olmaması için hali olanlara bile müsaade edilmemesi, nikahın bir zaruriyeti mihrin, karşısında erkeğin eşini boşayamayacak kadar yüksek, fahiş olmasına şeran (şeriat bakımından) mesağ (cevaz) verilmemesi için icabına tevessül olunmasını teklif ederim.” Meraklısına not: Cihaz, düğün ve düğün evi için alınanlar.
5 bin kuruşu tecavüz etmesin
Genel kurula ilgi büyük, çünkü kanun teklifinin tartışmalı “3. Madde”si oylanacak; İslam Hukuku’nun evlilikle ilgili en önemli uygulamalarından “Mihri Muaccel” maddeyle sınırlandırılmak isteniyor. Madde şu: “Mihri muaccel (evlilik akdi öncesinde erkeğin kadına vermesi gereken bedel) beş bin kuruşu tecavüz etmeyecektir.” Yani, bedel beş bin kuruşu geçemez. İlk sözü teklifte imzası da bulunan Siirt Mebusu Mustafa Sabri Bey alıyor. Söylediklerinin Türkçesi şu: “Evlilik öncesi verilmesi gereken mihrin bedelini sınırlayalım, erkeğin ölümü halinde varislerinin, boşanma halide ise bizzat kendisinin kadına vermesi gereken bedele (mihri müeccel) ise karışmayalım.” Karesi Mebusu Vehbi Bey, aleyhte söz alıyor: ‘...Mihir meselesi, zevç ile zevce arasında kalacak bir keyfiyet. Gerek mihri müeccel olsun ve gerek mihri muaccel olsun, bunlar evin içinde kalacak masraflardır, zaruridir. Bu madde lüzumsuzdur” diye konuşuyor.Bu sefer söz Ayıntap (Gaziantep) Mebusu Abdurrahman Lami Efendi’de: “...kanunun ruhu bu maddede... Filan eşraf falan eşrafa kızını beş yüz kırmızı liraya vermiş, diye tefahürü (övünme) mucip olur. Fakir ise üç yüz kuruş veremez. Bu suretle tenasül (üreme) gitgide tenakus (azalma) ediyor... Maddenin kabulünü teklif ediyorum.” Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey’den destek geliyor: “...Birçok yerlerde yüksek nikahlar kıyılmak adet ve teamülü var. Zavallı delikanlılarımız ve zavallı delikanlı kızlarımız evlenemiyor...”
1966’da kanun iptal ediliyor
Ve tartışmalar sürüyor, 3. Madde reddediliyor; Tunalı Hilmi’nin teklifi de hemen ardından. Salonda Tunalı Hilmi’nin, “Mutlaka kızınız çok sizin” bağırışı duyuluyor. Sonunda kanun diğer maddeleriyle kabul ediliyor. Artık “Düğünlerde men’i israfat kanunu / (Ceride-i Resmiye ile neşir ve ilâm: 28 mart 1337 - No. 8) No. 55” isim ve kayıtlı bir kanunu oluyor henüz kurulmamış cumhuriyetin. Sonra ne mi oluyor? 55 yıl sonra CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor. Dâvanın konusu: Düğünlerde Men’i İsrafat Kanunu’nun Anayasa’nın ilgili maddelerine aykırılığı yüzünden iptal edilmesi. Mahkeme, 20 Eylül 1966’da kanunu tümüyle iptal ediyor.
Kanunun ‘ruhu’ ilk maddede
1. MADDE: Düğünlerde alelıtlak cihaz teşhiri, cihazın açıktan nakli, erkek tarafından iki kattan fazla elbise ihdası, düğün günlerine münhasır olmak üzere bir günden ziyade çalgı çaldırılması ve ziyafet verilmesi, nişan, çevre merasimi ile ağırlık ve hedaya itası ve köçek oynatılması gibi israfat memnudur.
KONULU HADiS PROJESi
Sadaka müminin kıyametteki gölgesidir
HİCRETİN 90. yılında vefat eden Mısırlı alim Mersed b. Abdullah Mescid’e her gelişinde sadaka olarak bir şeyler getirirdi. Bir defasında da soğan getirdi. Yakın talebelerinden Yezîd b. Ebî Habîb “Ey Hayrın babası elbiseni kokutan bu şeyle ne yapmak istiyorsun” diye sorar. Mersed “Vallahi evimde sadaka vermek için bundan başka bir şeyim yoktu” der ve Hz. Peygamber’in şu hadisini hatırlatır: “Kıyamet günü müminin (altında serinleyeceği) gölgesi sadakasıdır.” (İbn Hanbel, IV, 233, no: 18207)
PEYGAMBER DUALARI
HZ. İbrahim’in duası Kuran’da şöyle yer almaktadır: “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.” (İbrahim 14/40-41)
RAMAZAN SÖZLÜĞÜ
GIYBET: Sözlükte “uzaklaşmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen “gayb” kökünden türemiştir. Dinî bir kavram olarak, birinden gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir. Kuran’da yasaklanmış, gıybet ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. (Hucurât, 49/12)
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN
HAYVAN Hakları: Hayvanları insanların hizmetine veren ve çeşitli şekillerde faydalanılmasını helâl kılan Allah Teâlâ, buna karşılık onlara merhamet ve şefkat gösterilmesini emreder. Peygamber (s.a.v), “Merhamet edene Allah da merhamet eder; yerdekilere merhamet edin ki gökdekiler de size merhamet etsin” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58) buyurarak insanları hayvanlara karşı merhametli olmaya çağırmıştır. Dinimizde, hayvanların aç veya susuz bırakılmaları, dövülmeleri, yavrularının alınması, yarışma düzenlenerek dövüştürülmeleri, atışlarda canlı hedef olarak kullanılmaları, zevk için avlanılmaları, güçlerini aşan ölçüde yük taşıtılması, kendilerine hakaret ve beddua edilmesi gibi kötü muamelelerde bulunulması yasaklanmıştır.
Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz: Efendimiz Hz. Peygamber’in merhamet ahlakı (2)
ALLAH Rasûlü, toplum hayatında inananlara karşı da, inanmayanlara karşı da hoşgörülüdür; inananlara düşkündür: “Ey inananlar! Andolsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size çok düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.” (et-Tevbe, 9/128) O bu düşkünlüğü sebebiyle onların her türlü acıları ve sancılarıyla sevinçlerini paylaşır, onlara danışırdı. İnsanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, azarlayıp ayıplamazdı.
Gördüğü yanlışlıklarda “galat-ı rüyeti” kendisine izâfe ederek: “Bana ne oluyor da bazılarınızı, şu şu hallerde görüyorum” (Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Salât, 119.) derdi. Mescide bevl gibi tabiî ihtiyacını görmeye kalkışan bedeviye müdâhale etmeye kalkışanlara bile mânî olmuş: “Bırakın hâcetini görsün” buyurmuş, ardından orayı temizletmişti.(Buhârî, Vudu’ 58, Edeb, 80)
Gençliğin verdiği taşkınlık ve şaşkınlıkla kendisinden zinâ etmek için izin isteyen genci azarlayıp ayıplamak yerine iknâ yöntemini seçmişti. Gence “Böyle bir fiilin annesine, bacısına, teyzesine vs. yapılmasından memnûn olup olmayacağını” sorarak gönlündeki bu meyli önce suâl ve iknâyla, ardından duâyla bertaraf etmiştir.(İbn Hanbel, I, 256-257) Ganimet taksimi sırasında insanları yararak yanına sokulup ridâsının yakalarından tutarak kendisini sarsan ve “Devemi ganîmet mallarıyla doldur, babanın malını vermiyorsun?” diye kendisini inciten bedeviye karşı da merhametle muâmele etmişti.(Buhârî, Humüs 19, Libâs 18, Edeb 68; Müslim, Zekât 128.)
İnanmayanlara karşı da hoşgörülü
O, inanmayanlara karşı da hoşgörülüydü. Kendisine yapılan haksızlıkları affederdi. Nitekim Necid gazvesinden dönerken bir ağacın altında istirahata çekilmiş, kılıcını da ağacın dalına asmıştı. Allah Rasûlü’nü yalnız başına gören müşrik ağaçta asılı kılıcı kaparak: “Şimdi seni benim elimden kim kurtarır?” diye, O’na doğru hamle yapmıştı. Allah Rasûlü öyle bir “Allah!” dedi ki müşrikin elinden kılıç düştü. Bu sefer soru sırası kılıcı eline alan şanlı nebîye gelmişti. Müşrik hemen af dileyince, onu bağışladı. (Buhârî, Cihâd, 84,87; Müslim, Fedâil, 13.) Çünkü Allah Teâla ona: “İnsanlarla ilişkilerinde hoşgörü ve kolaylık tarafını gözet, iyiliği emret ve cahillerden yüzçevir!”(el-A’râf, 7/199) buyurmaktaydı. Kendini ve Rabbini bilmeyen câhillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine, ahlaksızca davranışlarına aldırma, onlara aynıyla mukabele etmeye kalkışma! Bu âyetin tefsiri sadedinde vârid olan şu hadis-i şerif bu konudaki ölçüleri ortaya koymaktadır: “Faziletlerin en yükseği, seninle ilişkisini keseni senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve sana zulmedeni senin bağışlamandır.”(İbn Hanbel, III, 438) Bu âyetin inmesinden sonra Allah Rasûlü: “Öfke gerçekleşmiş iken insanın nasıl kendisine hâkim olup câhillerden yüz çevirebileceğini” söyleyince devamındaki şu âyet nâzil oldu: “Eğer şeytandan bir gıcık seni tahrik edecek olursa hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki Allah işitir ve görür.”(el-A’raf, 7/200) Yâni şeytan sana emrolunduğun şeyin tersini yaptırmak üzere bir tahrik ve galeyan verecek olursa hemen Allah’a sığın. Nefsine hâkim ol!
Devlet başkanı olarak merhameti
Allah Rasûlü devlet başkanı olarak inananlara karşı da, inanamayanlara karşı da hoşgörülü ve merhametliydi. Mekke çok sevdiği yurduydu; hem de çıkarılmasa, asla terk etmeyi düşünmediği. Kendisini hicrette yakalamak üzere iken kumlara saplanan Süraka’yı, kendisini Mekke’den çıkartan Ebû Süfyan’ı, eşi Hind’i, Hamza’yı öldüren Vahşî’yi vs. hep affetti. Ancak onun afv, musâmaha ve hoşgörüsü acz, zillet ve meskenet değildi, âlemşümûl vakar ve merhametinden kaynaklanıyordu. Müslüman izzet, vakar sâhibidir. Allah Teâla: “İzzet, Allah’ın, Rasûlü’nün ve inananlarınındır. Fakat münâfıklar bunu bilmez” (el-Münâfikun, 63/8) buyurur. Ayetin inmesine vesile olan Mustalık Gazvesi dönüşü yaşananlardır. Münafıklar kuyu başında Müslümanlarla tartışmış, münâfıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl: “Medine’ye dönünce şerefliler şerefsizleri Medine’den çıkaracaklar” demişti. Bu tartışma sonunda Abdullah, babasını sözünü geri almaya zorlamış, kan dökülmeye ramak kalmıştı. Allah Rasûlü büyük diplomasi ve hoşgörüyle Abdullah’ı babasını öldürmekten vazgeçirdi, bir fitneyi önledi.(İbn Hişâm, III, 335-336.) Allah Rasûlü, bunu bir zillete rızâ göstermek için yapmadı. Devlet işinde duygulardan çok prensipler ve akıl önde olmalıydı. Efendimiz’in, merhametinin gereği olarak bütün yaratıklara karşı şefkati ve bütün insanlığa affı ve hoşgörüsü sınırsızdı. Onun anlayışına göre güneşin doğduğu yerde bulunan Müslümanın ayağına batan diken güneşin battığı yerdeki Müslümanın ayağını sızlatmalıydı. Bu Müslümanın iman göstergesiydi.
*Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı